Deniz Yücel: Kayyum uygulamasının karşısındayız
CHP Sözcüsü Deniz Yücel, "Hakkari’ye kayyum atanması, 31 Mart'ta Hakkarililerin sandığa yansıyan iradesinin gasp edilmesidir. Kayyum uygulaması demokrasiye tahammülsüzlüktür.” dedi.
CHP MYK, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın CHP’ye yapacağı iadeyi ziyaret, miting takvimleri, Türkiye Belediyeler Birliği başkanı seçimleri, yenilenen belediye başkanlığı seçimleri ve Hakkari Belediye Başkanlığı'na kayyum atanması gündemleriyle toplandı.
CHP Parti Sözcüsü Deniz Yücel düzenlediği basın toplantısında, gündemine ilişkin şunları söyledi:
“31 Mart yerel seçimlerinde CHP’nin hiçbir itirazını kabul etmeyen YSK, CHP’nin aleyhine olan itirazları kabul etmiş ve bazı ilçe ve beldelerde seçimlerin yenilenmesine karar vermişti. Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesi ve Kırklareli Lüleburgaz Büyükkarıştıran beldesinin de içinde bulunduğu toplam yedi seçim çevresinde dün seçimler tekrar edildi. Pınarbaşı’nda 289 oy farkla, Büyükkarıştıran’da da 185 oy farkla seçimi kazandık. Böylece CHP’li Belediyelerin sayısı 409’dan 411’e çıktı. 31 Mart’ta Pınarbaşılıların ve Büyükkarıştıranlıların verdikleri oyları gasp edenler, yok sayanlar, pürüzsüz zaferimizi geciktirenler dün en güzel cevabı yine Pınarbaşılılardan, Büyükkarıştıranlılardan aldılar. Pınarbaşı Belediye Başkanımız Deniz Yağan’ı ve Büyükkarıştıran Belediye Başkanımız Ertuğrul Çamlıca’yı tebrik ediyor, görevlerinde kendilerine üstün başarılar diliyorum.
“Yarın Hakkari’ye gideceğiz”
Seçimlerden bahsetmişken 31 Mart’ta vatandaşlarımızın sandığa yansıyan iradeleri, iktidara pek çok konuda mesaj verdi. Bunlardan biri de kayyum atamalarıydı. Ancak iktidarın bu mesajları hala idrak edemediğini, bu sabah Hakkâri Belediyesi'ne kayyum atanmasından anlıyoruz. Çeşitli sorular sorulabilir. Madem bu belediye başkanı hakkında, iki ay sonra görevden alacak kadar ciddi iddialar vardı, adaylığına neden izin verildi? Madem bu belediye başkanının adaylığı YSK tarafından onaylandı, sandığa girdi ve seçildi, o halde halkın iradesine neden siyasi bir müdahale yapılıyor? Hakkari’ye kayyum atanması, 31 Mart'ta Hakkarililerin sandığa yansıyan iradesinin gasp edilmesidir. Kayyum uygulaması demokrasiye tahammülsüzlüktür. Kayyum atamak masumiyet karinesini yok saymak, henüz hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı olmayan seçilmiş Belediye başkanını doğrudan doğruya suçlu ilan etmek ve yaptırım uygulamaktır. Biz şüphesiz, Hakkâri halkının iradesinin yanında, kayyum anlayışının karşısındayız. Bu konu, bugün MYK toplantımızda da görüşüldü ve MYK görevlendirmesiyle, Genel Başkan Yardımcımız Zeliha Aksaz Şahbaz, Antalya Milletvekilimiz Cavit Arı, Bursa Milletvekilimiz Kayıhan Pala ile birlikte yarın Hakkari’ye gideceğiz. Bu antidemokratik uygulamayla ilgili incelemelerde ve temaslarda bulunacağız ve kamuoyunu bilgilendireceğiz.
“Gezi tutukluları derhal serbest bırakılsın”
Üzerinden 11 yıl geçmiş olmasına karşın bu ülkede hala haksız ve hukuksuz bir şekilde özgürlükleri gasp edilmiş gezi tutukluları var. Hiçbir şiddet eylemine karışmayan, düzmece soruşturmalar ve iddianamelerle yargılanan, önce beraat eden, sonra yeni bir düzmece yargı süreciyle haklarında hapis cezaları verilen Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Mine Özerden ve Osman Kavala hala cezaevinde. Daha önce haklarında beraat kararı verilmesine rağmen cezaevindeler. Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) birden fazla ihlal kararı vermesine rağmen cezaevindeler. Siyasi tutuklular, siyasi hükümlüler ve siyasi davalar bu ülkenin ayıbıdır. Yargının, adaletin siyasallaştığı bir yerde iktidar sahipleri dahil kimsenin güvenliği yoktur. Eğer birileri bu ülkenin normalleşmesini gerçekten istiyorsa, bu zulme bir an önce son verilmesi gerekir. Buradan bir kez daha yineliyoruz: Gezi tutukluları derhal serbest bırakılsın.
"İnsan haklarına saygı duymak yeni mi aklınıza geldi Sayın Erdoğan?"
Bakın, Sayın Erdoğan Kızılcahamam’da İstişare ve Değerlendirme toplantısında şöyle diyor: ‘Bizim siyasette yumuşamaktan kastettiğimiz hukuka, demokrasiye, insan haklarına saygı duyulmasıdır.’ Eyvah eyvah. Hukuka, demokrasiye, insan haklarına saygı duymak yeni mi aklınıza geldi Sayın Erdoğan? Daha önce saygı duymuyor muydunuz? Yumuşayarak mı saygı duyacaksınız? Biz kimseden yumuşama beklemiyoruz. Biz ülkenin normalleşmesini istiyoruz. Hukukun üstünlüğünün, yargı bağımsızlığının tesis edilmesini; siyasetteki kamplaşmanın, kutuplaşmanın bitirilmesi; tansiyonun düşürülmesi ve demokrasinin tüm kurumlarıyla, kurallarıyla ve gelenekleriyle yeniden hayata geçirilmesini istiyoruz. Bu ülkenin insanı daha iyi yaşam koşullarını hak ediyor. Bu ülkenin doğal kaynakları, bereketli toprakları, tarihi ve kültürel birikimi, yetişmiş insan kaynağı doğru yönetilirse 85 milyon vatandaşımız açlık çekmeden, yokluk çekmeden, huzur, barış ve refah içerisinde yaşayabilir.
"Çay üreticilerinin sorunları çözülünceye kadar onlarla dayanışma içinde olacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın"
Dün de üretim maliyetleri altında ezilen çay üreticilerinin yanında Rize’deydik. Karadeniz’in dört bir yanından gelen on binlerle ‘çay ittifakında’ birleştik. Çay taban fiyatını üreticinin gözüne bakarak açıklayamayanlara inat, Karadenizli çiftçimizle yan yanaydık. Ülkemizde günde yaklaşık 250 milyon bardak çay tüketiliyor. Kişi başı yılda üç-dört kilogram çay tüketiyoruz. Çay tüketiminde Türkiye dünya birincisi. Ancak çay üreticisi mutlu değil, üretemez halde. Çay ithalatı sınırlandırılmıyor. Sınırlarımız kevgire dönmüş durumda. Piyasa dengesini alt üst edecek düzeyde binlerce ton kaçak çay da sınırlardan geçiriliyor. Bir de üstüne yaş çay taban fiyatı 17 lira, destek primi de 2 lira açıklanınca çay üreticisinin bundan memnun olması beklenebilir mi? Bunu kabul etmiyoruz. Yaş taban fiyatının üzerine en az sekiz lira destek verilmeli. Bu ödemeler de en geç ağustos ayında yapılmalıdır. Çay üreticilerinin sorunları çözülünceye kadar onlarla dayanışma içinde olacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.
"Büyük müjdelerle duyurdukları asgari ücret, enflasyon karşısında 5 ayda eridi"
‘Rasyonele dönmekten başka çare yok’ diyerek yola çıkan ekonomi yönetimi, bundan bir yıl önce göreve geldiğinde yıllık enflasyon Mayıs 2023’te yüzde 39,59 idi. Bugün enflasyon yüzde 75,45 olarak açıklandı. Nerdeyse iki katına çıkmış bir enflasyondan bahsediyoruz. Üstelik açıklanan enflasyon, çarşı pazardaki enflasyonunun yakınından bile geçmiyor. TÜİK, hangi ülkenin verilerini açıklıyor anlamakta açıkçası zorluk çekiyoruz. Bakın, somut bir karşılaştırma yapalım. Türk-İş ‘Mayıs Ayı Açlık ve Yoksulluk Sınırı Raporu’nu açıkladığında mayıs ayında mutfak enflasyonun yüzde 7,02 olduğunu hesaplamış.
Bugün TÜİK Mayıs ayı gıda enflasyonunu aylık bazda % 1,69 olarak duyurdu. Bu farkın nereden kaynaklandığını TÜİK açıklamak zorundadır. Bu tür tereddütlere yer vermemek için TÜİK derhal madde sepetinde yer alan ürünlerin fiyat verisini açıklamalıdır. Bu konuda DİSK’in açmış olduğu dava nedeniyle bir de mahkeme kararı bulunduğunu daha önce ifade etmiştik. TÜİK bu mahkeme kararına derhal uyarak madde sepetinde yer alan ürünlerin fiyat bilgisini kamuoyuyla paylaşmalıdır. Ürün fiyat verisini gizliyor olmalarının ardında yatan sebebin ne olduğunu tahmin ediyoruz. Açıklanan ve gerçeklikten uzak olan enflasyon verisini sorgulamayalım istiyorlar. Ama biz biliyoruz ki vatandaşın maruz kaldığı enflasyon, TÜİK verilerinde duyurulanın çok üzerinde. Bu iktidarın bakanları, ‘Mart şubattan daha iyi olacak, nisan marttan daha iyi olacak’ diye diye enflasyonu yüzde 75’lere taşıdı. Asgari ücrete zam yok, emekli maaşlarına zam yok, gençlere iş yok. Neymiş, her ay bir öncekinden iyi olacakmış. Büyük müjdelerle duyurdukları asgari ücret, enflasyon karşısında 5 ayda eridi. Yürürlüğe girdiği Ocak ayında asgari ücretle yaklaşık 48 kilo kıyma alınabiliyordu, bugün ise ancak 28 kilo alınabiliyor. Yani asgari ücretlinin evinden her ay 4 kilo kıyma çaldılar. Bakın bir asgari ücretli bir kilo kıyma almak için tam 6,5 saat çalışmak zorunda. Hep bizi kıskandığı iddia edilen Almanya’da ise bir asgari ücretli 1 kilo kıymayı 50-55 dakika çalışarak alabiliyor. Sayın Şimşek, Sayın Erdoğan sizin bu millete reva gördüğünüz bu mudur? Ayıptır yahu… Yazıktır, günahtır bu millete…
"İktidar enflasyonla mücadele etmek yerine TÜİK rakamlarıyla pembe bir tablo çizerek bu işten sıyrılmaya çalışıyor"
İşte biz bu yüzden Cumhuriyet Halk Partisi olarak asgari ücretin her 3 ayda bir güncellenmesi ayrıca en düşük emekli maaşının asgari ücret seviyesine çekilmesi için TBMM’ye Kanun Teklifi verdik. Bugün, asgari ücretle ya da ortalama emekli maaşıyla geçinmeye çalışan bir ailenin temel ihtiyaçlarını karşılaması mümkün değil. Mayıs ayı açlık sınırı, asgari ücrete 2 bin lira fark attı, 19 bin oldu. Yoksulluk sınırı ise 62 bin lira. Çünkü neredeyse ülkenin yarısı açlık sınırı altında. Bekâr bir çalışanın aylık yaşam maliyeti 25 bin TL’ye yaklaştı. 17 bin 2 liralık asgari ücretle, 4 kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi imkânsız. Hele bir de üstüne gıda, giyim, konut, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri zorunlu ihtiyaç harcamaları eklenince, işin içinden çıkılmaz hale geliyor. Geçim şartları her geçen gün daha da zorlaşıyor, alım gücü düşüyor, gıda fiyatları artmaya devam ediyor. Fakat iktidar enflasyonla mücadele etmek yerine TÜİK rakamlarıyla pembe bir tablo çizerek bu işten sıyrılmaya çalışıyor. TÜİK ise enflasyonu hala yüzde 75 olarak açıklıyor. Yazıklar olsun. 98 yıllık kurumu düşürdükleri hale bakın. AKP iktidarının zihniyeti değişmedikçe, TÜİK makyajlı rakamlarıyla gerçeği örtbas etmeye çalışmaktan vazgeçmedikçe, her ay gerçekleşen bu artış başta dar ve sabit gelirliler olmak üzere toplumun tüm kesimini olumsuz etkilemeye devam edecek.
"Memurların servisi kaldırılıyor ama bakanlar uçaklara geziyorlar"
Tasarruf isteyen Mehmet Şimşek’e soruyoruz: Asgari ücretli bir işçi daha neyden tasarruf etsin? 17 bin 2 lira alan ve hayatta kalmak için her şeyden tasarruf eden asgari ücretlinin bir tek aldığı nefesten tasarruf etmediği kaldı. 10 bin lira alan emekli, hangi ihtiyacından vazgeçip tasarruf etsin? Sayın Şimşek, tasarruf diyorsunuz, paket açıklıyorsunuz, bütün sorumluluğu işçinin, emekçinin, memurun, ücretli çalışanın üzerine yüklüyorsunuz. Son model makam araçları eleştirilirken şimdi de devletin uçağını keyfi işlerinde kullanan bir Bakan, Türkiye’nin gündeminde. Memurların servisi kaldırılıyor ama bakanlar uçaklarla geziyorlar. Bu kadar pişkinlik, bu kadar umursamazlık, bu kadar terbiyesizlik olmaz.
‘Aldığımız tedbirlerin tabii ki yan etkileri olacak. Yan etkisiz ilaç biliyor musunuz’ diyerek zaman ve sabır telkininde bulunan Şimşek’e soruyoruz: Bulduğunuz sözde ilaç, sizin birinizi bin yapıyorken yan etkisi neden sadece işçiye, memura, emekçiye ve emekliye vuruyor? Peki, Diyanet İşleri Başkanı'na ne demeli? Dev bütçesi, yurtdışı gezileri, lüks makam araçları ve yüksek harcamalarıyla gündemden düşmüyor. Audi A8 makam aracından sonra şimdi de Skoda makam araçlarıyla gündemde. Diyanet işleri Başkanlığı’na dokuz yeni araç satın alındı. Üstelik araçlar sivil plakalı. Bu ne demek oluyor? Vatandaşın vergileriyle alınan araçlarla, yine vatandaşın vergileriyle doldurdukları benzinle hafta sonları rahatça gezip tozacaklar. Bu tasarruf sadece asgari ücretliye, emekliye, memura mı Sayın Şimşek? Sen ve mevkidaşların bu tasarruf tedbirlerinden muaf mısınız? AKP iktidarında tasarruf, fakir fukaranın yaşam tarzı oldu, hala farkında değilsiniz.
"Kapsayıcı ve kuşatıcı Anayasa, önce Anayasa’ya uymakla başlar"
Ekonomik kriz ve yönetim krizi, toplumun tüm kesimleri için yaşamı çekilmez bir hale getirirken bir süredir bir de Anayasa tartışması dile getiriliyor. Erdoğan ve AKP ne zaman sıkışsa, ne zaman gündem değişikliğine ihtiyaçları olsa bir Anayasa tartışmasını başlatıyorlar. Anayasa tartışmasını sihirli kelimelerle, süslü cümlelerle halkın gündemine getirmeye çalışıyorlar. ‘Sivil Anayasa, demokratik Anayasa, kuşatıcı Anayasa’ gibi kavramlardan bahsediyorlar. Ama bu kavramlar, yani; sivil, demokratik, kapsayıcı ve kuşatıcı Anayasa, önce Anayasa’ya uymakla başlar. Ancak bu değişiklik, Anayasa’yı ve Anayasal kurumları tanımayan bir anlayış ile yapılamaz. Hepsinin ötesinde, Türkiye’nin daha demokratik ve sivil Anayasa ihtiyacı, bugün ülkemizde pek çok kesimin karşı karşıya olduğu ekonomik sorunların önüne geçemez. Dolayısıyla şu anda, CHP olarak bizim gündemimiz halkın gündemidir. Bizim gündemimiz; dolmayan market torbası, üretemeyen çiftçi, açlıktan derslerini dinleyemeyen çocuklardır. Bizim gündemimiz 10 bin lirayla geçinmek için yaşam savaşı veren emeklilerdir. Bizim gündemimiz ülkemizin içinde olduğu ekonomik buhrandır.
"Bakanlık eliyle Milli Eğitim sistemimize yönelik darbe niteliğindeki uygulamalar devam ediyor"
Dün binlerce gencimiz Liselere Giriş Sınavı’nda ter döktü. Ailelerinin büyük fedakârlıklarla okuttuğu evlatlarımızı, laik ve çağdaş eğitim sisteminden uzaklaştırmaya çalışan AKP iktidarının çocuklarımıza LGS motivasyonu yine şaşırtmadı. Ankara Mamak Kaymakamlığı’na bağlı İlçe Müftülüğü, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bir yazı gönderiyor. ÇEDES Yıl Sonu Kültür Şenlikleri kapsamında LGS’ye girecek öğrencilere moral ve motivasyon açısından Mamak Merkez Camii’nde sabah namazı, Kur’an-ı Kerim Tilaveti, namaz, tesbihat ve dua etkinliği gerçekleştirilecekmiş, öğrenci ve velilerin teşvik edilmesi isteniyormuş. Evlatlarımıza sınav anında yaşadıkları heyecan ve stresi yönetmeleri için psikolojik destekte bulunmak, sınav kaygılarıyla baş etmelerini kolaylaştırmak akıllarına dahi gelmiyor. Ucube proje ÇEDES’in mimarı, tarikat sevdalısı Yusuf Tekin’den de ancak böyle bir yaklaşım beklenirdi. Evlatlarımız ve velileri, LGS stresi ve heyecanı içindeyken Bakanlık eliyle Milli Eğitim sistemimize yönelik darbe niteliğindeki uygulamalar da hız kesmeden devam ediyor.
Biliyorsunuz, din ve değerler eğitimini ön plana alan değerler telkini gibi kavramların, bilimsel ve bilişsel becerilerin önünde yer aldığı, ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ isimli yeni müfredat onaylandı. Türkiye genelinde eğitim sendikaları, sivil toplum kuruluşları, veliler, öğretmenler, tüm eğitim camiası yeni müfredata karşı çıkıyor ama Bakan hazretleri tek bir geri adım atmıyor. Buradan Yusuf Tekin’e sesleniyoruz: Türkiye’nin okullara aç giden öğrencilerden sanayide çalışan çocuklara kadar birçok sorunu varken Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) bu sorunlara kör, sağır, dilsizi oynarken, bu ülkenin ihtiyacı ÇEDES midir? Yusuf Tekin adeta bir toplum mühendisliğine soyunmuş durumda. Yeni müfredatla okullarda evrensel ve bilimsel, bilgi odaklı değil; din ve kutsallık üzerinden bir eğitim öğretim dönemi hedefleniyor. Adeta bir medrese eğitimi verilecek. Yeni program ne çocuk işçiliğini ortadan kaldırıyor ne de öğrencilerin yetenek ve becerilerine göre onlara rehberlik edecek bir eğitim modeli ortaya koyuyor. Sadece bununla da kalmıyor, müfredatın hiçbir yerinde öğretmenin adı yok. Özel öğretmenle devlette çalışan öğretmen ayrımı yapan, başarılı öğretmen-başarısız öğretmen diyerek atanmayan öğretmenlerimizi başarısızlıkla yaftalayan yine bu zat değil miydi? Öğretmeni yok sayan bir müfredat düzenlemesi asla ve asla kabul edilemez.
Bizim endişemiz aydınlık geleceğimiz ve evlatlarımız. Bizim endişemiz, büyük maddi sıkıntılarla çocuklarını okutmaya çalışan velilerimiz. Bizim endişemiz, geleceğimizin mimarı eğitimcilerimiz. Bu müfredat, devlet okullarına olan güveni yerle bir edecek. Kimi veliler maddi sıkıntılarından dolayı özel okula gönderemeyecek ve dayatılan sisteme mahkûm bırakılacak. Durumu bir nebze iyi olanlar elinde avucunda ne varsa evlatları için özel okullara yatıracaklar. Yani eğitimde fırsat eşitsizliği daha da derinleşecek. İşte AKP İktidarının Milli Eğitim’e, eğitim sistemine bakış açısı bu.
"Yargı mensupları için oluşturduğunuz koruma kalkanı, bu ülkenin en önemli sorunlarından biri"
Devletin her tarafında akıllara durgunluk verecek bir çürüme, bir kokuşmuşluk, bir vurdumduymazlık var. Geçtiğimiz günlerde, İzmir Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi hakiminin, HSK Teftiş Kurulu Başkan ve Yardımcıları ile birlikte dinlenme odası olduğu iddia edilen bir yerde çekilmiş bir fotoğrafı, basına ve kamuoyuna düştü. Bu beyefendi, Türk milleti adına adalet dağıtmak için kurulmuş olan devletin adliyesinde, şahsına özel bir cephanelik kurmuş, bunu hiç utanmadan sergiliyor. Bu konu kendisine sorulduğunda da büyük bir pişkinlikle silahların hepsinin ruhsatlı olduğunu ifade ediyor. Bu ülkedeki en lüks araçlardan birine binen, bu parayı da borsada kazandığını iddia eden bu hâkime ve bu hâkimin bağlı olduğu Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’a bazı sorularımız var. Bu kişi, sözde dinlenme odası; gerçekte cephanelik olan ve içinde çok sayıda silahı muhafaza ve teşhir ettiği bu odayı bir kamu binasında, devletin adliyesinde hangi hakla, hangi yetkiyle, hangi sıfatla yapabiliyor? Bunu yaparken kimden cesaret alıyor ya da kime güveniyor? Devletin adliyesi bu kadar mı başıboş, bu kadar mı sahipsiz, bu kadar mı laçkalaşmış? İzmir Adliyesi’ni ziyaret eden HSK Teftiş Kurulu Başkanı ve yardımcıları da bu cephaneliği görünce hemen inceleme başlatmaları gerekiyorken silahların önünde hatıra fotoğrafı çektiriyorlar. O kendini bilmez hâkim hakkında soruşturma başlatıldı ama müfettişler hakkında ne yapıldı? Yaşanan bu olay, basın özgürlüğünün ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Sayın Timur Soykan, bu haberi yapmasaydı bu çirkin tabloyu göremeyecektik. Bireysel silahlanmayla mücadele etmesi gereken yargı mensuplarının bir kısmının silah merakını ve o silahlarla vermeye çalıştığı mesajı öğrenemeyecektik. Bu nedenle basın özgür olmalı. Görüşler özgürce ifade edilmeli. Gerçeklerin açığa çıkmasına engel konulmamalı. Bir yanda adaletin tecellisi için gecesi gündüzüne karışan hakimler; diğer yanda lüks araçlarla adliyeye gelip dinlenme odasında cephanelik sergileme cüretinde bulunan ve bunu pişkin pişkin savunan bir hakim. İktidara çağrıda bulunuyoruz: Bazı yargı mensupları için oluşturduğunuz bu koruma kalkanı, bu ülkenin en önemli sorunlarından biridir. Bu nedenle bu hâkim ve onu koruyan müfettişlerle ilgili süreci yakından takip edeceğiz.
"Turizm eğitimi mi vereceğiz, yoksa sığınmacı ve mülteci eğitimi mi vereceğiz?"
Açlık sınırı, asgari ücreti geçmiş. Bakan keyfi şekilde devletin uçağını kullanıyor. Diyanet İşleri Başkanı dokuz lüks araç daha satın alıyor. Ülkenin hâkimi cephanelik koleksiyonu yapıyor, borsadan köşeyi dönüyor. Maliye Bakanı sadece işçiden, emekliden ve memurdan tasarruf bekliyor. Tüm bunlar olurken vatandaşın derdine derman olamayan AKP iktidarı şimdi de Ruanda ile sözde ilişkilerini kuvvetlendiriyor. Tabii yerseniz… Kimse kusura bakmasın, biz burada iyi niyet göremiyoruz. Türkiye ile Ruanda arasında 2019 yılında imzalanan ‘Turizm ve İş Birliği Anlaşması’ neden şimdi yürürlüğe girdi? İngiltere, düzensiz göçmenlerini Ruanda'ya göndermeye imkân tanıyan yasayı kabul ettikten sonra AKP iktidarının 2019’da imzalanan bir anlaşmayı, yeni yürürlüğe koyması zamanlama açısından manidar değil mi? İngiltere’nin sığınmacıları, Ruanda üzerinden Türkiye’ye mi sokulacak? Turizm Bakanlığı yetkililerine göre, bu anlaşmayla turizm alanındaki deneyimlerimizi Ruanda yönetimiyle paylaşacakmışız ve Ruanda’ya turizm eğitimi verecekmişiz. Hadi oradan! Turizm eğitimi mi vereceğiz, yoksa sığınmacı ve mülteci eğitimi mi vereceğiz? Avrupa ülkeleri Ruanda ile mülteci gönderme anlaşması yaparken Türkiye neden tam tersine turizm iş birliği anlaşması yapıyor? Bu sorularımıza en kısa sürede cevap bekliyoruz.
"Hamas'ı koruyup kollayarak Filistin’i ve Filistinlileri kurtaramayız"
7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e yaptığı saldırılar ve sivilleri katletmesinin ardından Netanyahu yönetiminin gaddarca, orantısız güç kullanarak aylardır kadın, çoluk-çocuk demeden mütemadiyen katliam yapması durdurulamıyor. İsrail Ulusal Güvenlik Danışmanı, Gazze saldırılarının en az yedi ay daha süreceğini ifade etti. İsrail yönetiminin tek hedefinin, Gazze’yi tamamen insansızlaştırmak olduğu görülüyor. Hamas, cılız bir bir saldırı yapıyor. İsrail misilleme olarak Refah'ta 45 kişiyi çadır kampında katlediyor. İki tarafın askeri gücü arasında dağlar kadar fark var. Olan Filistinlilere oluyor. Çocuklara, kadınlara, yaşlılara, masum sivillere oluyor. Uluslararası Adalet Divanı kararlarına rağmen durmayan Netanyahu hükumetini kimse durduramıyor. Türkiye, eğer bu saldırıların durmasını istiyorsa, inisiyatif almak istiyorsa -ki almalıdır- bunu diplomatik yöntemlerle yapmalı. Hükümet maalesef Filistin sorunu konusunda dış dünya tarafından dikkate alınmıyor, arabuluculuk faaliyetleri yürütemiyor. Bir dönem yönettiğimiz Filistin topraklarında yaşananlar hakkında fikrimiz bile alınmıyor. Ama 7 bin kilometre öteden Çin Halk Cumhuriyeti gelip Hamas ve El Fetih’i bir araya getirebiliyor. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Gazze İçin Barış Konferansı çağrısında bulunuyor. Hamas'ı koruyup kollayarak Filistin’i ve Filistinlileri kurtaramayız. Türkiye’nin Filistin meselesinde dikkate alması gereken nokta Hamas değil, Yaser Arafat’ın kurucusu olduğu, Filistin ve Filistinlilerin meşru temsilcisi Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi’dir. İhvan bakışıyla, İhvan diplomasisiyle ne Filistin'e ne Ortadoğu'ya barış gelmez.
"Bu ülkede iletişim ve haberleşme güvenliğini kim sağlayacak?"
TBMM Dijital Mecralar Komisyonu’nda bir skandal ortaya çıktı. Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu, telefonunun klonlandığını itiraf etti. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), siber savunma faaliyetleri, iletişim altyapısının oluşturulması... Bu görevler bu bakanın sorumluluk alanında. Bu kişi bütün haberleşme alanının başında. Ama bu bakanın bile cep telefonu bir korsan program üzerinden kopyalanıyor. Düşünün, bütün haberleşme ağının başındaki bakanın telefonu dahi kopyalanabiliyorken vatandaşlarımızın dolandırılması, kişisel bilgilerinin çalınması, hesaplarının ele geçirilmesi an meselesi. Soruyoruz: Bu ülkede iletişim ve haberleşme güvenliğini kim sağlayacak? Siber güvenliğin başındaki kişi nasıl böyle ciddi bir problemi, normal ve sıradan bir olay gibi anlatabilir? Siz demek ki, bu ülkede, yıllarca pek çok kişinin dinlenmesini, telefonlarının kopyalanmasını, dolandırılmasını görmezden geldiniz... Kendinize gelin artık... Ülke yönetiyorsunuz. Sürekli beka edebiyatı yapıyor ama ülkenin bekasını ve güvenliğini zerre düşünmüyorsunuz...
"Sinan Ateş davasının ayrıntılarını perdelemeye çalıştıklarının farkındayız"
Son zamanlarda Sinan Ateş davasının, MHP’nin içerisindeki bazı odakların kimyasını bozduğunu görüyoruz. Sinan Ateş’in arkadaşı, Ömer Zengin’in bir televizyon programında yaptığı açıklamalar sonrasında MHP içerisindeki ismini anmaya dahi değer görmediğimiz bazı kişilerin büyük bir korku ve endişe içerisinde olduklarını görüyoruz. Bu kişilerin CHP ile ve Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel ile münakaşaya girme çabalarının farkındayız. Bu tarz kavga, atışma, münakaşa ve lümpen siyaset tarzıyla toplumun dikkatini dağıtmaya, Sinan Ateş davasının ayrıntılarını perdelemeye çalıştıklarının farkındayız. Çünkü ayrıntılarda kendilerinin olduğunu çok ama çok iyi biliyorlar. Ancak buna izin vermeyeceğiz.
Son olarak haziranda kaybettiğimiz üç değeri saygıyla anmak istiyorum. Orhan Kemal, Ahmed Arif ve Nazım Hikmet... Biz, 31 Mart'ta ‘Sandıklarda Türkiye ittifakını oluşturacağız’ derken bu isimlerden de feyz aldık. ‘Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine’ dedik. Kardeşlik ve dayanışma ruhunu büyüteceğimize söz veriyoruz.”
"CHP'ye toplumun birçok kesiminden ve siyasilerden de bir yönelim olması çok doğaldır"
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu'nun vekil transferi tepkisine ilişkin gelen soruya Yücel, şöyle cevap verdi:
"CHP yerel seçimlerde 37.7 oy oranıyla Türkiye'nin birinci partisi olmuş partidir. CHP dün kurulmadı ve bu ülkenin en köklü partisidir. Köklerinin Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerinden alır. Kurtuluş mücadelemizi örgütleyen, bu devleti kuran partidir. Yerel seçimlerdeki başarıdan sonra CHP'ye toplumun birçok kesiminden ve siyasilerden de bir yönelim olması çok doğaldır. Siyasetin doğası bunu gerektirir. Bundan rahatsızlık duymalarını çok çok iyi anlıyoruz ancak istifa tek taraflı bir iradedir. Bir kişi istifa edip de başka bir siyasi partiye geçme yönünde bir irade ortaya koyarsa ve o siyasi partinin ideolojisiyle, tüzüğüyle uyumlu bir siyaset gütme yönünde bir irade ortaya koyarsa bizim CHP olarak herkese kapımız açıktır."