Dezenflasyon döneminin “siyasi bedeli” olacak mı?

Haziran itibariyle, enflasyonla mücadele programının “dezenflasyon” dönemi başlayacak ancak dezenflasyon döneminin sert bir bedeli olabilir.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Dezenflasyon döneminin “siyasi bedeli” olacak mı?

Mehmet KAYA

Haziran ayı sonu itibariyle, enflasyonla mücadele programının “dezenflasyon” dönemi başlayacak. Geçiş dönemi sona erdi. 3 Temmuz günü yüzde 70-75 aralığındaki bir zirvenin ardından, hem program gereği, hem de istatistiğin cilvesiyle (baz etkisi) 3 Ağustos itibariyle “sert düşüş” haberleri yazılacak. Ancak bugünlerde tartışıldığı gibi, dezenflasyon döneminin sert bir bedeli var. Türkiye uluslararası para piyasalarına açıldığı 90’lı yıllardan bu yana başına bela olan “sıcak paraya” yeniden muhtaç durumda.

Mesele aslında çok karmaşık değil. Ekonomistler, merkez bankacılar, bankacılar zaten defalarca açıkladılar. Enflasyonun düşmesi için kurun artmaması ve/veya fazla artmaması gerekiyor. Mutlaka enflasyonun altında kalacak. Yine parasal sıkılaştırma için faizler de enflasyondan yüksek olmalı. Yani reel faiz verilmeli. Bütün bu denklemin sonunda son borç verici ve son borç alıcı Merkez Bankası ve o arada elbette borçlanma ihtiyacı nedeniyle Hazine bu yüksek faizi ödeyecek.

Geçtiğimiz günlerde 1 haftada 23 milyar doların üzerinde kısa vadeli yabancı fonun Türkiye piyasalarına girdiği zamanlar oldu. Geçmişte olduğu gibi, reel faiz garanti olduğuna göre ve kurlar da artmayacağı için, yabancı para Türkiye’ye gelip TL alıyor. Kısa vadeli yatırım yapılarak yüksek reel faiz elde ediliyor. Sonra eldeki TL ile istenirse yeniden döngüye giriyor ya da yabancı para satın alınıp, cebine koyduğu yüksek reel faiz getirisiyle geldiği gibi gidiyor. Bilinmeyen bir şey değil.

Bunun anlamı şu: Kişi başı geliri yeni 10 bin doları geçmiş, çoğunluğu dar gelirlilerden oluşan bu ülkenin insanlarının ürettiği değerler faiz aracılığıyla yurt dışına transfer ediliyor. Üstelik bu kendi başımıza açtığımız bir bela. Dezenflasyon dönemi öncesi dönemin adı “rasyonelleşme (akılcılaşma)” olduğuna göre irrasyonel birşeyler yapılmış.

Geçmişte sıcak para nedeniyle başımız belaya girdi. Geniş kitleler bu belayı kriz, işsizlik, batan bankalarla gözleriyle görüp, deneyimledikleri için farkındalıkları arttı ve siyasetçileri suçladılar. Türkiye 2010’lı yıllardan bu yana ekonomik zorluklar yaşıyor. Günümüzde yaşananı da zamana yayılmış bir kriz olarak niteleyebiliriz. Yüzde 10’ların altına demir atmış enflasyonu yüzde 75’lere doğru sürüklüyoruz, bunu kontrol edebilmek için de elimizdeki-avucumuzdakini faiz olarak yurt dışında ve yurt içinde ellerinde para olan herkese transfer etmek gibi bir pozisyonla karşı karşıyayız.

Şimdilik, asgari ücret, emekli ile memur maaş artışları kanalıyla yapılan sosyal müdahaleler nedeniyle bu yaşadıklarımızın kitlelerce tam olarak deneyimlenemediği, algılanamadığı yönünde görüşler var. Ancak, gelecek dönemde yeşil dönüşüm, sayısal dönüşümün yan etkileri ortadan kalkıp, bu yapılanmayı başaran ülkelerin “fuleli adımlarla” arayı açmaya başladığında başta demokratikleşme olmak üzere şimdi görmediğimiz, yapmaktan imtina ettiğimiz, hatta yapılmamasına göz yumduğumuz adımları yine bedel ödeyerek yapmak zorunda kalacağız.

Bütün bu sürecin bir siyasi bedeli olacak mı, daha sosyolojik bir ifadeyle, önceki ağır ekonomik krizde halk yine keskin bir yön değişikliği yapacak mı görülecek. Bu dönem için akılcı-rasyonel bir gerekçesi olmayan üstüne üstlük, sadece yüzde 51 meşruiyetine dayandırılmaya çalışılan (yüzde 49’un katılmadığı bir sözleşme nasıl uygulanır?) “yeni” Anayasa yapılmasının bir türlü gündemden düşmediği bir ortamda.

 

Gündem
Bu konularda ilginizi çekebilir