Toprak: Gelir artışlarının azami üç ayda bir yeniden düzenlenmesi kaçınılmaz oldu
CHP'l Toprak, asgari ücrete, memur ve emekli maaşlarında yapılan artışların ciddi bir kısmının enflasyonla geri alındığını belirterek, “Gelir artışlarının her ay ya da azami üç ayda bir yeniden düzenlenmesi kaçınılmaz hale geldi.” dedi.
CHP Genel Başkan Koordinatör Başdanışmanı ve İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, haftalık değerlendirme raporunu yayımladı.
Raporunda iç politika, dış politika, ekonomi ve gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Toprak, şunları kaydetti:
“İktidar ittifakının TBMM’den geçirdiği Öğretmenlik Meslek Kanunu, öğretmenlerin beklenti ve ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzak, düzmece cezalar ve siyasi amaçlarla öğretmen tasfiyesini öngören bir düzenlemedir. Eğitim sistemi, eğitim çağındaki bir milyonu aşkın çocuk ve gencin okul dışı kaldığı bir noktaya getirildi. Şimdi bu yasayla yüksek lisans-doktora diploması ticareti ve sahteciliğin yolu açılarak tümüyle çöküşe zemin hazırlanıyor.
Öğretmen açığı olmasına karşın atama bekleyenler atanmıyor. On binlerce sözleşmeli güvencesiz öğretmen, asgari ücretin altında istihdam ediliyor. Saat ücreti 28 liradan sosyal güvencesiz olarak çalıştırılıyor. Kesintisiz 30 saat derse girse bile aldığı ücret 3 bin 360 TL. Sadece bu tablo bile iktidarın öğretmene, eğitime-öğretime bakışını ve zihniyetini yansıtıyor.
“Öğretmen tasfiyesine zemin hazırlıyor”
TBMM’den geçirilen Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun öğretmenler ve toplum nezdinde kabul görmediği somutlaştı. Öğretmenlere vaat edilen 3600 ek göstergenin iktidarın siyasi emellerine alet edildiği ve bir seçim yatırımı olarak kullanılmak istendiği ortaya çıktı. Ayrıca Türk Eğitim Derneği’nin yayınlandığı 2020-2021 Eğitim Raporu hem eğitimin içler acısı halini hem de iktidarın eğitime bakış açısını, yeni düzenlemelerin ihtiyaçlara yönelik olmadığını gösteriyor.
İktidar ittifakının TBMM’den geçirdiği Öğretmenlik Meslek Yasası’nın uygulamaya giriş tarihinin 2023 olarak belirlenmesi, öğretmenlere vaat edilen 3600 ek göstergenin bir seçim yatırımı olarak kullanılmak istendiğini ortaya koyduğu gibi, seçime kadar iktidarın siyasi amaçlarla yasada başka değişikliklere gitme niyetini sergilemektedir.
Bu göstermelik yasa, öğretmenlerin, eğitim sisteminin ve öğrencilerin içinde bulunduğu ağır sorunları çözmediği gibi öğretmenlik mesleğinin siyasallaşmasına, torpile, kayırmacılık ve engellemelere, siyasi tercihler doğrultusunda öğretmen tasfiyesine zemin hazırlıyor.
“Otokrat bir Orta Doğu ülkesine dönüşmenin siyasi faturası ağır olacaktır”
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, AİHM’nin 4,5 yıldan bu yana tutuklu Osman Kavala hakkında verdiği hak ihlali, tahliye ve tutukluluğun siyasi amaçla sürdürüldüğü yönündeki kararların uygulanmaması üzerine, Türkiye hakkında ‘ihlal sürecini’ başlattı. ‘AYM kararlarına saygı duymuyorum’ diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, şimdi de Türk mahkemelerine saygı duymayanlara saygı duymayacaklarını söyleyerek kendini açığa çıkardı.
Türkiye’ye kararın uygulanması için süre vererek üç kez uyarıda bulunan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (AKBK), 2 Şubat’ta üçte iki çoğunlukla aldığı kararla ihlal prosedürü başlattı. Osman Kavala davası, Türkiye’ye karşı yaptırımların devreye girmesini de gündeme getirebilecek yeni bir aşamaya girdi. AKBK, bu kapsamda AİHM’ye yazarak Türkiye’nin karara uyup uymadığını soracak. 17 yüksek yargıçtan oluşan AİHM Büyük Dairesi, Türkiye’nin söz konusu kararla ilgili yükümlülüğünü karara bağlayarak AKBK’ye bildirecek. Azami 6 ay sürmesi beklenen bu sürecin sonunda AİHM’nin vereceği yanıtla ihlal prosedürü resmi olarak devreye girecek.
Türkiye, AİHM kararlarını uygulamaz, Avrupa Konseyi’nden ihraç noktasına gelirse böyle bir durum demokrasiyle yönetilen ülkelerle, demokratik hukuk devletleriyle Türkiye arasındaki uçurumu büyütecek, ortak demokratik değerler temelini yıkacaktır. İnsan haklarını, temel hak ve özgürlükleri reddeden bir ülke olarak etiketlenmenin, hukuksuz, adaletsiz, otokrat bir Ortadoğu ülkesine dönüşmenin siyasi faturası ağır olacaktır.
Kadına şiddet ve kadın cinayetleri ülkesi haline gelen Türkiye’de, ocak ayında 54 kadın cinayeti daha işlendi. İçişleri Bakanı, halkın can güvenliğini sağlamak yerine MOBESE ile muhalifleri izlemeyi öncelikli görev sayıyor. Tehlike altındaki kadınlara yönelik şiddete karşı onları korumak ve yaşatmak için bakanlığını görevlendirmek yerine, ayak kırmaktan ve kafaya sıkmaktan söz ediyor.
Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 sayılı koruma kanunu, ciddiyetle tüm kural ve ilkeleriyle uygulanmalı, görevi ihmal edenler, uzaklaştırma kararlarının uygulanmasına duyarsız kalan kamu güvenlik birimleri hakkında işlem yapılmalıdır. Kadın cinayetleri, şüpheli kadın ölümleri süratle soruşturulmalı, failler ortaya çıkartılarak cezalandırılmalıdır. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi kararı kaldırılarak geri çekilmeli ve yürürlüğe konulmalıdır.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun her ay yayınladığı raporun ocak ayı sonuçları vahim. Geçen yıl 500, bu yılın ocak ayında 26 kadın erkekler tarafından öldürülürken 28 kadın ise şüpheli şekilde vahşice öldürülmüş halde bulundu. Sadece bir ayda 54 kadının katledildiği Türkiye, giderek kadınlar için yaşanmaz bir ülkeye dönüşüyor. Kadınları korumayı, kadına ve çocuklara şiddeti, cinayetleri, tecavüzü, istismarı önlemeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen iktidar, kadınları umursamıyor.
“Artışların ciddi bir kısmı enflasyonla geri alındı”
Enflasyon sepetindeki ürünlerin ve ağırlıkların güncellenmesine ve 409 maddenin ağırlıklarının değiştirilmesine rağmen TÜİK’in 2022 Ocak ayına ilişkin enflasyon verileri, aylık yüzde 11,10, yıllık yüzde 48,69 oldu. Memur ve memur emeklisi maaşlarına ilk 6 ay için yapılan yüzde 7,5 oranındaki zam, enflasyon artışının altında kaldı. Merkez Bankası’nın üç hafta önce yüzde 23 olarak açıkladığı yılsonu enflasyon hedefi çöpe gitti.
Gıda fiyatlarında aylık enflasyonun yüzde 10,9’da kalmasına karşılık yıllık yüzde 55,6’ya ulaşmış olması, rakamların gerçekliğinin sorgulanmasını gerektiriyor. TÜFE’de, ocakta bir önceki aya göre yüzde 11,10, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 48,69 artış oldu. Enflasyon, Nisan 2002'den bu yana en yüksek seviyeye çıktı. Bağımsız ekonomist ve akademisyenlerin oluşturduğu ENAG, enflasyonun ocakta aylık bazda yüzde 15,79, yıllık olarak da yüzde 115,17 arttığını hesapladı.
Merkez Bankası (MB), 2022 yılsonu enflasyon hedefini yüzde 11,8’den yüzde 23,2’ye yükseltmişti. Bu hedefin tutabilmesi için kalan 11 ayda toplam enflasyonun yüzde 12,1 olması gerekiyor. Bu da şubat-aralık döneminde aylık enflasyonun en fazla yüzde 1 olması demek. Oysa daha şimdiden önümüzdeki aylarda da aylık enflasyonun bir süre daha çift haneli ve sonrasında en az aylık yüzde 5-9 arasında seyredeceği görülüyor. TÜİK’in yüzde 11,10 olarak açıkladığı ocak enflasyonu, MB’nin 2022 yılı ilk enflasyon raporundaki hedefleri çöpe dönüştürdü.
Asgari ücrete, memur, emekli, sözleşmeli ücretlerine yapılan artışların ciddi bir kısmı enflasyonla geri alındı. Sayıları 14 milyona yaklaşan emekliler enflasyonun ağır hasarıyla gelirlerinde eksiye düştü. Gelir artışlarının her ay ya da azami üç ayda bir yeniden düzenlenmesi kaçınılmaz hale geldi.
“Tarımda yapısal reformların hızla uygulamaya konulması zorunludur”
İktidar, tarımsal üretimin girdi maliyetleriyle sürdürülemez hale geldiği ve gıda enflasyonunun yüzde 55’i aştığı bir ortamda milyonlarca üreticinin feryadını duymazdan geliyor. Üretim girdileri yüzde 250-400 arasında artan üreticiye dekar başına 50 liralık destekle yaklaşan gıda kıtlığının önlenmesi olanaksız. Ülkemizin sebze meyve üretim ve ihracat deposu illerimizden yükselen sesler, seracılığın tükenmeye doğru gittiğini gösteriyor.
Tarımda yapısal reformların hızla uygulamaya konulması zorunludur. Üretim düşüşü ve gıda kıtlığı başladıktan sonra alınacak hiçbir önlem çözüm sağlamayacağı gibi, dünyada artan gıda fiyatları ve gıda arzı nedeniyle ithalat yoluna gidilse de yüksek fiyattan yapılacak ithalat fiyat artışlarını ve enflasyonu daha da yukarı çekecektir. İktidarın üreticinin üretimden vazgeçmemesi için ciddi bir destek programını, ithal girdilerde sübvansiyonu, sulama, elektrik, doğal gaz ücretlerinde indirim ya da faturanın belirli bir yüzdesinin iadesini gündemine alması gerekmektedir.
İktidarın ‘ihracat artışı ve cari fazla’ üzerine kurguladığı ekonomik modeli, ocakta aylık 10,5 milyar dolarla tüm zamanların rekorunu kıran dış ticaret açığı ile daha ilk ayda çöktü. İhracatın ithalatı karşılama oranı 20,3 puan düşüşle yüzde 62,8’e inerken ithalatta yüzde 55’e varan artış, ‘rekabetçi kur’ politikasının ve ‘kuru baskılama’ politikasının geçersizliğini gösterdi.
İktidarın düşük faiz ile yatırımların desteklenerek, büyüme ve istihdam artışını hedefleyen, rekabetçi kur avantajı ve yatırımların artmasıyla ihracatın artırılmasını, ithalatın düşürülmesini ve cari açığın cari fazlaya çevrilmesiyle döviz gelirlerinin artırılmasını, dış borca bağımlılığın ortadan kaldırılmasını öngören modeli, daha yolun başında en önemli ayağından ciddi yara aldı. Ocak ayı verilerindeki asıl dikkat edilmesi gereken tablo, ihracat artışına rağmen ihraç gelirlerinin düşmesi, birim ihracat gelirinin, birim ithalat fiyatının üçte biri düzeyine inmiş olması. Diğer deyişle daha fazla malı daha ucuza ihraç ederek ihraç gelirlerini artırma yolunun sonuna gelindi.
BDDK, Kur Korumalı Vadeli TL Mevduat (KKM) hesap sahiplerinin 620 bin kişi olduğunu açıkladı. Yapılan tebliğ değişiklikleriyle parası döviz olanlara sağlanan olanaklar genişletiliyor. 620 bin kişinin faiz geliri ve dövizindeki kur kaybı, 84 milyon yurttaşın ödedikleri vergilerle Hazine’den finanse ediliyor. 131 milyon hesaptan KKM’ye geçen hesap sayısı 620 bin, toplam hesapların binde 2,1’i.
Vaat edilen faize, kur garantisine, yüksek getiriye rağmen toplam mevduatın sadece yüzde 5,5’lik kısmı KKM sistemine dahil olmuş. Mevduat sahipleri, iktidara ve ekonomi yönetimine güvensizliğini ve paralarıyla ilgili kaygı taşıdıklarını, sistemin dışında kalmayı tercih ettiklerini gizlemiyor.
“Para, faiz, kur politikaları milyonerlere hizmet ediyor”
BDDK’nın 2021 yılsonu verileri, iktidarın uyguladığı para, faiz, kur politikalarının zengini daha zengin, fakiri daha fakir yaptığını, milyonerlere hizmet ettiğini sergiliyor. Kitleler yoksullaşırken milyonerlerin sayısı bir yılda yaklaşık 200 bin kişi arttı.
Açıklanan resmi verilerle geçen yıl milyoner sayısı 191 bin 181 kişi arttı. Hesabında 1 milyon TL ve üzerinde parası olanların toplam sayısı ikiye katlanarak 471 bine ulaştı. 2020 yılında bu sayı 279 bin idi.
471 bin hesapta 3,1 trilyon, 125 milyon hesapta 87 milyar olduğunu düşündüğümüzde, uçurumun ne kadar derin olduğu, servetin dar bir kesimde toplandığı daha iyi anlaşılıyor. Çoğu hesap sadece maaş hesabı ve milyonlarca hesaptaki para, maaş yattıktan sonra sıfırlanıyor. Bu da iktidarın uyguladığı ekonomi politikalarının kimlere hizmet ettiğini somut hale getiriyor.
“Millete ait olan millete dönecek”
Cumhurbaşkanı Erdoğan kararıyla Hazine’ye, Milli Emlak’a ait kıyı ve ormanlık alanlarda, sahillerde, kent merkezlerinde değerli arsa ve araziler satılırken bir yandan da millete ait bu varlıkların satışına, imara, inşaata açılmasına yönelik yargıdan iptal kararları çıkıyor. CHP iktidarında, mevcut iktidarın arsa-arazi yağması, doğayı tahrip eden imar kararlarıyla birilerine aktardığı devasa rantlar geri alınacak, milletin olan millete iade edilerek yine milletin olacaktır.
Geçen hafta Danıştay’ın en üst ve nihai karar organı olan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’ndan çıkan kararla iktidarın rant ve inşaat hırsının hukuksuzluğu yargı kararıyla da tescil edildi. Eş zamanlı olarak Ordu İdare Mahkemesi, Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin kıyı düzenleme ve rekreatif alan kazanma amaçlı deniz dolgu projesinin inşaatını durdurdu. Özellikle Karadeniz’de doğayı alabildiğine tahrip eden; yaylaları, kıyı şeritlerini, ormanlık alanları imara, çevreyi kirleten maden yatırımlarına açan iktidarın çevreyi katleden bir kararı daha yargıdan döndü.
Ancak bugünden şunun bilinmesi gerek. Bu arsalar, araziler, sahiller, kıyılar Hazine’nin üzerine de görünse millete ait. Yangından mal kaçırırcasına, iktidardan gideceklerini görerek hız verdikleri bu satışlarda milletin olan taşınmazları kapışanlar, bunların kamulaştırılacağını, kendilerinden geri alınacağını ve tekrar ait olduğu yere, millete iade edileceğini bilmeliler. Kimse bu rant ve çevre katliamına ortak olup, servet ve kazanç kapısı görerek yanlış hesap yapmasın. Millete ait olan millete dönecek, kimsenin endişesi olmasın.
“CHP iktidarında daha yeşil, çevrenin, doğanın korunduğu bir Türkiye’de hep birlikte mutlu ve huzurlu yaşayacağız”
AK Parti iktidarları süresince son 20 yılda, ülkemizde çevre ve doğa tahribatı hızlandı. Uygulanan enerji politikalarıyla, yandaş müteahhitlere dağıtılan lisanslarla ülkenin su kaynakları tüketildi. Kuruyan sulak alanlarda yaşayan canlı türleri yok oldu. Sulak alanları, hızla çöle dönüştü. Tarım alanları imar değişiklikleriyle yapılaşmaya açıldı.
İktidarın ülkenin çıkarlarını, çevrenin ve doğanın korunmasını düşünmekten çok günlük siyasi çıkarının peşinde olduğu, çevreyi doğayı, doğal kaynaklarımızı koruma konusunda samimi olmadığı açıkça görülüyor. CHP iktidarında, çevre ve doğa katliamı son bulacak. Daha yeşil, çevrenin, doğanın korunduğu, modern tarımın inşa edildiği bir Türkiye’de, hep birlikte mutlu ve huzurlu yaşayacağız.
“Katar-ABD arasındaki bu sürpriz yakınlaşma ABD yönetiminin bölgedeki yeni tercihlerini yansıtıyor”
ABD Başkanı Biden’ın Katar Emiri Şeyh el Tamim’i Beyaz Saray’a davet ederek ağırlaması ve Katar’ı ‘NATO üyesi olmayan en önemli stratejik ortak ve müttefik’ olarak nitelendirmesi, bölgemizde Katar’a ABD tarafından çok önemli bir misyon yüklendiğini gösteriyor. Rusya’nın Kuzey Akım 2 boru hattını yaptırım kapsamına almayı planlayan ABD, Avrupa’nın doğal gaz açığını Katar’dan sağlamayı hedefliyor.
Katar-ABD arasındaki bu sürpriz yakınlaşma, ABD yönetiminin bölgedeki yeni tercihlerini yansıtıyor. Doğu Akdeniz’de Mısır’a 2 milyar dolarlık silah satışına onay vererek müttefik seçimini ilan eden ABD, Ege ve Akdeniz’de bu pozisyonu Dedeağaç ve Girit’te kurduğu üsleri, F-35 ve savaş gemileri de dahil 9 milyar dolarlık silah satışıyla Yunanistan’a verdi. Erdoğan iktidarının ve dolayısıyla Türkiye’nin bu tercihler içinde yer almadığı anlaşılıyor.
“İran ile ABD arasındaki nükleer müzakerelerde olumlu bir gelişme sağlandı”
Trump döneminde kaldırılan sivil amaçlı nükleer faaliyetlere yönelik muafiyetler yeniden yürürlüğe konularak, İran ile ABD arasındaki nükleer müzakerelerde olumlu bir gelişme sağlandı. ABD’nin Trump’ın kararını iptal ve muafiyetleri devreye sokma kararının Katar Emiri’nin ABD ziyaretinden hemen sonra gelmesi, Katar’ın aracılığının ilk olumlu sonucu olarak değerlendirilebilir.
Bundan böyle bölgede ABD ile sorun ve sıkıntı yaşayan ülkelerin Katar’ın kapısını çalmasının gerekeceği söylenebilir. Bu açıdan Biden ile yakınlaşmak ve arasını düzeltmek için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar Emiri’nden yardım ve destek istemesi, tavize hazır olduğunu iletmesi sürpriz olmayacaktır.”
(ANKA)