30 yıldır yazdığım defterlerimin sayısı 80’i buldu
Bu haftaki konuğum edebiyat, mitoloji ve müzik tutkunu yazar ve eleştirmen Asuman Kafaoğlu-Büke. Farklı renklerde kartuşlu dolmakalemlerle üzerlerine notlar aldığı defterlerinden konuşarak başlıyoruz sohbetimize.
Faruk ŞÜYÜN
Dolmakalemleri zarif kalem çantaları içinde. Kimileri yeşil, bazıları turkuaz, bazıları pembe renkli yazıyorlar:
“Defterlerime her girişi farklı renkte dolmakalemlerle yapan biriyim. Özellikle turkuaz rengini çok seviyorum. Halen kullandığım galiba 80. defterim. 90’lı yıllardan beri yazdıklarımın hepsi yan tarafınızdaki camlı kütüphanede duruyor” diye anlatmaya başlıyor Asuman Kafaoğlu-Büke. Yazı masasının başındayız. Babası, Maliye eski Bakanı Adnan Başer Kafaoğlu’nun çalışma masasını kullanıyor. “2002’de vefatından sonra bürosundaki çalışma masasını ben aldım, evinde olanı ise eşim Aydın (Büke)” diyor. Okurken aklına gelenleri notlar halinde veya küçük çizimlerle deftere yazıyormuş:
“Örneğin bir kitabı okurken sayfalarını çizer, üzerine notlar alırım. Biter bitmez de sayfa sayfa nelerden etkilendiğimi deftere yazarım. Bilgisayara ondan sonra geçerim. Bütün her şey defterde mutlaka vardır.”
Yazısı çok güzel. Kıskanmamak mümkün değil. “Pandemi sırasında çevrimiçi kaligrafi derslerine de katıldım. Kaligrafi kalemlerim de var renk renk, onlarla da çalıştım” diyor ama resme yeteneği yokmuş. Anlatmaya devam ediyor:
“Ama defterlerimi süslerim. Çocukluğumdan beri bütün defterlerimde simetrik çizimler, desenler olur.”
Masasındaki kurşun kalemleri kitapları çizmek, not almak; ispirtolu olanları ise takvime veya kâğıtlara not almak için kullanıyormuş. Defter tutkusu büyük, en az 20 tane hiç yazılmamış defteri var. Ve hepsi spiralli:
“Çünkü çevirmesi kolay oluyor. Çevrilmeyen defterleri sevmiyorum. Bu arada defterden sayfa hiç yırtmam, gerekirse notlarımın üzerini çizerim. Bütün bu notların sonunda bilgisayara geçerken hangi sırayla yazacağıma karar verir, onlar için de deftere birkaç satırlık bir sıralama yaparım. Yazarken ilk cümle benim için çok önemlidir. Onu bulunca gerisi gelir.”
Asuman Kafaoğlu-Büke orta ve lise eğitimini Cenevre’de tamamlamış. California State Long Beach Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu. Türkiye’ye döndükten sonra önce ODTÜ’de, sonra Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışmış, İngilizce ve Fransızcadan çeviriler yapmış. TRT ve Açık Radyo için edebiyat, mitoloji ve klasik müzik temalı programlar hazırlayıp sunmuş. İstanbul Üniversitesi Dramaturji Bölümü’nde, Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü’nde sanat felsefesi dersleri vermiş:
“Edebiyat ile müzik ilişkisi üzerine hazırladığım radyo programları için çalışırken ne kadar çok müzik eserinin edebiyattan esinlendiğini gördükçe şaşırıyordum. Sadece lied sözleri olarak şiirlerden değil, mitolojiden, romanlardan ve piyeslerden çok etkilenmiş müzik dünyası. Okuma Atölyeleri ve Yazı Atölyeleri yanında Yaratıcı Yazarlık, Mimar Sinan Üniversitesi’nde Eleştirel Okuma dersleri verdim. Bu sene sekiz haftalık bir mitoloji semineri yaptım. Halen Borusan Klasik Radyo’da müzik ve edebiyatın buluştuğu eserleri anlattığım bir program hazırlıyorum.”
Bütün bu çalışmalar, okuma süreçleri tabii ki kitaplara da dönüşüyor. Son kitabı ‘Tablodaki Kadın / Sanat Tarihinin Kitap Tutkunu Kadınları’ Epsilon Yayınevi’nden çıktı. Leonardo da Vinci’den Picasso’ya, Jan van Eyck’dan Renoir’a çok geniş bir zaman dilimi içinde resmedilmiş okuyan kadın figürlerini görüyoruz:
“Kitap okuyan kadınların resimlerini toplamaya başlamıştım. 2 bine yakın resim birikmişti. Teknolojinin bu resimlere bakmayı çok kolaylaştırdığı bir çağda yaşıyor olmamız büyük bir şans. Resimleri dilediğimce büyültüp, inceleme olanağı buldum. Onlarla ilgili K dergisinde 10 yazım çıktı. Dergi kapanınca ara vermek zorunda kaldım. Epsilon Yayınevi’nden bir editör arkadaşımız orada izliyormuş, kitap yapmak için aradı. Geçtiğimiz yaz oturdum hepsini derledim. Özellikle okuma eylemi üzerinde durmaya çalıştım. Yani kitabın bir süs objesi gibi yerleştirildiği resimleri kullanmadım. Kadının toplumsal konumundaki değişimleri de gösteren bir kitap ortaya çıktı. İlk başlarda yalnızca İncil okuyan kadın resimleri sonra roman, daha sonra erotik romanlar okuyan kadınlar!”
Bilgisayarın yanındaki resim Selim İleri’ye ait:
“Yılbaşında yollamıştı bu resmi, evde en sevdiğim objelerden biri oldu. Bir yazımda Selim İleri’den bahsederken ‘dünyaya düşmüş bir Küçük Prens demiştim’, o kitabın çevirileri arasında da benim en beğendiğim onunkidir.”
Objeleri konuşmaya devam ediyoruz. Minik kadın heykeli?
“Bir arkadaşım, kitabımdaki bir Van Gogh tablosu üzerine yapmış. Kıyafetleri, hazırladığı alçı heykelin üzerine kendi dikmiş.”
Ya küçük beyaz melek:
“O, çok sevdiğim bir arkadaşımdan hediye geldi. Üstündeki atacı not tutacağı olarak kullanıyorum.”
Karşı duvardaki ağaç resmi:
“Rasin’in. Annem çok severdi. Ayrıca, dört tane de küçük ağaç var, onlar içerideki odada asılı. Resmi çok sevmemin bir nedeni mitolojik bir öykü: Venüs-Adonis aşkı. Onun üzerine bir oyun hazırlıyorduk arkadaşlarla. Bu ağaç bana ilham verdi, ağaca dönüşmüş kuruyan bir kadın gibi gördüm onu.”
Üzerinde kitap okuyan bir kadın olan üzeri goblen işlemeli tabure?
“Onu da ben yaptım.”
Sohbetimizi masa camının altındaki fotoğraflarla bitiriyoruz:
“Yeğenlerimin küçüklükleri 90 ve 93 doğumlu iki yeğenim var benim için çok tatlılar. Dayımla birlikte 10 yaşındaki halim, Aydın’ın resmi, kuzenler ve Anneler Günü’nde yeğenlerimin yolladığı. Abimi biz çok erken kaybettik, onun için yeğenlerim evlat gibi oldu benim için.”