Akşener: Ayçiçeği yağı kuyrukları artık ülkemizin acı bir gerçeği

İYİ Parti lideri Akşener, "Damızlık inekler kesime gidiyor. Kurban’da 100 malı olan çiftçinin, bugün 50 malı yok. Hayvancılık işletmelerinin birçoğu ya boş ya da yarı kapasite çalışıyor. Çiftçiden, 2 lira 25 kuruşa alınan buğday, neredeyse 6 liraya ithal ediliyor. Kışın ortasına gelmişiz, hala buğday ihtiyacı karşılanmamış. Ayçiçeği yağı kuyrukları da artık ülkemizin acı bir gerçeği…" dedi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Akşener: Ayçiçeği yağı kuyrukları artık ülkemizin acı bir gerçeği

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM grup toplantısında konuştu.

Akşener, bu hafta grup toplantısında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla kadınları ağırladı.

Akşener, konuşmasında şunları söyledi:

“Biliyorsunuz, bay kriz ve arkadaşlarının en büyük özelliği, beceriksizliklerinin sorumluluğunu, asla kabul etmemeleridir. Kendilerinden başka, herkes ve her şey, herhangi bir konudaki kötüye gidişin, sorumlusu olabilir. Bir tek kendileri, ‘ak’ kaşıktır… Bunun psikolojik çözümlemesine, hiç girmeyeceğim, sonra mahkemelik oluyoruz…Biliyorsunuz, bay kriz’in beceriksizliğinin son yansıması, enflasyon. Milletimiz uçan fiyatlar, gün aşırı gelen zamlar, astronomik faturalar altında, çile çekiyor. Bu arkadaşlar da bir süredir, enflasyon canavarının sorumluluğunu, atacak bir şey arıyorlar. Her hafta, başka bir sorumlu uyduruyorlar, ama bir türlü tutunamıyorlar. Nitekim, son olarak, ‘dünyada enerji fiyatları yükseliyor, o yüzden enflasyon yüksek’ demeye başladılar. Ne var ki bu, fütursuzca uydurulmuş, koskoca bir yalan. Belli ki artık, söyleyecek yalanları da kalmamış…Kardeşim; başka ülkeler, enerji ithal etmiyor mu? Sadece biz mi, enerji satın alıyoruz? Dünyadaki ülkelerin, en az yarısında, yıllık enflasyon, bizim aylık enflasyonumuzdan, daha düşük. Bir tek, Venezüella, Sudan, Surinam ve Zimbabve’de enflasyon da bizden yüksek… Düşünebiliyor musunuz asrın liderimizin getirdiği Türkiye. İşte size, bay kriz’in üstün ekonomi politikalarının sonucu. Surinam’la, Zimbabve’yle rekabet eden Türkiye…Gerçekten ibretlik.

“Bu fiyat artışların nedeni, yolsuzluktur”

Bu milletin, artık bu masallara karnı tok. Her şeye rağmen, dünyada enflasyon bu kadar düşükken, bizde yüksek olması, beceriksizlikten başka bir şey değildir. Lafı dolandırmanın alemi yok. Bu fiyat artışlarının nedeni, yolsuzluktur. Bay Kriz ve ekibinin kötü yönetimidir. Saçma sapan politikalarla, bir yıl içerisinde, Türk lirasının değerini, yüzde yüz düşürürseniz, bir de bunu, ‘rekabetçi kur’ diye ambalajlamaya kalkarsanız, olacağı budur. Bu kadar basit.

Buradan, iktidardakilere seslenmek istiyorum; sizin enflasyonu düşürmeye niyetiniz de gücünüz de bilginiz de ekibiniz de yok. Bunu biliyoruz. Ancak yine de sorumlu siyaset anlayışımızın, bir gereği olarak, size bazı önerilerde bulunacağım: Önce; ekonomide güven ortamı oluşturacaksınız. Para ve maliye politikasını, koordineli ve etkin bir şekilde kullanacaksınız. Türk lirasına itibar kazandıracaksınız. Merkez Bankası’na müdahale etmeyeceksiniz. Politika faizini etkisizleştirmeyi değil, etkili kılmayı hedef alacaksınız. Sonrasında ise; bütçede israfı, şatafatı, saray sefasını keseceksiniz. Hortumlamayı bırakacaksınız. Bay krizin 5 atlısının, dolar üzerinden olan sözleşmelerini feshedeceksiniz. Söylemesi bile gülünç ama; tüm bunların yanında, bir de saçma sapan açıklamalarda bulunmayacaksınız. Az konuşup çok iş yapacaksınız. Bir gün bir model, ertesi gün başka model denemeyeceksiniz. Bütün dünyanın uyguladığı politikaları bırakıp, ‘biz heterodoks politika uygulayacağız’ diye, fantastik maceralara girmeyeceksiniz.

Biz Türkiye’nin gerçeklerini konuşurken; hatta, iktidar mensuplarına, çözüm odaklı, yapıcı önerilerde bulunurken; bay kriz ve arkadaşları, başka işlerle uğraşıyorlar. Mesela, rantçılarla yeni iş birlikleri kovalıyorlar. Mesela, az sayıdaki düzgün bürokratın, ayağını kaydırıp, yerlerine, emir erlerini yerleştirmenin hesabını yapıyorlar. Mesela kalan son birkaç bağımsız medya kanalını, nasıl susturacaklarını planlıyorlar. Ben burada gerçekleri konuşurken; saray medyasının haber merkezleri, bu gerçekleri, hangi yalanlarla örteceklerinin hesabını yapıyor. Ben burada gerçekleri konuşurken; sarayın maaş bağladığı binlerce trol, sosyal medya hesaplarımıza yapacakları, saldırıları planlıyor. Ve siz, elektrik faturalarınızı, nasıl ödeyeceğinizi düşünürken; saray eşrafı, internette satın alacakları arabalara bakıp, akşam yemeğini, hangi lüks restoranda yiyeceklerini düşünüyorlar. Ve bunları sosyal medya hesabından umutsuz, işsiz, gece oturup gündüz uyuyan gençlerin gözüne sokuyorlar. Artık gün gibi ortadaki bunlar artık, umutsuz bir vakalar ve doğru yola asla dönmeyecekler. Çünkü; Türkiye’yi hakkıyla yönetebilmenin esası, Türkiye’yi sevmektir. Kendini değil, memleketi sevmektir. Yandaşı değil, vatandaşı sevmektir. Allah’ın bize lütfu olan bu ülkenin, taşını, toprağını, suyunu, ağacını sevmektir.

“Ayçiçeği yağı kuyrukları da artık ülkemizin acı bir gerçeği”

‘Millet’ sözünü, dillerinden düşürmeyip, attıkları her adımla, yaptıkları her yanlışla, millete düşmanlık ediyorlar. Nazım Hikmet, dizelerinde ne güzel ifade ediyor; ‘onlar ümidin düşmanıdır sevgilim, akar suyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı.’ Nitekim; geçen hafta, ‘fakir köylü Hatçe kadına, ırgat Süleymana düşman’ olan Tarım Bakanı, görevinden, ‘affedildi.’ Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin, zamanında, öve öve bitirilemeyen, yıldızlar kadrosundan, bir üstün liyakatli yıldız daha, bir gece ansızın sessizce kaymış oldu. Yurt genelinde çiftçilerimiz, bu arkadaşımızın ‘affını’, gayet anlaşılabilir bir coşkuyla karşıladı. Neden mi? Gelin Sayın Bakan’ın performansına, birlikte bakalım. Mazot 20 lira. Gübrenin kilosu en az 10 lira. Yemin kilosu 5,5 lira. Silaj 1, kuru yonca 2,5 lira. Çiftçilerimizin, bankalara ve finans kurumlarına borcu 178 milyar lira. Piyasa borçlarını da katarsak 228 milyar lira. Süt/Yem paritesi, tarihte ilk defa, 1’in altına düşmüş. Piyasada, en az 70-75 lira olan, karkas kırmızı et kesim fiyatı, Et ve Süt Kurumu’nda hala 55-60 lira. Damızlık inekler, düveler kesime gidiyor. Kurban’da 100 malı olan çiftçinin, bugün 50 malı yok. Hayvancılık işletmelerinin birçoğu ya boş ya da yarı kapasite çalışıyor. Çiftçiden, 2 lira 25 kuruşa alınan buğday, neredeyse 6 liraya ithal ediliyor. Kışın ortasına gelmişiz, hala buğday ihtiyacı karşılanmamış. Ayçiçeği yağı kuyrukları da artık ülkemizin acı bir gerçeği… İşte size, üstün liyakat nişanını hak eden, bir bakanlık performansı. İşte size, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin, tarımda oluşturduğu enkazın ibretlik resmi. Yazıklar olsun.

Buradan, tarımdaki bu enkazı devralan yeni bakana, hayırlı olsun diyor, kendisini, acilen bazı adımları, atmaya davet ediyorum. Sayın Bakan; çiftçinin, kışlık ekim için kullanamadığı gübreyi, hiç olmazsa, bahar gübresi olarak kullanabilmesi için, ihtiyacı olan gübrenin, yarısını karşılayın. Tarım Kredi ve bankalarda, yapılandırması yapılan çiftçilerin, üretimde kalmalarını sağlayın. Bunun için sicil affı dahil, ödedikleri kadar, yeni işletme kredisi almalarının, önünü açın. Her ne kadar, 2021 hak edişleri için konulmuş olsa da ekim-dikim-üretim sezonu öncesi, 2022 toplam destekleme tutarının, en az yarısını avans olarak ödeyin. Yani, en geç nisan sonuna kadar, 29 milyar liranın yarısını ödemiş olun. Kalan kısmını ise, en geç ekim ayında ödeyeceğinizi duyurun. Çiftçilerin kullanacağı mazottan, hiç olmazsa bu yıl için vergileri kaldırın. Böylece mazot fiyatını, yarıya düşürmüş olun. Çiğ süt fiyatını, en az 1,30 paritesine güncelleyin. Prim hariç, en az 6 buçuk lira fiyat verin. Süt sanayicisine, elektrik desteği sağlayın. Karkas et fiyatını, ESK fiyatı olarak, en az 75 lira yapın. Çiğ süt ve kırmızı et fiyatlarını, belirli dönemlerde güncelleyin. Güncelleme tarihlerini önceden ilan edip piyasaya güven telkin edin. Bu vesileyle; sayın üretici düşmanı Bakan’a hayatta başarılar diliyor; aynı, ziyadesiyle feyz aldığı, eski Damat Bakan’ın yaptığı gibi, yandaş yayınlardan çıkaracağı, ‘66 adımda Türk Tarımı’ isimli kitabını, sabırsızlıkla beklediğimi, huzurunuzda ifade etmek istiyorum.

Memleket, taksit taksit sevilmez. Göz göre göre, memleketini talan ettirmez. Ancak maalesef, artık iyice anladık ki, bu iktidarın, bir kötülük ajandası var. Belli ki bu ekip, her hafta toplanıp, ‘acaba bu hafta, memlekete ne kötülük yapsak’ diye istişare ediyorlar. Toplantıdan çıkınca da ya, ekonomiyi batıracak, yeni kararlar alıyorlar. Ya, yine bir yandaşı ihya ediyorlar. Ya da haritadan seçip, memleketin bir başka sahilini, ırmağını, dağını, ormanını, talan ediyorlar. Nitekim geçen hafta, bu ajandaya zeytinlikleri almışlar. Bunun sonucunda da zeytinlerimizin talan kararnamesi, bütün yasa ve yetkiler çiğnenerek, anında önümüze konuverdi. Sayın Erdoğan; hani, ‘Nas’ vardı? Ne oldu Nas’a? Hazreti Nuh’un gemisine konan güvercinin ağzında, zeytin dalı var. Yüce Rabbim Kuran’da, o ağaç üstüne yemin ediyor. Bu zalimliğe yol verirken, Sure-i Tin hiç mi aklına gelmedi? Bu talanı, bu kaçak, bu hukuksuz kararı imzalarken, hiç mi vicdanın sızlamadı? ‘Bir tek yüzüğüm var’ dediğin, fakirlik günlerinde, sofranda bulunduğunda, mutlu olduğun zeytin tanelerinin, hiç mi hatırı yoktu da imzayı basıp, zeytinlikleri, gözü dönmüş rantçıların yağmasına açtın? Yazıklar olsun.

“Sanki vida söküp, vida takıyor”

Bunlarda hiç utanma kalmadığı için, formülleri de hazır. Neymiş efendim, madeni çıkardıktan sonra, ağaçları yerine dikeceklermiş. Fesüphanallah…Bu zihniyete bir bakar mısınız? 300 senelik, 500 senelik, ekolojik mucizeyi topraktan sökecekmiş, sonra da yerine takacakmış…Mübarek, sanki vida söküp, vida takıyor. Ne diyelim, Allah bunları ıslah etsin.

Bir de bu arkadaşların değişik bir huyu var; ne zaman, yanlışlarına dikkat çeksek, ‘Bunlar, Türkiye’nin zenginleşmesine karşı’ diyorlar. Üstelik bunu, böyle bir zenginliği, vicdansızların eline bırakırken, demeye de zerre utanmıyorlar. Hatta üzerine bir de ‘zeytinci para mı kazanıyor?’ diye soruyorlar. Kardeşim; zeytinci kazanamıyorsa, sen utanacaksın, sen! Bunu soracağına; ‘o ağaçlar gerçek birer hazine’ diyeceksin. İlla soracaksan; ‘üretimde, 1,5 milyon tonla, dünyada dördüncü ülkeyiz. Neden İtalya, niye Yunanistan kadar kazanamıyoruz’ diye soracaksın. Maalesef, aklı fikri inşaat olanların, betonarme zihinlerin, bunu anlamasının imkânı yok. Rahmetli Erbakan Hoca’nın deyimiyle, ‘sizi gidi beton kafalılar sizi.’ Ama kimse merak etmesin, bu konunun peşini bırakmayacağız. Muğla milletvekilimiz Metin Ergun, konuyla ilgili dava açtı. Süreci yakından takip ediyoruz.

“Diş perisi gibi, sarayın da rant perileri var”

Bu saray, çok acayip bir yer. A acayip bir yer. Adeta, masalsı bir dünya…Mesela, geceleri gelen rantçıları var. Mübarekler aynı diş perisi gibi, sarayın da rant perileri var. Çünkü bu periler biliyor ki; Sayın Erdoğan, elinde geceleri kalemle bekliyor. Kalem var elinde. Şöyle oluyor. Şimdi rant perisi geliyor, ‘haşmetmeap’ diyor. Elinde kalem var haşmetmeabın. Diyor ki ‘geçerken bir uğradık, şöyle bir rantımız var’ diyene, haşmetmaap basıyor imzayı. Ancak gariptir o kalemi bir günde milletin menfaatine kullanmayı akıl etmiyor, edemiyor. Çünkü bu arkadaşımız artık milleti değil, rantçıların adamı. Onun için, bugün gelinen noktada biz artık, bir siyasi partiyle rekabet etmiyoruz. Biz, artık kötülükle mücadele ediyoruz. Bu mücadele artık, iyiyle kötünün, hakla batılın, haklıyla zalimin, mazlumla zalimin mücadelesi.

Biz, ‘varlığım, Türk varlığına armağan olsun’ diyerek büyümüş bir nesiliz. Biz, ‘varlığım, Türk varlığına armağan olsun’ diyerek, evlat yetiştirmiş bir nesiliz. O mübarek ağaçlar da o varlığın bir parçasıdır. Bizim davamız, bizim yeminimiz, kendini, devletine ve milletine adamaktır. Varlığını, Türk varlığına adayanlar, milleti yoklukla, yoksullukla boğuşurken, yazlık saray peşinde koşmaz, koşamaz. İşi gücü bırakıp, kupon arazi kovalamaz, kovalayamaz. Servet peşinde koşanlar için alınan, haram kararlara, sessiz kalmaz, kalamaz. Çünkü; ‘varlığım, Türk varlığına armağan olsun’ diyenlerin, en büyük serveti, rantçılardan alacağı alkış değil, milletinden alacağı hayır duadır. Varsın onlar, Allah’ın huzurunda, hesap vermeyecekmiş gibi yaşasınlar. Varsın onlar, çocuklarına, harcayamayacakları kadar büyük, servetler bıraksınlar. Varsın onlar, seçim yokmuş gibi, saray sefasına devam etsinler. Biz, bu milletin çocuklarını, onların haram düzenine ezdirmeyeceğiz. Çaldıkları gibi geri verecek, geldikleri gibi gidecekler.

“Bu seçim, helal ile haram arasında olacak”

Şimdiden ilan ediyorum; o sandık, er ya da geç gelecek. Ve o sandık geldiğinde, biz de bir seçim yapacağız. Bu seçim, sadece Cumhurbaşkanını veya milletvekillerini belirleyeceğimiz, bir seçim olmayacak. Bu seçim, helal ile haram arasında olacak. Bu seçim, millet iradesi ile rantçı vesayeti arasında olacak. Ez cümle; bu seçim, iyi ile kötü arasında olacak. Ve o gün geldiğinde, iyiler mutlaka kazanacak!

“Yeni yokluğumuz ilaç yokluğu”

Bu ucube sistem ve liyakatsiz kadroları; milletimizin sadece cebine ve malına değil, ruh ve beden sağlığına da zarar veriyor. Çocuklarımız başta olmak üzere, toplumumuzun geniş kesimlerini, hızla fakirleştiren bu sistemin, verdiği zarar, sadece yoksullukla sınırlı kalmadı. 2022’nin Türkiye’sinde, artık yokluk da yaşamaya başlandı. İşte size, milletimizin sağlığını her geçen gün daha fazla tehdit eden, yeni yokluğumuz: İlaç yokluğu…Bakın, artık her yıl, ilaç yokluğuyla karşılaşıyoruz. Vatandaş, eczacıyı suçluyor. Eczacı, ilaç firmalarını suçluyor. Firmalar döviz kurunu suçluyor. Döviz kurunun dili olsa da konuşsa…Görsek ki kim suçlu. Ama, suçlu kim olursa olsun; günün sonunda olan, hasta yatağında, ilaç bekleyen insanlarımıza oluyor… Yanlış yürütülen, ilaç ve geri ödeme politikaları, vatandaşlarımızın en kritik hastalıklarda, ilaçsız kalmasına neden oluyor.

İlaç fiyatları da tıpkı akaryakıt gibi, elektrik gibi, dövize bağlı olarak belirleniyor. Fakat arada bir fark var: 14 Şubat’ta, ilaç üreticilerimize, ‘İlaç fiyatlarını belirlerken, 1 avroyu, 6 lira 29 kuruş kabul ediyorum. Ona göre fiyatınızı belirledim. Ya bu fiyata satarsınız ya da bu fiyata satarsınız’ dendi. Şu işe bakar mısınız? Gerçek kur, 16 lirayı aşmış, bunlar, 6 liradan hesap yapıyor. Madem öyle; buradan iktidara, bir teklifte bulunmak istiyorum. Madem, devlet olarak ilaç alırken Avro’yu, 6 lira 29 kuruş kabul ediyorsunuz, o zaman, akaryakıt fiyatlarında da elektrik fiyatlarında da şu meşhur 5 müteahhidinizin, garantili işlerinde, köprülerinde, yollarında da Avro’yu 6,29 liraya sabitleyin. Buyurun, hodri meydan. Ama Bay Kriz’in bunu yapamayacağını biliyorum. Neden yapamaz biliyor musunuz? Isparta’yı karanlıkta bırakan, paralı otoyolları darphaneye çeviren, şehir hastaneleri üzerinden, milletin sırtına kene gibi yapışan beşli çeteye, kıyamaz da ondan. Onların ödemesini, 16 lira yerine, 6 lira üzerinden yapamaz da ondan. Yine de sorumlu muhalefet anlayışımız gereği, buradan iktidarı uyarıyorum: Derhâl bu saçmalığa son verin.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

Bugün; bol miktarda, sahte gülüşler göreceğimiz, hamasi sözler duyup, içi boş vaatler dinleyeceğimiz bir gün… Bugün; her dakika, her saat, her gün yaşanan acı gerçeklerimizin, sadece bir günlüğüne hatırlanacağı gün… Bugün; 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü…Kutlu olsun… Bugünün kadınlar atfedilmesi bile esasında bir hak arayışını, bir mücadeleyi ve bir acıyı işaret eder. Kadınların yaşadığı önyargılar ve baskılar dünyanın her yerinde aynıyken verilen mücadeleler farklı mı? Elbette değil. Modern tarihe baktığımız zaman kadınları sürekli olarak bir şeyler için mücadele ederken görürüz. Mesela aydınlanma ile yapılmaya başlanan insan haklarında kadınlara pek yer yoktur. İnsan denilen varlık erkekle bir tutulur yani söz olan hep erkek ya da erkek haklarıydı…Kadınlar sanki biyolojik olarak farklı, korunması, kollanması ve idare edilmesi, yönetilmesi ayrı bir tür olarak kabul ediliyordu. Kadınların ilk savaşı işte tam olarak burada başladı. Önce kendilerini insanlık ailesinin bir parçası olarak kabul ettirmek zorundaydılar…Sonra kadınlar demokrasi için mücadele etti. Hitler faşizminin en karanlık günlerinde Münih Üniversitesi’nde kendi hazırladığı broşürleri dağıtan Sophie Scholl ve abisi Gestapo tarafından yakalandı ve idam edildi…Hitler faşizmine itiraz ediyordu. Stalin’in Doğu Avrupa’yı ele geçirme planını da ilk önce kadınlar itiraz etti… ABD’de ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı başlatılan sivil haklar hareketinin kalbinde de yine kadınlar vardı…Nitekim, Berlin Duvarı yıkılırken, Kahire sokaklarında, Arap otokratlara isyan edilirken, İran’da çalınan seçimlere tepki gösterilirken yine kadınlar ön saftaydı. Bu kadınlar birbirlerini hiç tanımadılar, birbirleriyle hiç karşılaşmadılar. Farklı zaman dilimlerinde farklı ülkelerde farklı şehirlerde yaşadılar ama aslında hepsi kardeşti. Çünkü, her biri tel bir şey için mücadele etti. İnsanların onurlu bir yaşama kavuşması için uğraşıp hayatlarını tehlikeye attılar. Bedel ödemeyi göze aldılar. Birçok erkeğin ılıman iklim meyvesi gibi her mevsim çiçek dağıtmasının aksine adeta sert ve soğuk iklimlerde ayakta kalan bir çınar karakterli ve dimdik durdular…Türk kadının verdiği mücadele belki de dünyanın başka hiçbir yerinde görülmedi. Çünkü, dünyadaki hem cinsleriyle beraber Osmanlı’nın yıkılış döneminde kadınlar hak mücadelesine başladı…İstanbul’un 93 Harbiden itibaren İstanbul ve Marmara Bölgesi’nin ekonomisini… götürenler kadınlar. Bunu ABD’li ve Avrupalı birer kadın gazeteciler söylüyor. Kendi özelinde ‘bahçe ekonomisi’ diyorlar… Takas üzerinden açların doyurulduğu, üstlerinin giydirildiği bir süreç bu. Ve bugün burada beyazlar giymemize sebep olan Beyaz Konferanslar…

Türk kadınları tarihin hiçbir döneminde hak arayışından ve mücadelesinden vazgeçmedi. Ama bizim en büyük şansımız Cumhuriyet’imiz oldu… Top mermileri ıslanmasın diye kazağını mermilerin üzerine örten ve donarak şehit düşen Şerife Bacı’nın sırtında yükselen Cumhuriyetimiz…Hep tercih ettik. Hep tercih etmek zorunda bırakıldık. Ve sonra İstiklal Savaşı. Cep delik cepken delik. Şerife Bacı, kendi şehit oldu ama silah taşıyan Zonguldak’tan yola çıkan, sahilden yola çıkan mermisi kucağında oğlu Hasan sırtında, Hasan mı mermi mi? Bir ana için ne kadar önemli ve ne kadar korkunç bir tercih. Ve Hasan’ın üzerindeki örtüyü merminin üzerine örten bir anne. Mermiyi teslim ettiğinde Hasan’ın donarak öldüğünü gören bir anne. Utanmandan ‘hiçbir şey yapmadınız’ diyorlar. Ayıp be ayıp. Bu ülkenin kadınının ayağının altını öpmelisiniz kereste adamlar! Utanmadan sıkılmadan hiçbir şeyi hak etmediğimizi söylüyorsunuz. Bu ülkenin kadını her şeyi hak etti. Bileğinin, yüreğinin gücü, fedakarlığıyla, tercihlere zorlanmasıyla ve ailesini, ülkesini, milletini sağ ve ayakta tutmak için gösterdiği gayret ile hak etti. Bir kocaman kuyruklu yalan vardır. ‘Türk kadını mücadele etmedi’ diye hadi oradan be. Bunu söyleyenler o kadınların bu ülke için verdiği emeğin fitresini karşılayamazlar. Zekâtı fazla gelir. Emeklerinin fitresini karşılayamazlar.

“Onu unutturamadılar, unutturamayacaklar”

Osmanlı’nın küllerinden, büyük Türkiye Cumhuriyeti’ni yükselten, en büyük itici güç, kadının toplumdaki ağırlığının, değişimi olmuştu. Türk kadının gücünü gören, değerini anlayan ve hakkını teslim eden, bir çift mavi gözün ışığı, Türk kadınının umudu olmuştu. Gençlere kadınlara Atatürk’ü unutturmaya çalıştılar. Gençlere, kadınlara Atatürk’ün hakkında her türlü hakareti yaptılar ama umarım duyarlar. İşte burada onu unutturamadılar. Unutturamayacaklar. Çünkü, o gerçekten hakkı hakka teslim eden bir liderdi. Kadınları bütün sözleri öyle, burada taşımaya eşitlemeye yönelik kanunları çıkardı. Ama Cumhuriyeti ise gençlere emanet etti. Kadınlar ve gençler. Onun için bütün kavga bizim üzerimizde oldu. Ve gençlerle Cumhuriyet’in arasını, gençlerle Atatürk’ün arasını açmaya çalıştılar ama başaramadılar. Vizyon böyle bir şey vefa böyle bir şey.

İşte bu ışıkla, Türk kadını; 1924 yılında, Tevhid-i Tedrisat kanunuyla, eğitim hayatında eşitliğe; 1926 yılında, Medeni Kanun’la, aile ve toplum hayatında eşitliğe; 1934 yılında, seçme ve seçilme hakkıyla, siyasi alanda eşitliğe; 1936 yılında, iş kanunuyla da çalışma hayatında eşitliğe kavuştu. İşte o mavi gözlü lider. Hakkı hakka teslim etti. Yani pek çokları gibi ben bir kadın olarak söylüyorum ama eğitim, o Cumhuriyetin verdiği sosyal adalet fırsat eşitliği bugün Atatürk’e yönelik en ağır ifadeleri söyleyenleri, yazanları, Saray’da ağırlayanları da Saray’da ağırlar hale getiren o Cumhuriyet’tir. O fırsat eşitliğidir. Yani, eğer ben bugün, buradan, yüce Meclisimizin çatısı altında, sizlere seslenebiliyorsam, İzmit’in bir köyünden çıkıp; bir akademisyen, bir milletvekili, bir bakan ve bir siyasi parti genel başkanı olarak, karşınızdaysam, bunu Cumhuriyetimize borçluyum. Benim gibi, bugün bu salonda bulunan sizler de Cumhuriyetimize borçlusunuz. Hatta; ‘keşke Yunanlılar galip gelseydi’ diyen, utanmazlar bile, Cumhuriyetimize borçlu! Atamızın başarılarını, milletimizin ona olan sevgisini, hazmedemeyen çapsızlar bile, Cumhuriyetimize borçlu! Oturdukları koltuktan yazdıkları, sözde destanlar üzerinden, İstiklal kahramanlarımıza, hakaret eden hadsizler bile, Cumhuriyetimize borçlu!

Ancak; kadınların kaderini değiştiren, o büyük cumhuriyet vizyonumuzdan, bugün geldiğimiz nokta, maalesef içler acısı… Ben herhangi bir kayıt altına alınmayan ev ziyaretleri yapıyorum. O ziyaretlerde kadınlarla bir araya geliyoruz. Bir kere çok genç evlenmiş kadınlar…’Ne istersin kızım’ dediğimde ‘oğlumun üniversiteyi kazanması için ders almasını sağlayın’ diyen kadınlar… Yani o göç esnasında, o mermi taşırken nasıl bir psikolojisi varsa bugün dünyanın şusuyuz, busuyuz diyenlerin aksine o günkü kadının fedakarlığı ve psikolojisinin dışında yeni bir şey duymayan düşünmeyen kadınlar. Değişen hiçbir şey yok. Bugün biz tuzu kuru kadınlar onlar için çok şey yapmak zorundayız. Kocasından şiddet gören kadınlar… Sarıldığın zaman ‘kaç yaşındasın kızım ya da oğlum’ dediğiniz de 5-6 yaş civarında zannettiğiniz çocukların 11-12 yaşında çıktığı çocukların annesi kadınlar. Bir tanesi dedi ki,…’ kanımı satsam eskiden pahalıydı şimdi mümkün mü, organı mı versem acaba kaç para eder.’ Ey sarayda yaşayanlar 5 maaş 10 maaş 11 maaş alan haramzadeler duyun… Dün size bizden biri diye ümit bağlayan bu kadınların ahında boğulacaksınız.

“Kadınlara ‘yokmuş gibi’ davranarak egolarını tatmin etmek istiyor”

100 yıl sonra bugün, Türkiye’de birileri; kadınların seslerini bastırmak istiyor. Siyasetten, ekonomiye, dinden, sosyal hayata, her konuda; ‘kadını’ özne yaparak, en temel haklarını tartışmak istiyor. Kadınlara ‘yokmuş gibi’ davranarak; zavallı egolarını tatmin etmek istiyor. Osmanlı’dan beri, Cumhuriyet’ten beri, bu topraklarda devam eden, kadın hakları hareketini, kadının, ‘adını yok sayarak’ bitirmek istiyor. Üstelik; ülkemizi yöneten iktidar da bu zihniyete, çanak tutuyor. Kadınları, ‘vitrin süsü’ görüp, ötekileştirerek, çanak tutuyor. Her gün, karanlığa hapsolan kadınlar için, kılını kıpırdatmayarak çanak tutuyor. O kirli zihniyetin gazına gelip, bir gece aniden, İstanbul Sözleşmesi’ni yırtıp atarak, çanak tutuyor.

Bakın; biz burada, İstanbul Sözleşmesi’ni savunurken; sandılar ki, sadece kadınları savunduk. Biz burada, kadınların can güvenliği derken; sandılar ki, sadece kadınları koruduk. Oysaki, biz burada; hayatımızın tüm alanlarına, karabasan gibi çöken, bir kötülüğe karşı durduk. Kardeşi, eşi, dostu birbirine düşürmek isteyen, bir çirkinliğe karşı durduk. İnsanlığını kaybeden, kadınları hakir gören, bir kirli zihniyete karşı durduk. Ve kimse kusura bakmasın, dimdik durmaya da devam edeceğiz. Çünkü; 1923 yılında, kendine ait, muzaffer bir devlet kuran bu millet, 2022 yılında, bunun gerisine düşemez! 1934 yılında, batılı ülkelerden bile önce, kadınlara, seçme ve seçilme hakkı verebilen, bu cumhuriyet, 2022 yılında, bunun hatırasıyla yetinemez! 1997 yılında, kadının başörtüsü arkasına saklanan, yasakçı zihniyet, 2022 yılında, kadınları hapsederek, kendini tekrar edemez! Şunu kimse unutmasın: Türkiye’nin büyümesi, Türkiye’nin zenginleşmesi, Türkiye’nin gelişmesi, Türk kadının elindedir. Türk kadını güçlü olursa, Türkiye de güçlü olur." (ANKA)

 

 

Gündem