Prof. Dr. Sinan Alçın: Hazine’nin faiz ödemeleri ‘cepte delik’ olduğunu gösteriyor
Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın, 2025 için sadece faize yapılacak harcamanın 1,9 trilyon lira olacağını kaydederek, “Bu da Hazine’nin borçlanma gereğinden kaynaklanıyor. Faiz bir anlamda cepteki delik anlamına gelir. Cebe sürekli para koysanız bile, delikten akıp gidecek. Yani bu bir ‘ponzi finans’ oluyor” diye konuştu.
İLHAN DUMAN
Nasıl Bir Ekonomi TV’de Ekonomi Masası’nın konukları İnfo Yatırım Stratejisti Çağlar Toros, Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın ve Yatırım Finansman Strateji ve Yatırım Danışmanlığı Uzmanı Berna Önsel oldu. EKONOMİ Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Güldağ ve gazeteci Berfin Çipa’nın sorularını yanıtlayan uzmanlar, piyasaları ve ekonomideki gelişmeleri değerlendirdi.
Çağlar Toros, Ukrayna’nın ABD füzeleriyle Rusya’ya saldırısının jepolitik gerginliği artırdığını ifade ederek, piyasalar açısından da işin tadının kaçtığını ifade etti. Toros, “Tam düzeldik derken jeopolitik gerginliklerin artarak devam etmesi, Borsa İstanbul BİST 100 Endeksi’nin gündemine de bomba gibi düştü” dedi. Geçtiğimiz haftalarda ekim ayı enflasyon verisinin beklentilerin üstünde gelmesiyle birlikte sıkı para politikasının daha hızlı olabileceğine dair beklentiler oluştuğunu söyleyen Toros, “Bu kapsamda da ekonomik durağanlığın daha hızlı gelme ihtimalinin yükselmesi, piyasalardaki kâr realizasyonlarını artırmıştı. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın yıl sonu enflasyon beklentilerini yukarı yönlü revize etmesinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da yaptığı açıklama, tekrardan faiz indirimi döngüsünün daha erken aylara doğru çekilebileceğine dair beklentileri artırmış ve BİST 100 Endeksi 1 Ekim’den sonra ilk defa 200 günlük hareketli ortalamasının üstüne çıkmıştı. Çünkü faiz indirimi döngüsüyle birlikte özellikle bankacılık sektöründe bankaların fonlama maliyetleri tarafındaki azalış beklentisi ve kredi mevduat sepetindeki düzelme beklentisi, bankacılık sektörü önderliğinde Borsa İstanbul’un tekrardan 9.300 seviyesinin üstüne gelmesine sebebiyet vermişti” dedi.
“Düşüş sarmalından kurtulmak için 9.350 seviyesi geçilmeli”
Bu hafta itibariyle risk iştahının oldukça düşük olduğunu belirten Toros, “Ukrayna-Rusya arasındaki gerginliğin tırmanması BİST 100 Endeksi’nin 9.300’lerden 9.000 seviyelerine kadar geri çekilmesine sebebiyet verdi. 9.000 seviyesinin üstündeyiz ama bence bu seviye bile yeterli değil. Yani bu düşüş sarmalından kurtulabilmemiz için 200 günlük hareketli ortalamanın geçtiği 9.350 seviyesinin kırılması gerektiğini düşünüyorum. 200 günlük hareketli ortalama geçilmeden kısa vadeli yukarı yönlü hareketlerden söz etmenin çok da kolay olabileceği kanaatinde değilim” diye konuştu.
“Jeopolitik gerginlikler kıymetli metalleri yukarı taşıyor”
Jeopolitik gerginliklerin Borsa İstanbul tarafını baskıladığını ama kıymetli metaller tarafında da hafif yukarı yönlü bir hareket oluşturduğunu aktaran Çağlar Toros, “Jeopolitik gerginliklerin etkisiyle birlikte daha güvenli limanlara olan geçişlerin hızlanması ve kıymetli metallere biraz daha katalizör etki yaratması, altın fiyatlarının yukarı yönde gitmesine sebebiyet verdi” açıklamasını yaptı. Öte yandan ons altının bu yıl 3.000 doları bulmasının biraz zor olduğunun altını çizen Toros, “Fed'in faiz indirim döngüsü ya da jeopolitik gerginlikler altın tarafında bir katalizör tkisi yaratabilir ama 2024 yılı itibariyle ons altın açısından bence bu seviyenin gelmesi biraz daha zor gözüküyor ama 2025 için biraz daha olağan olabilir. Çünkü 2025 yılında Fed'in faiz indirimlerini daha hızlı yapması belki de her ay bir faiz indirimi yapması bekleniyor” diye konuştu.
Buna karşın piyasalarda Trump belirsizliği olduğunu ifade eden Toros, şöyle devam etti: “Trump yapacağı şeyleri söylüyor. Ama yapacak mı yapmayacak mı? Bu oldukça önemli. Para politikalarına çok fazla karışan bir başkandan bahsediyoruz. Bence Fed Başkanı Powell’ın yeri bile kesin değil. Çünkü seçim sürecinden önce Powell’ın görevden alınacağı konuşulurken Trump, belki de seçim gereği görev süresinin sonuna kadar Powell’ı görevde tutacağını söylemişti. Ama Trump'ın Powell'ı fazla da tutacağını düşünmüyorum. Para politikalarına da çok fazla karışacağını düşünüyorum. Ama bana göre özellikle Amerika ekonomisi açısından pozitif etki, Trump'ın bir iş adamı olması ve iş adamı bakış açısına sahip olduğu için en azından sanayi tarafının yukarı yönlü biraz daha gitmesine sebebiyet verebilir.”
“Merkez Bankası hedefine uyumlu bütçe yapan babayiğit şirket yok”
Prof. Dr. Sinan Alçın da bir yıl sonrasına ilişkin olarak kabaca hane halkında yüzde 73, piyasa katılımcılarında yüzde 22,5, reel sektörde de yüzde 51 civarında enflasyon beklentisi olduğunu belirterek, İngiliz ekonomist Timothy Ash ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın işaret ettiği enflasyon beklentisinin ise Orta Vadeli Program’da (OVP) Merkez Bankası’nın ve piyasa katılımcılarının beklentisiyle uyumlu olduğunu söyledi. Ama reel sektöre bakıldığında böyle bir tablo olmadığınıa işaret eden Ash, “Kasım ayındayız. Artık şirketler 2025 bütçelerini yavaş yavaş tamamlıyor. ‘Yüzde 14 ya da yüzde 23 enflasyon hedefiyle bütçe yapan bir babayiğit şirket var mı?’ merak ediyorum. Yok tabii ki. Dolayısıyla bir defa bu beklentilerin nereden kurulduğu önemli. Timothy Ash neden bunu söylüyor? Neyi temsil ediyor? Aslında özellikle IMF politikaları üzerinden düşündüğümüzde süreci okuma olabilir. Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek'le birlikte uygulanagelen politikalarda IMF’nin de yakın dirsek temasında olduğunu anlıyoruz. Bunu özellikle politika eksenine ilişkin açıklamalarda görüyoruz. Zaman zaman raporlara yansıdığını görüyoruz. OVP sonrası açıklamalarda görüyoruz. Ayrıca bazı uluslararası araştırma kurumları ve kredi derecelendirme kurumlarından da benzer bir ‘eşgüdüm’ görüyoruz” dedi.
“Masadaki senkronizasyon, sahada işlemiyor”
Bu durumun, bir senkronizasyon olduğunu gösterdiğini vurgulayan Alçın, “Fakat senkronizasyonun böyle olması, masada işin böyle dönüyor olması, sahada da bu şekilde ilerlediği anlamına maalesef gelmiyor. Yeniden değerleme oranları açıklandı. Sadece İstanbul'da suya yüzde 17,6’lık zam geldi. Yaz aylarında elektrik ve doğalgazda yüzde 38’lik artışlar oldu. Öte yandan kira artış sınırı kaldırıldı. Tüm bunlar tabii ki geniş kesimler üzerinde ciddi bir yük oluşturmuş durumda. Bu da şu soruyu akla getiriyor: Acaba özellikle ocak ayında memur, emekliler ve asgari ücrete yapılacak artışlar sonrasında, bu aslında artıştan ziyade bir enflasyon vergisi olarak mı kullanılıyor? Yani mevcuttaki yükün nasıl paylaşılacağı ile ilgili bir tabloyla karşı karşıyayız. Mesele sadece zam kısmı değil. Bunun nasıl fatura edildiği, kimler tarafından nasıl ödendiği veya ödeneceği de önemli” şeklinde konuştu.
Kamudan sürekli ihale alan büyük firmaların çoğunun son 3 yılı matrahsız geçtiğini söyleyen Sinan Alçın, “En büyük işverenin devletin olduğu bir tabloda, kamudan sürekli ihale alan bu firmaların önemli bir kısmı matrah açıklamıyorsa burada bir problem var demektir. Bir anlamda biraz daha eli ya da son haftalarda siyasetteki deyimle vücudu taşın altında olan KOBİ’lerin, sanayicinin taşın altında daha fazla ezildiği, ama bir şekilde ihalelerle işin kaymağını alanlar, işin hesabı ödenmeye geldiğinde de kenara çekilebildiği bir tablo oluşuyor. Bu tabii ki haklı olarak konfederasyonların da sadece harcamalarda değil, vergi kısmında da adaletin sağlanması gerektiği yönünde vurgu yapmaları sonucunu getiriyor” ifadelerini kullandı. . Bakan Şimşek’in de kamuda personel giderlerinin, toplam giderlerin yüzde 42’sini oluşturduğu yönünde bir açıklaması oldu. Bu da 2025 yılında, hem kamudaki personelin ücretlerinin hem de asgari ücretin mevcut ekonomi yönetimi açısından bir anlamda savaşılan veya da yönetilmeye çalışılan kısmı oluşturacağını gösteriyor.
“Asgari ücrette bu filmi daha önce seyrettik”
Uluslararası kurumların, yabancı ekonomistlerin asgari ücret açıklamalarını da yorumlayan Alçın, şöyle devam etti: Biz bu filmi daha önce seyrettik. 1980’li yıllarda özellikle IMF ile yapılan stand by anlaşmaları içinde ilk madde reel ücretlerin baskılanması üzerine kuruluydu. Benzer bir senaryo dönmeye devam ediyor. Peki yumurta tavuk hikayesi gibi ‘Asgari ücret mi enflasyonu artırıyor ya da enflasyon mu asgari ücreti artırıyor’ diye bakmanın ötesinde, gerçekte ne oluyor? Enflasyonu hızlandıran talep nereden geliyor diye baktığımızda, özellikle nüfusun en üst gelir grubunun lüks tüketiminden daha fazla etkilendiğini görüyoruz. Ayrıca özellikle şirket kârlarına yansıyan kısımlar var ve bir yönüyle de servet transferinin işlediğini ve gelir dağılımının bozulduğunu görüyoruz. Dolayısıyla esas mevcuttaki programda çalışmayan bacak, maliye politikası, mali disiplin ve şeffaflık kısmı. Bu kısmın daha fazla çalışması lazım.”
“Hazine garantili projeler tartışılmıyor”
Kamu özel iş birliği ve hazine garantili projelerin, olduğu gibi ve döviz cinsi taahhütle devam ettiğinin altını çizen Alçın, “Bunlar, zor bir dönemden geçilirken TL karşılığına çevrilebilir, ertelenebilir ya da bazıları iptal edilebilir. Fakat bu konu mevcutta tartışma içerisinde bile değil. 2025 yılı bütçesi, bütçe komisyonunda görüşülüyor. Yakın zamanda da Meclis Genel Kurulu’nda oylanarak yasa haline gelecek. Çok dikkat çekici bir kalem var. 2025 yılında faiz ödemeleri için öngörülen tutar 1,9 trilyon lira. 2024 yılı için öngörülen toplam bütçe açığı 1,7 trilyon liraydı. Bunun biraz üzerinde tamamlayacağız 2024’ü. 2025 yılı için sadece faize yapacağımız harcama 1,9 trilyon lira. Bu da Hazine’nin borçlanma gereğinden kaynaklanıyor” dedi.
Sürekli tahvil ihracı yapıldığını ve bu tahvil ihracının da dünyanın neredeyse en yüksek faiz oranıyla karşılık bulduğunu vurgulayan Sinan Alçın, “Bu, bence sevinilmesi gereken bir durum değil. Çünkü giderek faiz yükünü artırıyor. Faiz bir anlamda cepteki delik anlamına gelir. Yani cebe sürekli para koysanız bile o delikten akıp gidecek. Bu bir ‘ponzi finans’ oluyor. Ekonomideki genel kurama göre bunun çözümü şudur: Geliri artıramıyorsan, harcamaları kısarsın. Mevcut durumda vergi gelirlerini çok fazla artırabilecek alan da gözükmüyor. Çünkü reel kesimde daralma var ve muhtemelen devlet 2025 yılında öngörülen vergi gelirine ulaşamayacak. Harcamalar kısılmaya çalışılıyor ama bunu doğrudan geniş kesimler üzerine saldığında, yani bir tür vergiye dönüştürdüğünde, reel sektörler ürettiği malları satamaz hale geliyor. Eş kaplar şeklinde işliyor ekonomide gelir harcama akımı. Yani bir tarafı sürekli kısarak, diğer taraftaki musluğu açarak, sağlıklı biçimde işleyen bir mekanizma oluşmuyor. Normalleşme veya rasyonel bir zemine dönüş aranıyorsa buralara da nitelikli biçimde dokunulması gerekiyor” şeklinde konuştu.
“Borsada satış ağırlıklı bir seneyi tamamlıyoruz”
Borsa açısından oldukça volatil bir senenin geride bırakılacağının altını çizen Berna Önsel ise, “Yeni yılda biz savaş fiyatlamalarını konuşmaya devam edeceğiz. O yüzden savunma sanayii şirketleri ön planda olacak. Borsalarda satış ağırlıklı bir seneyi tamamlıyoruz. Her ne kadar Borsa İstanbul’da yılın başından bu yana yüzde yirmilik getiri olsa da genel itibariyle satış ağırlıklı dönemlerimiz çok daha fazla oldu. Önümüzdeki süreçte savunma sanayi şirketlerinin biraz daha ön planda olmasını bekliyorum. Küresel merkez bankaları faiz indirim döngüsüne geçti. İçeride de aralık sonrasında indirim dönemi bekliyoruz. O yüzden mevduatlar tarafında bir miktar daha ılımlı bir yıl, borsalar tarafında ise bir miktar daha kuvvetli bir sene bekleniyor. Senaryo bu yönde. Ama tabii savaş senaryosunun olduğu bir ortamda savunma sanayi şirketleri, altın ve değerli metaller portföylerde yeni yılda da bana kalırsa yer alacaktır” değerlendirmesini yaptı.