Prof. Dr. Emre Alkin: Ekonomi yönetimi, tam olarak ne yaptığını bilmiyor
Ekonomi yönetiminin döviz kuru politikasını eleştiren Topkapı Üniversitesi Rektörü ve EKONOMİ gazetesi yazarı Prof. Dr. Emre Alkin, “Aslında tam olarak ne yaptığını bilmiyor ekonomi yönetimi. Açlık sınırının altında olan asgari ücret, bugün döviz bazında, ekonomi yönetiminin uyguladığı politika yüzünden pahalı gözüküyor” dedi.
İLHAN DUMAN
Nasıl Bir Ekonomi TV’nin Ekonomi Masası programının konukları Ata Portföy CEO'su Mehmet Gerz, Topkapı Üniversitesi Rektörü ve EKONOMİ gazetesi yazarı Prof. Dr. Emre Alkin ve Yatırım Finansman Strateji ve Yatırım Danışmanlığı Uzmanı Berna Önsel oldu. EKONOMİ Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Güldağ ve gazeteci Berfin Çipa’nın sorularını yanıtlayan uzmanlar, altın piyasası, borsa ve ekonomideki gelişmeleri değerlendirdi.
Dolara dair ciddi bir endişe oluştuğunu ve bunun altın piyasasına yansıdığını belirten Mehmet Gerz, “ABD’nin 36 trilyon dolar kamu borcu var. Bu rakam milli gelirin 1,5 katı dolayında. Bunun üzerine yılda 1,2 trilyon dolar faiz ödüyor. Bu Türkiye’nin milli geliri kadar. Bütün vergi gelirlerinin yüzde 23’ünü faize ödüyor ABD. Bu çok yüksek bir rakam. Vergi gelirlerinin yaklaşık dörtte birini faize ödüyorsanız yatırıma çok bir şey kalmaz. ABD’de kamu yatırımı yapılmıyor ama özel sektör başka bir dinamizme sahip. Borsanın finansman kaynağından besleniyor. Nasdaq sürekli yükseliyor” dedi. Kamuda ise Fed’in bastığı paralar tam geri çekilmediği için büyük bir borç oluştuğunu kaydeden Gerz, “Bu da dolara ilişkin bir endişe yaratıyor. Doları uzun vadede iyi bir rezerv parası olarak görmeyen bazı devletler, en başta Çin, kendi rezervlerindeki dolar miktarını azaltmaya başladılar. Türkiye de buna dahil. Dolar azaltırken de Euro, Pound veya Yen değil de altına döndüler, altın alınıyor” diye konuştu.
“Portföyün yüzde 15’i altın ve gümüşten oluşmalı”
Altının yükselişinin aslında Fed'in faiz indirimi beklentisiyle başladığını belirten Gerz, “Bir kere harekete başlayan altın şimdi başka etkenlerle devam ediyor. Yani 3.000 doları görür mü, görmez mi? Bilemeyiz. Ancak portföy yönetimi anlayışıyla bizim şöyle bir tespitimiz var. 100 liralık bir portföyünüz varsa bunun yüzde 15’inin altın ve gümüşten oluşmasını öneriyoruz. Altının 4’te 1’i hatta 5’te 1’i kadar gümüş taşırız değişken fonlarımızda. Altınla ilgili yüzde 15 öneriyoruz ama aslında Türkiye halkının tercihine bakarsanız, örneğin bireysel emeklilik fonlarında altının oranı yüzde 30’un üzerindedir. Yüzde 30-35 arasındadır ve en büyük varlık sınıfıdır. Bu açıdan, Türkiye halkı aslında doğru tercihler yapmış oluyor” dedi.
2-3 sene önce altın ithalatı nedeniyle cari açığın arttığını kaydeden Mehmet Gerz, “O zaman negatif bir makro göstergeye dönüşmüştü. Şimdi ithal edilen altınların değeri arttı. Bunlar bozulduğu takdirde hem onları alanlar için hem de ülke için pozitif bir yatırıma dönüşüyor. Tabii ki altının bozulması lazım. Sürekli yastık altında, hesaplarda tutulması iş değil. Altının fiyatı yükseldikçe tabii ki insanlar da bozduracaktır. Dolayısıyla ekonomiye yeni bir kaynak oluşacak, tasarrufun fiili olarak yatırıma dönmesi imkanı olacak. Yani altının yükselmesini ben Türkiye için pozitif görüyorum” dedi.
“Konut için altın satışı, kredinin yerine geçmez”
Konut alımı için yapılan altın satışına da değinen Gerz, Türkiye'de konut ihtiyacının çok net olduğunu, ancak altını satıp konut alma eğiliminin konut kredisinin yerine geçmediğini belirtti. Elinde altın olanlarla ev almak için borç alması gerekenlerin farklı kesimler olabileceğine işaret eden Gerz, “Genç veya orta yaşlı çalışanlar bankada konut kredisi verilse konut kredisi alabilir. Çünkü düzenli geliri var ama bankalar konut kredisi veremiyorlar. Son 5-10 yılın ekonomi politikalarının mirası bu. Bütün ekonomik denge bozulduğu için vadeler çok kısaldı. Şirketler bile 6 aylık vadelerle borç alıyorlar TL bazında. Dolayısıyla bankanın 5 yıllık 10 yıllık konut kredisi verme imkanı yok. Bunun için enflasyonun düşmesi lazım” dedi.
Borsa İstanbul’da ise yıl sonu için 14.000 beklentilerinin değişmediğini ifade eden Mehmet Gerz, şöyle devam etti: “ Beklentimiz devam ediyor çünkü borsada zaman zaman çeyreksel gerilemeler olur. Yüzde 25’e yakın düşüş oldu. “Eğer borsada yüzde 20’lik düşüşlere katlanamayacaksınız, bünyeniz bunu kaldırmayacaksa burada yatırım yapmayın” diye bir söz vardır. Çünkü borsada yüzde 20-25 düşüşler, eşyanın tabiatında olan şeyler. Açıkçası borsadaki düşüş biraz aşırıya kaçtı. Çeyreksel bilançolar kötü ama bilançoların kötü olmasında enflasyonun etkisi var. Enflasyon çok yükseldi. Yüzde 70’lerden geliyoruz. Yavaş yavaş düşüyor. Bu yüksek enflasyonun yarattığı yüksek parasal kayıplar var bilançolarda. Enflasyon düzeltmesinden bahsediyorum. Şimdi enflasyon düştükçe, bu düzeltmelerin miktarı azalacak. Yani enflasyona uyarlı bilançolarla normal bilançoların birbirine yaklaştığını göreceğiz.
“Enflasyonun yarattığı kaotik durum borsayı da negatif etkiliyor”
Seneye de bankalar enflasyon muhasebesine göre başlıyorlar. Bu enflasyon muhasebesinin yarattığı bir karmaşa var. Bilançoları anlayamama söz konusu. Bence bu en çok yabancıları etkiliyor. Borsaya gelmesi beklenen yabancıların gelmeyişinin ana nedenlerinden biri enflasyon muhasebesinin yarattığı karmaşa. Çünkü çok az rapor çıkıyor. Çıktığı zaman şirket bilançoları, kârlar olduğundan daha kötü gözüküyor büyük parasal kayıplar nedeniyle. Yani enflasyonun yarattığı kaotik durum borsayı da negatif etkiliyor bu sene. Yıl sonunda enflasyon yüzde 40’larda olacak. 2025 sonunda yüzde 25- 30 olacak. Enflasyon yavaş yavaş rayına girecek ve Merkez Bankası da faiz indirmeye başlayacak. Bunun için 2025 beklentilerini şu anda en kötü psikolojik ortamda alıyor olmak lazım. O yüzden yatırım portföyünde borsayı yüzde 30 öneriyoruz tutuyoruz. Yüzde 40’ı da da şu an hâlâ sabit getirili araçlara ayırıyoruz. Çünkü faizler yüksek. Özellikle para piyasası fonlarında risk yok gibi ve yıllık faiz getirisi yüzde 50. Mevduata göre çok daha rahat yatırım yapması. Her gün çekebilirsiniz. Tabii yüzde 50 bütün bir yıl devam etmeyecek. Belki sene sonunda yüzde 47,5 olacak. Sonra Merkez Bankası bunu kademeli şekilde aşağı doğru çekiyor olacak ama şu anda yüzde 50. Belli ki 1-2 ay daha böyle gidecek. Öyle gözüküyor. Dolayısıyla para büyük oranda bu para piyasası fonlarına gidiyor, yani sabit getiriye gidiyor. Borsaya gitmiyor, riski almıyor, Ama bu değişim olduğu zaman faiz düşmeye başladığında yatırımcı borsada almaya başladığı zaman bu sefer endeks 9.000 değil de 11.000 olacak muhtemelen. Çünkü borsa biraz önden koşar. Yani beklentileri önden satın alan bir yerdir. Ben kasım, aralık aylarında bunun olmaya başlamasını bekliyorum.”
“Faizin seviyesi hem tüketiciyi hem de esnafı perişan ediyor”
Aralıkta faiz indirimi beklediklerini ama Merkez Bankası’nın ekim ve kasım ayı enflasyonunu görmesi gerektiğini vurgulayan Gerz, “Bu iki veri önemli. Merkez Bankası aylık trendin yüzde 2,5’in altına geldiğini görmek istiyor. Fiyatlar öyle bir noktaya geldi ki bugün esnaf iş yapamaz noktada. Bundan dolayı mecburen en azından fiyat artışları yavaşlayacak. Bence öyle bir noktaya geldik. Eylül ayı istisnai bir ay oldu. Çünkü okulların açıldığı aydı. Yine zamlar yapıldı ama ekimle birlikte artan şekilde kasımda, aralıkta fiyatlama davranışlarının biraz kırılacağını düşünüyorum. Merkez Bankası bunu gördüğü anda bir sonraki Para Piyasası Kurulu toplantısında faiz indirimine başlayacaktır. Çünkü gerçekten bu faiz seviyesi hem tüketiciyi hem de esnafı, iş sahiplerini perişan etmeye başladı. Bu şekilde çok fazla sürdürülemez” şeklinde konuştu.
“Ekonomi yönetimi, yarattığı yan etkiyi düzeltmek için başka bir yan etki yarattı”
Prof. Dr. Emre Alkin de ekonomi politikalarına yönelik değerlendirmelerde bulunarak, eski ekonomi yönetimlerinde her dönemde farklı bir şey denendiğini ifade etti. “Numune hastanesi örneklerindeki gibi her gelen stajyer doktor, hastaya kendine göre bir teşhis koydu. Kendine göre bir ilaç verdi” diyen Alkin, “Olan hastaya oldu. Hasta da Türkiye ekonomisi. Şimdi gelenler ‘bir de biz el atalım’ dedi. Ama ortaya çıkan sonuca bak. Merkez Bankası, faizleri önce yavaş yavaş artırdı, sonra da hızlı artırmaya çalıştı. Ama döviz kurunu sabit tuttu. Enflasyona yansımasını suni şekilde engellemeye çalıştı. Sonra tamamen korelasyonu da bozdu. Yani öyle bir dünya getirdi ki, bankalardan insanlar ihtiyacı olan dövizi almaya çalıştığında çok pahalı olduğu için serbest piyasaya gitti. Serbest piyasadakiler dedi ki, ‘Bize sakın EFT falan yapmayın. Dövizi nakit olarak getirin. Biz de size nakit olarak verelim’ deyince tuhaf görüntüler oluştu” dedi.
Serbest döviz kuru olduğuna dair söylemlerin de doğruyu yansıtmadığını ifade eden Alkin, “Serbest döviz kuru böyle olmaz. İnsanları zorla nakit alışverişe zorladılar. İnsanlar bankadan nakit çekince panik oldular. Bu sefer nakit alışverişlerle alakalı cezalar getirdiler. Aslında tam olarak ne yaptığını bilmiyor ekonomi yönetimi. Yaptığı bir uygulamayla bir yan etki yaratan, o yan etkiyi düzeltmek için başka bir yan etki yaratan tuhaf bir ekonomi yönetimi var. Açlık sınırının altında olan asgari ücretimiz bugün döviz bazında, bu ekonomi yönetiminin uyguladığı politika yüzünden pahalı gözüküyor. Türkiye'de bulunan yabancı firmalar ‘Sürekli maaş zammı yapıyoruz. Nereye kadar gidecek bu iş?’ diye soruyor” diye konuştu.
“Tam bir bilinmezlik havuzuna dalıyoruz”
Öte yandan dünyada büyüme konusunda ciddi bir ayrışma olduğunu belirten Emre Alkin, şunları söyledi: “Eskiden ‘gelişen ülkelerin patikası bu, gelişmekte olan ülkelerin patikası bu’ diye analizler yapılırdı. Şimdi artık durum öyle değil. Birçok ülke çok değişik büyüme hızına geçti. Mesela Suudi Arabistan bu sene eksi büyümede fakat gelecek sene yaklaşık yüzde 4 büyümesi bekleniyor. Bu tip raporlar sene başında açıklanır. Sene sonunda duruma göre revize edilir. Bana sorduklarında ‘Kötüsü geride kaldı. En kötüsü geliyor’ diyorum. Bütün dünya için bu böyle. OECD ve IMF, enflasyondaki düşüşün hiçbir şekilde faiz artışları veya talebin bozulmasıyla gerçekleşmediğini; tam tersine ücretlerde, enerji fiyatlarında dengelenme, gelecek beklentileri ve fiyatlama davranışlarında düzelmeyle aslında enflasyonun düştüğünü farketmişler. Faiz artışlarını sert yaptığı için de bazı ülkelerin arasında resesyon tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını görmüşler. ABD gibi bazı ülkelerinde sancılı ve acılı bir şekilde düştüğü yerden kalkmaya başladığını ve bu aslında birbiriyle korelasyonu kopan, ülkeden ülkeye değişen büyüme oranlarının görüleceğini, bazı sürprizlerin olacağını gösteriyor. Yani aslında tam bir bilinmezlik havuzuna dalıyoruz 2025 yılında. Bazı ülkeler için büyüme oranları söylemişler. Anlaşılır gibi değil. Ama mesela Rusya ile alakalı olumsuz yorumda bulunmuşlar. Türkiye'yle alakalı beklentilerini geriye çekmişler. Bu çok normal. Yani Orta Vadeli Programa ben inanmıyorum. Yüzde 17,5 enflasyonla yüzde 4 büyüme nasıl olacak? Ben 2025’te yüzde 3 civarında büyüme, yüzde 25-35 arası enflasyon olacağını düşünüyorum. Kötü senaryo yüzde 35, iyi senaryo yüzde 25. Ama bu resmi rakamlar doğrultusundaki beklentim. Vatandaşın hissettiği yüzde 50’den aşağı olmayacak. IMF çok bahsetmemiş ama raporunu okurken anlıyorsunuz ki bir endişesi var. Bir kur atağı yaşarsa Türkiye gibi ülkeler, bütün bu parametreler bozulacak. Gelecek sene biz borsada veya sermaye piyasalarında hâlâ olumsuz bir şekilde yola devam edersek tabii ki bütün bu parametreler bozulur. IMF ve OECD, hiçbir şekilde korelasyonu olmayan, eş anlı bir şekilde yolda yürümeyen ülkelerden bahsediyor. Bu nedenle yatırımcıların mutlaka seçici olması gerektiğini vurguluyor. Bir bölgedeki bazı ülkeler iyi büyüyecek, bazı ülkelerde olumsuz büyüme olacak. Türkiye de olumlular ve olumsuzlar arasında bir yerde duruyor. IMF Türkiye için 2025’i rehabilitasyon yılı ilan etmiş.”
“Borsada 9.000’in üzerinde kalıcılık isteği yok”
Hem iç piyasada hem dışarıda bilanço dönemi olduğunu kaydeden Berna Önsel ise bilanço beklentilerine paralel endeksteki fiyatlamaların şekilleneceğini ifade etti. Konsolide olmayan bilançoların 11 Kasım'a kadar devam edeceğini belirten Önsel, “Bununla birlikte iç fiyatlama bunun üzerinden şekillenecektir. Piyasada şu an kritik direnç olan 9.000’in üzerinde bir kalıcılık isteği yok. O yüzden 9.000 altında kalındığı müddetçe piyasada şu an için net bir yön tayini yapmak zorlaşacaktır. Aşağıda 8.750 seviyesi takip ettiğimiz kritik desteklerden bir tanesi” dedi.
Geçen hafta Merkez Bankası’nın, faiz kararındaki metinde, şahin tonu koruduğunu söyleyen Önsel, “Faiz kararıyla birlikte beklentiler aralık, hatta ocağa sarktı. Faiz indirim sürecinin ötelenmesi piyasa üzerinde bir baskı unsuru. Son dönemde Merkez Bankası'nın net döviz pozisyonlarına baktığımızda 2022 sonrasındaki en yüksek rakamları görüyoruz ve piyasada şu anda döviz alımına devam ediyor. Genel itibariyle şahin tonun korunduğu bir metin almaya devam ettiğimiz müddetçe faiz indirim sürecinin de ötelendiğini göreceğiz. Halihazırda Merkez Bankası’nın istediği 2 şey var. Enflasyon tahminlerinin metinle yakınsaması ve aylık bazda düşüş kaydetmesi. Ama biz halen bu profilden uzaktayız. Bu profilden uzak olmaya devam ettiğimiz noktada bu şahin tonun korunduğunu ve halen ihtiyatlı politikaların, vergi politikalarının önümüzdeki süreçte de devam ettiği bir perspektif görmeye devam edeceğiz gibi görünüyor” açıklamasını yaptı.