19 Mayıs Atatürk için mecburiyetin adı
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutlarken, Ulu Önderimizi Samsun’a çıkmaya iten sebepleri ve Milli Mücadele yıllarını, Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Faik Demir’le konuştuk.
İPEK YEZDANİ
Genellikle eğitim hayatımızda bize aktarılan Kurtuluş Savaşı döneminin çıkışı Bandırma Vapuru’dur. Ancak şüphesiz, bu yolculuğa giden uzun bir hazırlık süreci var. Atatürk, Samsun’a çıkmasıyla başlayan Milli Mücadele sürecine nasıl hazırlandı, nasıl bir birikimle bu kararı aldı?
Bir kere Atatürk 19 Mayıs’ı kendi doğum günü kabul ediyorsa, bu bir milat demektir. 19 Mayıs’ı hem Atatürk’ün kendi doğumu hem de Türkiye’nin doğumu olarak görmek lazım. Evet 19 Mayıs Kurtuluş Savaşı’nın miladı ancak bu sembolik bir milat çünkü Atatürk’ün 19 Mayıs günü Samsun’a inmesi aslında 19 Mayıs öncesinde yaşadıklarının bir sonucu. Aslında 19 Mayıs Atatürk için bir nevi mecburiyetin adı, çünkü Mustafa Kemal Atatürk Milli Mücadele’yi tek başına yapmak, tek adam olmak ve Osmanlı’yı by-pass etmek için yola çıkmış bir insan değil. Bu, Atatürk’ün şartlar gereği “artık başka çare kalmadı” dediği noktada aldığı bir karar.
Atatürk Milli Mücadeleye nasıl karar veriyor?
30 Ekim 1918’de Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında Mondros Mütarekesi imzalandığında Atatürk, Filistin Cephesi’ndeydi. Mütarekenin ertesi günü Atatürk diyor ki “Bu ateşkes doğru değil”... Hatta Atatürk ilk olarak Adana-Ulukışla’da bu mücadeleyi başlatmak istiyor. İngilizlerin İskenderun Limanı’nı işgal etmek için hazırlık yaptığı sırada İstanbul’daki Osmanlı yönetimine “bunu engellememiz gerekiyor” diyor. Ancak ondan sonra görevden alınıyor ve bunu yapamıyor. Yani 30 Ekim 1918 mütarekesi, Atatürk’ün 19 Mayıs’ta Anadolu’ya çıkmadan önce harekete geçmesi için en büyük kıvılcım oluyor, çünkü bu artık Osmanlı’nın mücadeleden vazgeçmesi anlamına geliyor. Atatürk’ün Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul’a gelişiyle Samsun’a çıkışı arasında altı aylık bir süre var.
Tam 6 kez Vahdettin’le görüştü
İstanbul’daki altı aylık süreçte neler yapıyor peki?
Bu süreç, Mustafa Kemal’in Osmanlı’yı kurtarmak için “acaba İstanbul yönetimiyle beraber bir mücadele yapılabilir mi” dediği bir süreç. Mustafa Kemal İstanbul’dayken altı ayda, altı kere Padişah Vahdettin’le görüşüyor. Atatürk’ün daha öncesinde Vahdettin’den savunma bakanlığı gibi görevleri istemesi de kendi hırsından dolayı değil, işgalci güçlere karşı mücadele etmek için istediği bir görev. Yani Mustafa Kemal bir isyancı değil, Osmanlı yönetiminin kendi vatandaşından, kendi milletinden ve kendi toprağından vazgeçmesi ve bunları işgalcilere emanet etmesinden dolayı harekete geçmek zorunda kalan bir lider. O yüzden de millete sahip çıkamayan, milleti için bir adım atamayan siyasileri gördükten sonra daha sonraki süreçlerde “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyor. Yani Mustafa Kemal’in İstanbul hükümetini yok sayma gibi çabası yok, her türlü çabasıyla padişaha ülkeyi kurtarmak için yapılması gerekenleri anlatıyor ancak sonuç alamıyor.
Mustafa Kemal Samsun’a bir Osmanlı subayı olarak nasıl gidiyor?
19 Mayıs’ta Samsun’a Üçüncü Ordu Müfettişliği için çok önemli yetkilerle gönderiliyor, çünkü İttihatçılar da tasfiye edildikten sonra, her türlü aykırılığına ve baş kaldıran yapısına rağmen bu yeteneği olan tek askerin Mustafa Kemal olduğu biliniyor, o yüzden de İstanbul Hükümeti ondan kolay vazgeçemiyor.
Müfettişlik görevini, Milli Mücadeleyi başlatma amacıyla kullanıyor yani…
Evet, aslında Atatürk Anadolu’ya işgal güçlerinin isyanlardan duyduğu rahatsızlığı gidermek için gönderiliyor. Samsun’dan Anadolu’daki isyanları kontrol etmesi için Osmanlı tarafından tam yetkiyle gönderiliyor. Ancak öte yandan da İngilizler tarafından bertaraf edilmek isteniyor çünkü herkesin korktuğu bir komutan. Ünlü Bandırma gemisiyle Samsun’a giderken de “acaba İngilizler saldırır mı” diye hep kıyıdan gidiliyor. Çünkü Atatürk Osmanlı adına bulunduğu her cephede savaş kazanmış, Trablusgarp’ta, Filistin cephesinde… Gittiği her yeri örgütleyen, çok cesur ve gözü kara bir komutan. Aynı zamanda çok iyi bir stratejist ve gittiği yeri iyi okuyan bir asker. O yüzden diğerlerinden farklı zaten, çünkü sadece asker değil, hem siyasetçi, hem örgütçü, hem asker.
Ankara’da Anadolu Ajansı’nı kurdu
Atatürk sadece askeri kabiliyetleriyle değil aynı zamanda stratejik zekasıyla da çok ön plana çıkan bir lider…
Atatürk asker ama bütün bunları yapabilmek için sadece askerlik yetmez, karar alınması lazım, liderlik lazım, örgütçülük lazım. Atatürk bunların hepsini birleştirebilen bir lider. Düşünün ki Ankara’ya gittiği zaman dünyaya davasını anlatmak için Anadolu Ajansı’nı kuruyor, röportajlar veriyor ve de her yerde fotoğrafçı ile geziyor. Büyük Taarruz’da bile yanında fotoğrafçısı var yanında. Atatürk’ün Milli Mücadele’den çok özel fotoğrafları var. O günün dünyasında bu çok büyük bir vizyon gerektiriyor, çünkü fotoğrafın kalıcılığının farkında.
19 Mayıs’ın milletimiz açısından önemi nerede başlıyor?
Atatürk’ün yaptığı en önemli şey milletin devletini kurtarmasını sağlamak.19 Mayıs aslında Atatürk’ün hayalinde olan milletin kendi devletini kurtarması ve yönetmesi sürecini ifade ediyor. Atatürk tüm cepheleri de biliyor, çünkü savaşmış. O yüzden sürekli bu mücadeleye halkı dahil ederek nasıl yapacağını ve insanları nasıl örgütleyeceğini düşünüyor. Atatürk’ün kafasında zaten işgal kuvvetlerinden kurtulurken saltanatı kaldırmak da var; o yüzden de milli egemenlik konusu Atatürk için büyük önem taşıyor.
Hiçbir zaman otoriter olmadı
Atatürk’ü otoriterlikle eleştirenler var, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Atatürk’ün insanların zannettiği gibi otoriter bir liderliği hiçbir olmadı. Örneğin Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde Heyet-i Temsiliye lideri olması bile kolay olmuyor çünkü her şeyi insanları ikna ederek yapıyor. Atatürk Erzurum ve Sivas Kongrelerini tüm dengeleri gözeterek gerçekleştiriyor. 10 Mayıs 1919’dan 23 Nisan 1920’ye kadar geçen, Atatürk’ün kongreler döneminde de Ege’den Anadolu’nun bir çok yerine kadar aslında Kuvayi Milliye dediğimiz Efeler ve farklı kuvvetleri örgütlemekle uğraşıyor. Bunlar aslında kontrol edilemez güçler ve düzenli ordu çıkartmak çok zor, çeşitli yerlerde isyanlar çıkıyor, ciddi ekonomik sorunlar var. Silah arkadaşları arasında Atatürk’e karşı muhalefet edenler de var, tek adam olmasını istemeyen ya da başa geçmesini istemeyen muhalif gruplar... Atatürk o süreci hep bunları ikna ederek yönetiyor çünkü ciddi bir diplomasi yeteneği de var. Dolayısıyla 19 Mayıs’tan 23 Nisan 1920’ye kadar geçen sürede bir sene bile olmadan Ankara’da bir meclis kuruyor ve İstanbul Hükümeti bile bu meclisi tanımak durumunda kalıyor.
ONUN BENZERİ BAŞKA BİR LİDER YOK
Siyaset bilimciler Atatürk’ü kendi dönemindeki diğer tüm liderlerden ayırıp tek başına biricik bir lider olarak inceliyorlar. Çünkü o dönemde siyasetçi liderler var, asker liderler var ama Mustafa Kemal Atatürk gibi tüm bunların hepsini bir arada yapan, bir ülkeyi kurtarıp sonra da bir devleti sıfırdan inşa eden başka bir lider örneği yok. Ne Napolyon’u ne de Churchill’ı onunla yan yana koyabilirsiniz. Onun benzeri başka bir lider yok, bu tüm dünya tarafından da kabul edilen bir gerçek. Şöyle düşünün: Dünyada başka bir lider var mıdır ki savaştığı ülkenin lideri tarafından Nobel Barış ödülüne aday gösterilsin? Eski Yunan lider Venizelos‘un Atatürk’ü Türk-Yunan Barışı’na katkısından dolayı Nobel Barış ödülüne aday olarak göstermesi dünyada başka bir örneği olan bir durum değil. Bu bile yeteri kadar önemli bir şey. Atatürk’ün nev-i şahsına münhasır bir lider olduğunu ve her şeyi ülkesinin milli menfaatleri için yaptığını anlamalıyız.
GAZETE BİLE ÇIKARDI
Atatürk, 30 Ekim 1918’deki Mondros Mütarekesi’nin ardından arkadaşlarıyla beraber “Minber” isimli bir ay süren bir gazete çıkartıyor. Bu gazetede, herkes tek kurtuluşun Amerikan mandası olduğunu ileri sürerken o, bu fikre karşı çıkıyor. Ancak gazete bir-bir buçuk ay sonra kapatılıyor.