Hiçbir başarı altın tepside sunulmuyor
Ailesi doktor olmasını istese de o mühendis olmayı seçti. Devlet memurluğu yaptığı dönemde tipiye yakalanarak donma tehlikesiyle karşılaştığında kamu görevinden ayrılarak özel sektöre geçti. Elsan’la başlayan macera Aydem ile devam etti . Ceyhan Saldanlı, yılların birikimiyle geçmişe bakarken “Bazen başarıyorsunuz ama başarının bedelini tek başına siz ödemiyorsunuz. Ailenizle ödüyorsunuz” diyor.
DOĞAN SELÇUK ÖZTÜRK / ANEKDOT
● Ceyhan Bey, hayat yolculuğunuzu kısaca özetleyebilir misiniz?
Denizli doğumluyum. İlk, orta ve liseyi burada okudum. Daha sonra üniversite sınavına girdim. Ailem doktor olmamı istiyordu, bense mühendis olmayı arzu ediyordum. Tıp fakültesine kaydımı yaptırdım ancak kaydımı sonrasında Teknik Üniversite’nin elektrik elektronik bölümüne aldım. Amacım en kısa zamanda okulu bitirmekti. Eğitimin hayata hazırlık olduğunu biliyordum. Hayatın da kısa oluşunun bilincindeydim. Bu nedenle hayatın kendisini çok harcamamak gerekiyordu. Mezun olduktan sonra o zamanki PTT’de göreve başladım. Dört yılın sonunda devlette istediğim faydayı sağlayamayacağıma kanaat getirdim. Tipiye yakalanarak donma tehlikesiyle karşılaştığım bir günden sonra hayatın ne kadar kısa olduğunu bir kez daha anladım ve kamu görevinden ayrılarak özel sektöre geçtim.
BÖYLE BİR PATRONLA ÇALIŞMAMALIYIM
● Özel sektöre geçme kararı verdiğiniz dönemde sizi etkileyen bir olay oldu mu?
Devlette çalıştığım sırada Çamlıca’daki radyonik istasyonunun müdürlüğünü yaptım. Ben gelmeden binası inşa edilmişti, binanın kesin kabulü yapılacaktı. Kesin kabul için gelen müteahhide “Binada eksik var mı, her şey tamam mı?” diye sordum. “Damı akıyor.” dedi. “Kesin kabulü nasıl yapacağız o halde?” dedim. Müteahhit bir dakika deyip dışarıda bekleyen birisini çağırdı. Gelen genç adama ağır biçimde hakaret etti, o kadar çok bağırdı ki neredeyse yaptığım itirazdan geri adım atacaktım. Sonradan müteahhidin okuma yazmasının olmadığını, hakaret ettiği kişinin ise yanında çalışan mühendis olduğunu öğrendim. Mühendis olduğum için kendimi onun yerine koydum. Özel sektöre geçersem böyle patronlarla çalışmamalıyım veya böyle bir patron olmamalıyım diye düşündüm. Bu olay beni ömrüm boyunca etkiledi. Özel sektöre geçince hiçbir şeyin göründüğü kadar kolay olmadığını anladım.
● Bu sonuca varmanızı sağlayan ne oldu?
Elsan’ı 1980’de kurduk. Bakırı ağırlıklı olarak ihraç ediyor, üzerine çok ince kaplamalar yapıp bobinajcılıkta kullanılan teli üretiyorduk. Dışarıdan makine almaya gücümüz yetmediğinden yerli makinelerle imalat yapmaya çalışıyorduk. Fakat bakır giriyor, emaye bobin teli çıkacağına hurda çıkıyordu. Kalitesini artırmak için elimizden geleni yaptık. Hesap kitap yapıyorduk. Şuna alır, şu fiyata satar, şöyle kâr ederiz diyorduk. Ama evdeki hesap çarşıya uymuyordu. İnsanlar bağırıp çağırıyorlar ama kompleksten değil, sinirleri bozuluyormuş. Ben yine de sakin kalmaya, her şeye rağmen bildiğim yolda ilerlemeye gayret sarf ediyorum.
BAŞARININ BEDELİNİ TEK BAŞINA ÖDEMİYORSUNUZ
● O günlerde unutamadığınız bir anınızı anlatabilir misiniz?
Sabaha karşı saat üç gibi fabrikada makinelerle uğraşıyorduk, bir grup arkadaşla. Telefon çalmaya başladı. Bakacak halde değildik. Israrla çaldığı için sonunda telefonu susturmak için açmaya karar verdim. Telefondaki “Ceyhan Bey’i arıyoruz. Ben doktorum. Bir çocuğu oldu.” dedi. Hanım hamileydi ama henüz yedi aylıktı. Doğum için erkendi. Derhal işe ara verip hastaneye koştum. Arkasından İzmir’e hastaneye yatırdık. Ertesi gün ödenecek çeklerim, senetlerim vardı. Kız kardeşim orada tıp fakültesinde okuyordu o zaman. Çocuğun bakımını o devraldı. Ben de Denizli’ye döndüm. O ilk çocuğumuzu kaybettik biz. Çok zaman düşünmüşümdür. Bazen başarıyorsunuz ama başarının bedelini tek başına siz ödemiyorsunuz. Ailenizle ödüyorsunuz, çevrenizle ödüyorsunuz. Hiçbir başarı altın tepside sunulmuyor.
● Aydem Enerji’nin özelleştirme macerası epey uzun sürdü. Ondan bahsedebilir miyiz?
Rahmetli Özal Denizli ziyaretinde “Elektriği özelleştireceğiz, herkes müracaat etsin.” demişti. Biz de müracaatımızı yaptık. Sene 1990. Bizden önce özel bir şirket Kayseri bölgesini devralmıştı, sözleşmeyi imzalamaya gitmeden önce onları ziyaret edip görüş alışverişinde bulunmak istedim. Şirketin yetkilisi tecrübelerini aktarıp “Sözleşmedeki yanlışları düzeltmeden sözleşmeyi imzalama. Yoksa bir şirket değil, dert devralmış olursun.” dedi. Verdiği tavsiyeyle bakanlığa gittim ve sözleşmedeki “makul” ifadesinin netliğe kavuşturulmasını istedim. Konu bakana arz edildi. O da bize hak verdi ve “Yeni bir sözleşme tasarlayalım. Müzakere edelim. Ona göre yapalım.” dediler. “Tamam” dedik. 1991 yılında girdiğimiz sözleşme süreci 17 yıl sürdü. Siyasi istikrarsızlıklar, değişen bakanlar ve bürokratlar, mahkeme kararları, yeniden ihaleler... Aydem ilk özelleştirilen bölge oldu. Belki 17 yıl görevlendirilmeyi bekledik ama buna değdi. Çünkü muğlak bir sözleşme yapacağımıza; sözleşmelerden sorumlu, görevli şirketlerden sorumlu denetleyici bir kuruluşun gölgesinde bu işi yapmak daha sağlıklı.
HER ŞEYİN BİR İLKİ OLACAK
● Hidroelektrik santral yapımına nasıl karar verdiniz?
Aydem’in sözleşmeleri için Ankara’ya gidip gelirken üretim yapmayı düşündük. Üretim alanı özel sektöre açılmıştı, ancak elektrik üretmek için birincil bir kaynağa ihtiyaç var. Bizim bölgede o zamanlar doğalgaz yoktu, güneş de fizibıl değildi. Geriye hidroelektrik kalıyordu. Özel sektör devlet ihalesine katılıyor ve devletin parasıyla bosantral yapıyordu. Kendi parasıyla, riskini alarak, sattığım elektrikle bunu karşılayacağım diyerek yapılan ilk yatırım bize ait. Önceleri kaynak bulamadık. Bankalar dediler ki: “Sen devletin yaptığı işi mi yapacaksın? Bu çok riskli. Bunun nerede örneği var?” Ben de dedim ki: “Elbette her şeyin bir ilki olacak. Hesabımız doğru. Bunu göreceksiniz.” Türk bankalarından kredi bulamadık. Avrupa Çevre Fonu’ndan bir milyon marklık bir kredi bulduk. Tümaş’taki iş makinelerini kullandık. Pek çok şeyi kendimizi riske ederek, kendimize güvenerek yaptık. Boşuna da güvenmediğimiz sonradan ortaya çıktı.
BİLİMDEN ŞAŞMAYAN İNSANLARIN BAŞARISIZ OLMA İHTİMALLERİ YOK
● Santral inşaatında herhangi bir zorlukla karşılaştınız mı?
Jeneratörü İtalya’dan, türbini Çin’den aldık, ancak panolar eksik kaldı. Panolar için bir Avrupa firmasından teklif aldık, rakam çok yüksek geldi. Kendimiz yapamaz mıyız bunu dedik. O sırada Adapazarı’nda TEK’in elektronik onarımlar yapan bir yeri vardı. Müdürü sınıf arkadaşım Zekeriya’ydı. Kendisini aradım. “Zekeriya, biz hidroelektrik santral yapıyoruz. Bunun panolarını yapabilir miyiz Türkiye’de?” “Yaparız.” dedi. “Okulda aldığımız bilgi bu iş için kâfidir. Eğer yapamazsanız iki ay sonra yıllık iznim var. Geleyim beraber yapalım.” Ben de ekibe döndüm, “Okulda aldığınız bilgi bu iş için kâfidir.” dedim. Bir gün Ankara’dan dönerken santrale uğradım. Pano bitmiş, devreye bir türlü girmiyordu. Bir regülatör panosunun düğmesinden ayar yapılması gerektiğini kitabından okudum. O ayarı yapınca sorunsuz bir şekilde çalıştı. İki ay sonra Zekeriya telefon etti. Kendisine panoyu yaptığımızı söyleyince, nasıl yaptığımızı sordu. Ben de “Yaparsınız dedin. Yaptık.” dedim. O günden sonra işin sırrını öğrendim. Arkadaşlarıma hep yaparsınız diyorum. Bilimden şaşmayan insanların başarısız olma ihtimalleri yok.
Problemi önce kafanda çözeceksin
● “Işığa Doğru Ceyhan Saldanlı” kitabınızda anlattığınız mermer ocağı hikâyesini özetlesek nasıl olur?
Elsan’da başarılı olduktan sonra büyümek için başka işler bakmaya başladık. Bankacılardan tavsiyeler aldım, birkaç ön fizibilite raporu inceledim ve sonunda mermer konusunda yatırım yapmaya karar verdim. Orta halli bir fabrika yatırımı (Tümaş) yaptık. Baştan ocak yatırımı yapmadık. Ancak yaşadığımız tecrübeler ocak yatırımı yapmadan devam edemeyeceğimizi gösterdi. Afyonlu bir şirketin ocağını satın aldık, onlar bizim mülkiyetimizdeki ocağı çalıştırıp indirimli olarak bize blok vermeye devam edeceklerdi. Bir ay kadar olmuştu ki ocaklardan sorumlu jeoloji mühendisimiz “Acilen ocağa gelin, bir sorun var” diye telefon etti. Maden dairesinden bir ekip gelmiş ve hakkımızda tutanak tutmuşlardı. Bizim satın aldığımız ocak meğer başka yerdeymiş, bizim adamlar başkasının ruhsat alanında kaçak çalışıyorlarmış. Bugüne kadar o ocaktan çıkartılan blokların tamamını bizim çıkarttığımızı varsayarak ödenmesi mümkün olmayan bir ceza talep ettiler. Deneyimine güvendiğim bir işadamına akıl danıştım. “Bu büyük bir sorun” dedi, “büyük sorunları büyük adamlar çözer.” Beni bir milletvekiline yönlendirdi. Ancak kendisiyle iki defa görüşmeme rağmen ilerleme kaydedemedik. Anladım ki büyük adamların da çözemeyeceği işler oluyormuş. Hukuk müşavirimizle baş başa verip beyin fırtınası yaptık. Verdiğimiz mücadele sonucunca şikâyetçi şikâyetini geri aldı, mahkeme de takipsizlik kararı verdi. Oradan şunu anladık, önce problemi kafanda çözeceksin. Çözümü çok uzaklarda aramaya gerek yok.
İyilik mi yaptık kötülük mü, bilemiyorum
1980 yılında işe başlarken bir kamu bankasından yurt dışı donatım kredisi adı altında bir kredi almıştık. Kredinin faizi %13’tü. Arsa aldık, bina yapımına başladık, makine siparişlerini verdik. Aradan bir yıl geçti, bankadan bir mektup geldi. “%13 olan kredi faiziniz %43’e yükseltilmiştir. Ödemeleri buna göre yapmanız rica olunur.” Apar topar Ankara’ya bankaya gittim. Dedim ki “Müşterek bir yatırım yapıyoruz. Ancak bizi yarı yolda bırakıyorsunuz. Bunu düzeltmezseniz size dava açacağım.” Bütün sözleşmeyi okumuştum, kredi faizini yükseltmek için yetkileri yoktu. “Biz bir düşünelim” dediler. İki gün sonra tekrar gittim. Dediler ki, “Burası bir devlet bankası. Dava yolunu açmanız iyi olmaz. Sizin gibi yurt dışında ortakları olan firmalar için özel bir fonumuz var. Bu imkândan sizi yararlandıralım. Faiz artışına itiraz etmeden ödemenizi yapın. Biz size 34 milyonluk yeni bir kredi açalım. Onun faizi de %8 olsun.” Sineye çekmeyip mücadele yolunu seçtik ve o mücadeleden de olumlu sonuç aldık. Ama bir sonuç daha aldık. Ondan sonra banka “Kredi sözleşmelerinde faizi yükseltmek yetkimizdedir” şeklinde bir ibare koydu. İyilik mi yaptık kötülük mü, bilemiyorum. (Gülüyor)