Baksı’yı belli bir kalıba göre yapmadık
Baksı Kültür Sanat Vakfı’ndan yeni proje: Bayburtlu kadınları istihdama katacak, sosyal ve kültürel yaşamda aktif rol almalarını sağlayacak olan ‘Baksı Hüsame Köklü Kadın Eğitim Merkezi’… Bu vesileyle buluştuğumuz, sanatçı ve akademisyen Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, kurucusu olduğu Baksı Müzesi’ni bakın nasıl tarif ediyor? “Sanat eseriyle insanı buluşturan bir tepe…”
GİLA BENMAYOR
Geçenlerde, Emanet Sergisi nedeniyle değindiğim Baksı Müzesi’nin kurucusu, sanatçısı ve akademisyen Prof. Dr. Hüsamettin Koçan ile konuştuk. Buluşma nedenimiz Baksı Kültür Sanat Vakfı’nın, Bayburtlu kadınları istihdama katmak, sosyal ve kültürel yaşamda aktif rol almalarını sağlamak için yıllardan beri planladığı ‘Baksı Hüsame Köklü Kadın Eğitim Merkezi’nin tanıtım toplantısı. Hüsamettin Koçan ile sohbet daima ufuk açıcıdır, zihinsel sıçramaların sık yaşandığı sürprizli ve keyifli bir yolculuktur.Bir bakmışsın, “Hocam” diye hitap etmeyi alışkanlık haline getirdiğim Hüsamettin Koçan ile doğduğu köyü Baksı’nın mitolojik hafızasında geziniyorsun, bir bakmışsın sanatın anlamı üzerine koyu bir muhabbete dalmışsın…
Baksı Müzesi’nin sizin için anlamı nedir?
Sanatçı olarak gençliğimizin en büyük hayali insanın olduğu her yere sanatı götürmekti. İnsanın olduğu yere gitmek gerekir, bunun yanına benim özel hikayemi, özel tanıklığımı ekleyin. İnsanlar Baksı’ya baktıklarında bir vefa duygusu, doğduğu toprağa, hikayesine bağlı olmayı görüyorlar. Çoğunluk bugün yerellik dediğimiz kavramı yok sayıyor. Çünkü yerelliği donuk buluyorlar, çağcıl görmüyorlar. Tüm mesele o yerele ulaşıp, yereldeki birikimleri de kullanarak yeni bir dünya önerisinde bulunmak. Baksı budur… Oraya giderken ‘ihtiyaç nedir’ sorusunu sorduk. Bir kalıba göre yapmadık Baksı Müzesi’ni. Müzecilik geleneğine uygun olsun da demedik. Sanat eseriyle insanın buluştuğu bir tepe olsun dedik.
Müzede Ali Kazma’nın videosu ile bir camiden gelen direkler yan yana. Bu bilinçli seçiminiz olmalı?
Müze tüm sanat disiplinlerini içersin dedik. Bir de şu var tabii, sanat tarihçileri ya da teorisyenleri, uzmanları işlerinin gereği sanatı alt sınıf, üst sınıf diye sınıflandırıyorlar. Ama müze kurduğunuzda buna uymak zorunda değilsiniz. Çünkü ben insanoğlunun her halükarda ama her halükarda, her dönemde elindeki imkanlarla yaşamını anlatmaya çalıştığına inanıyorum. Bu yüzden müze alt-üst sınıf sanat kriterlerine uymaz dedik. İnsanoğlunun her koşulda ürettiği değerleri yan yana getirip, toplamında insana bir insanlık hikayesi sunarız. Biz izleyiciye şunu ya da bunu empoze etmeyiz. Baksı’da mesela sır var, onu müzeye koyuyoruz. Kilim var, el işçiliği var, başka objeler de var ama dediğiniz gibi Ali Kazmacı’nın videosu da var, Seyhun Topuz’un heykelleri de.
Müze 2010 yılında kurulduğunda sanatçılardan önemli eser bağışı aldığınızı hatırlıyorum. Bu devam ediyor mu?
Tabii ki ediyor. En son Seçkin Pirim bir eserini verdi, monte ediliyor. Sanatçı bizim kutsalımızdır.
Feminist bir erkek sayılırım
Gelenekten geleceğe diye sıkça kullandığınız bir kavram var. Tam olarak neyi kapsıyor?
Gelenek aslında kendisini yenileyen bir mekanizmadır. Gelenek dediğimiz şeyi donuk kavrarsanız geleneği yok etmiş olursunuz. Hikâyeyi yok edersiniz. Benim derdim hikâye. Kişinin hikayesi, insan türünün, toplumun hikayesi. Ve bugün, geçmiş olmaya mahkumdur aynı zamanda. Yani biz geçmişten söz ederken bugün aynı zamanda geçmişi de üretiyoruz. Eğer bugünün hayallerini yok edersek geçmişin ürünleri diye bir şey üretemeyiz. Gelenekten geleceğe, hafıza ile hayalin buluşma meselesidir. Ben Baksı’da bunu yaratmaya çalıştım. Gelenekçiler gibi düşünmüyorum. Geleneği, geleceği üretecek bir kaynak olarak görüyorum.
2005 yılında kurulan Baksı Kültür Sanat Vakfı ve beş yıl sonra kurulan Baksı Müzesi’nde ilk günden itibaren çocukları ve kadınları odağınıza aldığınız. Neden böyle bir tercih?
Bugün insanlar tek konuya el atacakları yerde tüm konulara el atıyorlar. Neticede derinleşme sağlanamıyor. Uğultu duyuluyor. İstedim ki hem vakıfta, hem müzede sesimizi duyuracağımız bir ana konu, bir aidiyetimiz olsun. Niye çocuklar ve kadınlar? Çocuk gelecektir. Kadınlar ise Anadolu geleneği taşıyandır. Oya bilir, el işlemelerini, yemeği, lezzeti, masalları kadın bilir. Erkek bir şey bilmez. Kültürü taşıyan kadının bizatihi kendisidir. Ona bir değeri emanet etmek geleceğin daha üretken olacağı anlamına gelir. Aidiyet duygusu kadında çok daha fazladır. Erkekler daha çok iktidar peşindeler. Kuralları koyanlar oldukları için toplumun değişimin onları tehdit ettiğini düşünüyorlar. Erkek milleti değişime daha kapalı.
Hocam benim gözümde feminist bir erkek sayılırsınız. Sizin oralardan kadına eşit gözüyle bakan bir erkeğin çıkacağına dünyada inanmam. Siz bu noktaya nasıl geldiniz? 55 yıllık eşiniz Oya Hanım’ın bunda katkısı olmalı?
Bu noktaya hayata bakarak geldim. Feodal bir aile çocuğuyum. Kadınla ilgili gençliğimde yaşadığım pişmanlıklar var. Kız kardeşimiz okusun mu diye babam erkek kardeşlere sordu. Okumasın dedik. Vicdanla hayata bakarsanız hayat size söyler. Kadın bir vicdan meselesi. Ayrıca Oya Hanım’ın katkısı olmaz olur mu? Bu müzenin yapılmasında da Oya’nın katkısı çok.
Dağ başında müze mi olur?
Baksı Müzesi, 2014 yılında, adaylar arasında Sabancı Müzesi’nin de olduğu Avrupa Konseyi Müze Ödülü’nü kazandı. Ödülün Baksı Müzesi’ne katkısı nedir?
Bize hem uluslararası, hem memlekette bir onay ve bilinirlik getirdi. Avrupa’nın bizi seçme gerekçesi müzecilik açısından ilham veren bir örnek olmamızdı. Merkez ile periferi arasında sanat ve tasarım aracılığıyla köprüler kurduğumuz, göç veren bir bölgeye “gitmeyin kendi değerlerinizle mutlu olabilirsiniz” mesajı verdiğimiz, istihdamı kavramın içine taşıdığımız vurgulandı. Türkiye’de ise Baksı Müzesi “dağ başında müze mi olur” diye beğenilmiyordu. Bizim aydınlar ne yazık ki ezberin dışına çıkmıyorlar. 80 yaşında başörtülü, uzun pardösülü köylü bir kadını eserlerin yanında gördüklerinde “müzede ne işi var” diye tuhaf bir çıkış yapabiliyorlar. Batı “kültürel demokrasi budur” derken, bizim buradaki tavır beni aydın konusunda kuşkulandırıyor.
Geçen yıl AKM’ye daha önce Baksı Müzesi’nde açmış olduğunuz ‘Ayağımdaki Diken’ sergisiyle geldiniz. Neden AKM? Yeni sergi projeleriniz var mı?
AKM yeniden yapılırken arkasında bir sürü tartışma olmasına rağmen çok destekledim. Çünkü modernist kültürün sürekliliğini temsil eden bir konseptle yapıldı. Mimarinin özüne sadık kalındı. Ama esas önemli olan AKM’nin aynı isimle kültürel açıdan bazı yasakların olduğu Taksim’de yükselmesi çok önemli. ‘Ayağımdaki Diken’ Baksı için üretilmişti. Buraya gelince yabancılık çekecek miydi diye epey endişelendim. Yersiz endişe zira sergi çok beğenildi. Yeri sergi projesi olmaz mı? Elbette var. İstanbul’daki atölyemi Baksı’ya taşıyorum. Benim ticari bir kaygım yok. Baksı’ya en büyük eserim gözüyle bakıyorum. Piyasa değerleriyle ölçülemez. Köhnemiş merkezin standartlarıyla yaşamak istemeyen genç sanatçılarla derinleşmeye gidiyoruz.
Söz genç sanatçılardan açılmışken, land art’tan biyo sanat’a yeni sanat kavramlarıyla üreten, teknolojiyi kullanan genç sanatçılarımızı izliyor musunuz, işlerini beğeniyor musunuz?
Genç sanatçıları yakından izlemek, alanlarını genişletmek sorumluluğumuz. Genç sanatçıların her türlü yeniliğe açık olmalarını destekliyorum. Yeniliği arayan sanat yeniliği elinin tersiyle nasıl itebilir.
Baksı Müze’si vaktinde yazdığım sizin de sıklıkla dillendirdiğiniz ‘Bilbao Efekti’ dediğimiz şeyi neticede başardı. Guggenheim Müzesi’nin Bilbao’ya katkısını Baksı Müzesi köye, Bayburt ve hatta çevreye yaptı ve yapmaya devam ediyor. Baksı’nın geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Dediğiniz gibi Bilbao efekti sonucu turizm giderek gelişiyor. Gelen yabancılar bazen uzun süre kalıyorlar. Yerli gruplar geliyor. Geçenlerde Oya ile birlikte İspir’de kaplıcalara gittik. Baktık küçük bir köy yolunda ‘Baksı’ya gider’ diye bir tabela yazıyor. Çok hoşumuza gitti. Bayburt’ta hayata geçireceğimiz Kadın Eğitim Merkezi projesi, organik tarım projesi, bu yaz yaptığımız depremden etkilenen illerdeki güzel sanatlar öğrencilerine yönelik ‘Ütopya Atölyeleri’, ‘Anadolu Ödülleri’ ile Baksı Müzesi ışığını yaymaya devam edecek.