Akşener: AK Parti iktidarında hiç kimse sorumluluk almıyor
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında Kahramanmaraş depremleriyle ilgili, "İktidar karar mercii olduğu kadar, aynı zamanda sorumluluk merciidir. Ak Parti iktidarında, hiç kimse sorumluluk almıyor. Hiç kimse, hesap vermiyor. Bir Allah’ın kulu bile istifa etmiyor." diye konuştu.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in konuşmasından önemli satırbaşları şöyle:
"Yakın tarihimizin, en büyük acısını yaşıyoruz. Bizim mayamızda kardeşlik var, dayanışma var. Zor günlerde, kenetlenme var. Toplu vuran, sinmeyen ve asla yılmayan, yüreklerimiz var.
Yaşadığımız bu felaketin izleri, ne hafızamızdan, ne de kalbimizden silinmeyecek. Hayatla ölüm arasındaki, o ince çizgiyi, memleketimizi yasa boğan, o büyük acıyı, tüm Türkiye’nin kulaklarını çınlatan, o feryatları, asla unutmayacağız. Tertemiz niyetlerle uyunan bir geceye, çamurun sıçradığı, o karanlık sabahı unutmayacağız. Başkaları unutabilir. Biz, dün de unutmadık, bugün de unutmayacağız. Ve asla unutturmayacağız!
Elbette ki, acının asıl sahibi, depremi şehrinde, mahallesinde, köyünde yaşayan vatandaşlarımızdır. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza, Yüce Allah’tan rahmet, ailelerine ve sevdiklerine, sabır diliyorum.
Allah, yaralarımızı sarmak için, ter döken, görevlilerimize, gönüllülerimize, güç kuvvet versin. Yaralı vatandaşlarımızın, bir an önce sağlığına kavuşmaları için, dua ediyorum. Hepimizin başı sağ olsun, hepimize geçmiş olsun.
"99 depremi, hepimize çok şey öğretti"
99 depremi, hepimize çok şey öğretti. Bunlardan biri ilk 72 saatin önemiydi. İlk 72 saatte en büyük ihtiyaç enkaz altındaki vatandaşlarımızın kurtarılması ve bölgeye gerekli desteğin en hızlı şekilde sağlanmasıdır.
İşte biz de tam olarak bu sebeple, afeti öğrenir öğrenmez, Afet Koordinasyon Merkezimizi kurup, parti olarak seferber olduk. Milletvekillerimizi, genel başkan yardımcılarımızı, gençlik kollarımızı, teşkilat mensuplarımızı, ve gönüllülerimizi harekete geçirdik. Hem arama kurtarma faaliyetlerine, yardımcı olmaları, hem de, bölgedeki eksikleri, talepleri ve ihtiyaçları, tespit etmeleri için, 10 şehrimize gönderdik.
İYİ Parti olarak, bu süreç boyunca, bir sivil toplum kuruluşu gibi çalıştık. Milletimizin, içine düştüğü ateşi, söndürmek için çalıştık.
Bu arada, dikkatinizi çekmiştir: Bugün salonda, gençlik kollarımız yok. Onlar, 'Biz bu ateş sönene kadar, hep buradayız' dediler. Ve hala bölgedeler. O nedenle, gençlik kollarımızdaki, tüm evlatlarıma da özellikle teşekkür etmek istiyorum.
Ayrıca, depremin ilk gününden itibaren, elinden geleni yapmak için çalışan, imkânları ölçüsünde, maddi yardımda bulunan, bölgedeki çalışmalarda emek veren, veya duasını eksik etmeyen, gencinden yaşlısına, erkeğinden kadınına, her bir vatandaşımıza, sivil toplum örgütlerimize, gönüllülerimize minnettarız. Allah her birinizden razı olsun.
Ben de, 72 saat sonra deprem bölgesindeydim. Yaralılarımızı ziyaret ettim, aile fertlerini, yakınlarını, sevdiklerini kaybetmiş insanlarımıza, taziye ziyaretlerinde bulundum. Yürütülen çalışmaları, yerinde gördüm. Depremzede vatandaşlarımızın, taleplerini dinledim.
"Bölgede yaşanan organizasyon krizi vatandaşlarımızın canını yakan başlıca konulardan biridir"
Özellikle ilk 3 gün boyunca, bölgede yaşanan organizasyon krizi, vatandaşlarımızın canını yakan, başlıca konulardan biri oldu. 5’inci günde bile, hâlâ arama kurtarmanın ulaşmadığı enkazlar vardı.
Enkaz altından kurtulan vatandaşlarımızın, çektiği çile de ayrıydı. Cenazesine, kefen bile bulamayan, insanlarımız vardı. Depremin, 7’nci gününde bile, çadır bekleyen aileler vardı. Dondurucu soğukta, barınma, ısınma ve hijyen ihtiyaçlarını karşılayamayan, günler boyunca tuvalet sorunuyla uğraşan, vatandaşlarımız vardı.
Ez cümle biz, 1999 depreminin üzerinden geçen, 24 yılın ardından, 6 Şubat’ta sadece deprem gerçeğiyle yüzleşmedik. Biz aslında, 24 yıl sonra hiçbir dersin alınmadığı gerçeğiyle yüzleştik. Sadece beton blokların değil, ahlakın da çürüdüğü gerçeğiyle yüzleştik. Yapı denetim sisteminin, işlemediği gerçeğiyle yüzleştik. Rant sevdasının, hırsızlığın, yolsuzluğun, acı reçetesiyle yüzleştik. İmar affının, çözüm değil, tam tersine, ölüm fermanı olduğu gerçeğiyle yüzleştik. Tedbirsizlikle, iş bilmezlikle, liyakatsizlikle yüzleştik.
"Devletimizin kurumsal yapısının nasıl can verdiğini senelerdir anlatıyoruz"
Ülkemizin içine hapsedildiği, tek adam sistemiyle, devletimizin kurumsal yapısının nasıl can verdiğini senelerdir anlatıyoruz. Ancak ne yazık ki, bu gerçek, kendisini, kriz anlarında daha net belli ediyor. Ormanlarımız yanıyor söndürecek uçağımızın olmadığını yangın sırasında öğreniyoruz. Paramız, ani kur ataklarıyla pul oluyor. Merkez Bankamızda para kalmadığını, dolar, 3 katına çıktığında öğreniyoruz. Ve maalesef deprem oluyor. Binlerce vatandaşımız, enkaz altında yardım bekliyor, soğukta çadır bekliyor, tuvalet bekliyor, aş bekliyor ve biz, iktidarın hiçbir ciddi hazırlığının olmadığını, afet yönetiminin çöktüğünü, Sayın Erdoğan ve ekibinin, acizliğini görüyoruz.
Mesela ülkemizde, deprem sonrasında, arama kurtarma için, vinç olmadığını ’10 tane vinç kiraladık’ diye övünen Cumhurbaşkanı Yardımcısı’ndan öğreniyoruz. Mesela, yine aynı kişinin yerle bir olan, Elbistan’a 20 kişilik bir ekip gönderdiğini açıklamasıyla, arama-kurtarma ekiplerimizin, ne kadar yetersiz olduğunu görüyoruz.
Mesela Kahramanmaraş’ta depremzede vatandaşlarımız, geceleri eksi 18 derece soğukla mücadele etmeye çalışırken Teknoloji Bakanı’nın 1 milyon battaniye üretmekten duyduğu gururu izliyoruz. Mesela bir yandan iktidar mensupları tarafından yol şartlarından ötürü, gecikme yaşandığı söylenirken, diğer yandan Ulaştırma Bakanı’nın ‘dayanıklı yollar sayesinde, ulaşım kesintisiz sağlanmış oldu’ dediği yaman bir çelişkiye şahit oluyoruz.
Mesela depremin ertesi gününde birçok ilimizden, doğru düzgün haber bile alamazken Türk Kızılayı Başkanı’nın ‘Ulaşılamayan bir nokta yok’ diyerek, kendini bile inandıramadığı yalanına maruz kalıyoruz.
Mesela bir vatandaşımız ‘Yardım edin, bir vinç gelsin, bir ekip gelsin’ diye feryat ederken eski bir bakanın, acılı babanın yüzüne bile bakmadan telefonuyla oynadığı, aymazlığa şahit oluyoruz. Mesela binlerce insanımız, enkaz altında can verirken, Hazine ve Maliye Bakanı’nın tek sıkıntıyı sosyal medyadaki haberlerden ibaret gördüğü ve kamera kadrajına girme peşinde eski başbakana omuz attığı bir büyük kepazeliği izliyoruz.
'Hiç kimse sorumluluk almıyor'
Oysa iktidar karar mercii olduğu kadar, aynı zamanda sorumluluk merciidir. Ancak Ak Parti iktidarında, hiç kimse sorumluluk almıyor. Hiç kimse, hesap vermiyor. Bir Allah’ın kulu bile istifa etmiyor. Ne diyeyim. Yazıklar olsun. Onlar zerre utanmıyor ama ben utanıyorum. Onlar adına utanıyorum. Bu ciddiyetsizlikten utanıyorum. Bu yüzsüzlükten utanıyorum. Bu arsızlıktan utanıyorum. Vatandaşını en zor anında, yalnız ve çaresiz bırakan, bu liyakatsizlikten utanıyorum!
Tüm bu ciddiyetsiz, yüzsüz ve liyakatsiz açıklamalara neden maruz kalıyoruz biliyor musunuz? Sadece ama sadece, kriz üreten, felaket üreten tek adam sistemi yüzünden. Nitekim, bu ucube sistemin, tek adamı Sayın Erdoğan tüm süreç boyunca yine her zaman olduğu gibi sınırsız yetkiyle donatılmış, kocaman bir sorumsuzluk hali içindeydi.
Hatırlayın 2020’deki Elâzığ depreminde, IBAN numarası paylaşıp ‘Bu tür afetler, bizler için büyük bir imtihan’ demişti. Hatırlayın; 2021’de Rize’deki sel felaketinin ardından vatandaşlarımıza keyif çayı dağıtmıştı. Hatırlayın 2022’de Marmaris’teki orman yangını mağdurlarına da paket paket çay fırlatmıştı. Yıl oldu 2023. Biz 'acaba ders almış mıdır' diye düşünürken bu sefer de, depremden 1 buçuk gün sonra çıktığı ilk televizyon yayınında ‘Günü geldiğinde, şu anda tuttuğumuz defteri açacağız’ diyerek milletimizi tehdit etti.
Enkaz altındaki insanlarımızın, yerini bildirdiği ve iktidarın yapamadığını yapıp organize olarak yardım istediği, sosyal medyaya kısıtlama getirdi. Sonra da çıktı ve her felakette tekrarladığı gibi yine utanmadan ‘Bunlar, kader planının içerisinde olan şeyler’ dedi. Yani yine kader dedi, yine tevekkül dedi. Gerçekten ibretlik.
"Sayın Erdoğan, gerçekleri değiştiremeszin"
Sayın Erdoğan, sana daha önce de söylemiştim. Sen istediğin kadar, duymazdan gel. Sen istediğin kadar, kulaklarını tıka. Gerçekleri değiştiremezsin. Tevekkül, her türlü tedbiri aldıktan sonra, bir işi, nihayetinde, Allah’a havale etmektir. Ancak, her tür tedbiri aldıktan sonra... Hamdolsun hepimiz, kadere iman edenlerdeniz. Hamdolsun hepimiz ‘Hayrıhi ve Şerrihi Min Allâhû Teâlâ’ diyerek, hayrın ve şerrin, Allah’tan geldiğine inananlarız. Ancak, tevekkül, tembelliğe açılan bir kapı değildir. Sorumsuzluğa uydurulacak bir kılıf, hiç değildir.
Yaşadığımız felaketlerin altında yatan büyük sorumsuzluğu gizlemek için, imanımızı sömürmeye kalkmak kimsenin haddi de, hakkı da değildir. Tedbir almayıp sorumluluğunu yerine getirmeyip milletimizin enkazdan uzanan elini tutamayıp üstüne de tevekkülden bahsedip meseleyi kadere havale etmek şuursuzluktur, aymazlıktır, terbiyesizliktir.
Kendi beceriksizliğini ‘kader planı’ diyerek perdeleyemezsin Sayın Erdoğan. Kurduğun yağma düzeninin ağır faturasını ‘kader planı’na yükleyemezsin. Devletimizi yönetemediğin gerçeğini ‘kader planı’ diyerek gizleyemezsin. Hiç kadere sığınma, bu beceriksizliğin arkasındaki, tek sorumlu sensin sen."