Ali Sunal ve Doğa Rutkay: Sinemaya çok şey borçluyuz
Ali Sunal ve Doğa Rutkay’dan heyecanı bol, aksiyonu yüksek bir film: Hava Muhalefeti… İkili ile gala öncesi bir araya geldik: “Toplumun bazı kesimlerinde yaşanan olaylara farklı bir yerden ayna tutuyoruz.”
Merve YEDEKÇİ
10. yılını kutladığınız ‘Güldür Güldür Show’da birliktesiniz, Türk televizyonlarında en uzun soluklu komedi programı oldu. Seyircinin bu kadar uzun süre beğenisini alabilmeyi neye bağlıyorsunuz?
ALİ SUNAL: En uzun soluklu komedi programı mı bilmiyorum. Fakat ciddi çalışmalar sonucu ortaya çıkan bir ekip işi. Hep beraber bir bütünü oluşturuyoruz. Tüm ekibin gündemi takip etmesi, çok çalışması, işini doğru ve iyi yapma gayreti içinde olması başarıyı getiriyor, işin sırrı burada.
DOĞA RUTKAY: 7’den 77’ye her eve misafir olan bir program olması çok önem taşıyor. Anne babaları ile beraber çocuklar da seyrediyor. Bu da zaten toplumun içinden bir iş olduğunu gösteriyor. Güveniyorlar, inanıyorlar ve evlerine misafir ediyorlar. Biz de aynı titizlikte aynı sevgi ile onlara yetişmeye çalışıyoruz.
Gelelim vizyona giren ‘Hava Muhalefeti’ filmine. Bu film ile ekrandaki birlikteliğiniz beyaz perdeye de taşındı. Filmi nasıl tanımlarsınız?
DOĞA RUTKAY: Bugün seyirci ile buluşturacağımız ‘Hava Muhalefeti’, bir uçağın içerisinde yaşanan dramatik, heyecanlı ve aynı zamanda komedi unsurlarını barındıran bir film. Kurgusu var gibi gözükse de aslında toplumsal bir hiciv diyebiliriz. Toplumun ilgisini çekebilecek konusu var. İki karakterin de evliliklerinden parçalar görüyoruz. Bir yandan da aslında ortada tam anlamıyla bir evlilik de yok gibi. Eğlendiren ama eğlendirirken bir yanıyla düşündüren bir kurgusu var. Film ile ilgili Ali’nin çok güzel bir lafı var: “Şeref yoksunu bir çifti oynuyoruz” diyor. Çok hoşuma gitti bu tabiri. Toplumun bazı kesimlerinde yaşanan olaylara farklı bir yerden ayna tutuyoruz.
A.S.: Aslında bir vodvil. Tiyatroda, kapılar açılır kapanır, oyuncular sık sık değişir, biri girer diğeri çıkar böyle hareket döngüsü içerisinde olan oyuna vodvil denir. Bu temayı sinemada denemiş olduk. Filmde, komediyi aksiyonla verme gayretindeyiz. Şöyle söyleyeyim: Vodvil yalandan beslenir. BiKezim hikâyemiz de buna benziyor. Tabii böyle olunca ana karakter için hep birlikte meslek düşünmeye başladık ve milletvekili olmasına karar verdik. Çünkü bu vodvilin beslenmesi için de yalana ihtiyaç var. Bu meslek türü o ihtiyacı fazlasıyla karşılıyor. Karısını aldatmak için harekete geçen ve ona yakalanmama mücadelesi veren bir karakteri canlandırıyorum. İçinden çıkamadığım yalanlar içerisinde buluyorum kendimi.
Bu filmin diğer komedi türündeki filmlerden farkı nedir?
D.R.: Sadece tipe ya da yapılan oyuncu hareketlerine bağlı bir komedi değil. Hikâye durum ve tespit mizahi çok sıkça kullanıldı. Güncel bir komedi. İnteraktif oyuncubir film yaptık. Aslında film aldatılırken, bir aldatılış sonrası yakalanma filmi.
Sizlerden biraz karakterlerinizi dinleyebilir miyiz?
D.R.: Hatice ve Cemil aslında yaşasalardı çok da sevilmeyecek iki karakter. Aileden zengin, ahlak duygusu olmayan berbat insanlar. Böyle karakterler oldukları için aslında filmin sonunda cezalandırılacaklar. Bu, film öncesi okurlarınıza önemli bir ipucu olsun. Bu cezalandırmanın da aslında nasıl gülünç bir hal aldığını görmüş olacağız. Ali tekrar söylesin bizim nasıl karakterler olduğumuzu.
A.S.: Doğada ben de bizi hiç görmediğiniz gibiyiz. Gerçekten şeref yoksunu iki insanı canlandırıyoruz. Bu iki berbat insanın bir şekilde yolları kesişmiş ve evlenmişler. Filmde herkes onları cezalandırmak istiyor. Seyirci de izlerken karakterlerin cezalandırılacağı anı heyecanla bekleyecek. Çünkü ne olursa olsun her zaman kazanıyor gibi görünüyorlar.
Set süreciniz nasıldı? Uçakta çekim yaptınız. O kadar dar alanda kabalalık bir ekiple çekim yapmak nasıl deneyimdi?
A.S.: İnanılmaz bir dekor kuruldu. Yeniden bir uçak oluşturduk. Uçağın hangi alanında çekim yapmamız gerekiyor ise o alanda bulunduk ve her seferinde çekim alanını kameranın çekim acısı için en konforlu olabilecek haline getirdik. Çok harika bir çalışma vardı. Bizler için de farklı deneyim oldu.
D.R.: Tabi aslında bir uçağın içinde, platoda çalışmanın getirdiği müthiş bir konsantrasyon vardı. Dışarı ile hiçbir bağlantınız yok ve dolayısıyla dışarıdan hiçbir durum etkilemiyor. Uçağın içerisindesin, rolünü orada canlandırıyorsun, tam konsantre bir şekilde rolünle beraber bas başasın. Karakterinle bütün oluyorsun. Ben çok faydasını gördüm. Özellikle Ali ile ayrı ayrı tuvalet içerisinde çekilen sahnelerimiz var. O sahneler gerçekten çok macera dolu.
Çocukluğunuz sanat içinde geçiyor. Sanat içinde büyümenin getirdiği avantajlar elbette oluyordur. Peki, dezavantajları nelerdi?
A.S.: Bu yıllardır merak edilen bir konu. Doğa’nın babasını da çok iyi tanıyorum. Doğa da ben de, şöhretli aile evinde asla büyümedik. Gerçekten bilemiyorum dezavantajını. Çünkü biz şöhret içerisinde yaşamadık. Örneğin deli bir ressam olur babam “çık odadan, sanat yapıyorum” diye seslenir. Bizde böyle hikâyeler olmadı hiç. Gayet normal aile içerisinde büyüdük. Ailelerimiz birbirleriyle görüşen insanlardı.
D.R.: Evet, doğru soru. Rahmetli Kemal Abi’mle babamın her pazartesi buluşmaları vardı. Nurlar içinde yatsın, kaybettiğimiz bir başka değerimiz Tarık Abi’miz her zaman beraber aynı yerde olurlardı. Kimseyi de kolay kolay o masaya almazlardı, yabancıysan oturamazdın. Babam genelde ya orada olurdu ya da tiyatroda. Işık Lisesi’nden çıkıp babamı görmeye gittiğim zaman Kemal Abi’m beni görünce sevdiğimi bildiği için hemen “patates-köfte” ısmarlardı. Beraber yerdik. Hatta şakalaşırdık; O her zaman “ben yemeyeceğim, tokum” derdi. Babam da ona karşılık olarak kulağıma eğilerek “patateslerini yerken Kemal’e bak” derdi. Sonra patates gelirdi Kemal Abi önden “acıkmışım” diyerek beraber yerdik. Çok güzel anılarımız vardı. Çok şöhretlerdi, özellikle Kemal Abim başka bir şöhretti. Şüphesiz Türkiye’nin yıldızı. O kadar doğal bir insandı ki ne Ali ne ben o şöhret çocukları algısında büyümedik. Bu da çok önemli. Aslından ben Ali’den farklı olarak dezavantajını çok yaşadım diyebilirim. Çünkü biliyorsunuz babam devrimci ve siyasi tiyatro yapıyordu. Benden de beklenen o oldu. Sen neden siyasi-politik bir iş yapmıyorsun soruları peşimdeydi. Neden komedyen oldun, babanın yolundan gitmiyorsun tepkilerine çok maruz kaldım. Tabii sonra babam da ‘Avrupa Yakası’, ‘Bizimkiler’ gibi projelerde komedi oynayınca “bak doğru yolu buldun” diyerek aramızda şakalaşırdık.
Gişe filmleri arasındaki rekabette hangi özellik ön plana çıkıyor?
A.S.: Yakışan kastı yapmanın her işte olduğu gibi çok önemli olduğunu düşünüyorum. Tabii ki bu sektör kesiminde işe ticari bakanların gişe kaygısından muhakkak tercih ettikleri oyuncular oluyor. Böyle bir seçime de kim ne diyebilir. Ben de saygı duyuyorum.
Türk sineması sizce hak ettiği değeri görüyor mu?
A.S.: İkimizde ülkemizi çok seven sanatçılarız. O yüzden hiçbir zaman hak ettiği değerde olduğunu düşünemiyoruz. Hep daha iyi yerlerde olması gerekiyor. Biz sinemaya çok şey borçluyuz. Sinemada film seyrederek bu işe âşık olan insanlar olarak yeniden sinemada olmak bizler için büyük keyif. İnsanları tekrar sinema ile barıştırmaya milyonda bir bile etkimiz olur ise ne mutlu bize. Bir sinemasever olarak daha büyük bir mutluluk yok.
D.R.: Umutsuz da değiliz. Mesela biz bu filmi BKM ailesi olarak dijital platformlarda seyirci ile buluşturabilirdik. Fakat sinemayı çok seviyoruz. Sinemaya borçluyuz. O yüzden seyircimizi biraz mutlu etmek, evden çıkartıp sinemaya getirmek bizler için çok kıymetli. Sinemaya olan tutkumuzdan bu filmimiz de sinemada olsun istedik.
Kariyerinizin neredeyse birçoğu komedi merkezli yapımlardan oluşuyor, bu sizin tercihiniz mi?
D.R.: Benim kesinlikle bilinçli tercihim. Her zaman komedi izlemeyen bir insan olarak, polisiye ve karanlık işleri seven bir izleyiciyim. Gerçek hikayesi olan yapımları seviyorum. Belgeseller çok ilgimi çekiyor. Ama komedi yapmak hep arzuladığım. Konservatuarda eğitim alırken drama çalışıyorduk. Hocalarım bana komedi rolü verdiğinde bir başka oynuyordum. Karşınızdaki insanın gözlerindeki mutluluk, sizinle birlikte gülmesi, kahkaha atması bana inanılmaz mutluluk veriyor. Özel hayatımda da bu böyle. İnsanları mutlu etmek, iltifat etmek ve güzel sohbetler etmek beni mutlu ediyor. İşimde de hep bunu tercih ettim. O yüzden drama hiç yapmadım diyebilirim.
Dijital platformlar, izleme alışkanlıklarımızı nerdeyse kökten değiştirdi. Sizin bir sinemacı olarak dijital platformlara bakışınız nedir?
A.S.: Dijital platformlarda yapılan işi seyretmek çok ciddi bir tercih oldu. Asla karşı değilim. Sinema filmi de ayrı bir şey olmalı. Bir film yapınca biz bunu dijitalde mi yayınlasak sinemada mı yayınlasak diye tartışılması çok hoş gelmiyor kulağıma. Kalite olarak bahsetmiyorum ama baştan yola çıkarken böyle düşünmekte fayda var.
Bayramlar nasıl geçerdi evinizde?
A.S.: Bayram demek bizim için, tüm eş, dost, akrabanın ailenin en büyüğü kimse onun evinde toplanıp beraber olması anlamına gelirdi. Çeşit çeşit yemeklerle toplanan kalabalık sofralar. Muhabbetler, kahkahalar. Evde neredeyse 30 kişi olurduk. Hep beraber sesli filmler oynardık. Acayip güzel geçerdi.
D.R.: Ben bayramın ne olduğunu bile bilmiyorum. Bizde tek bayram 1 Mayıs olurdu.