"Türkiye arabayı artık ikinci vitese geçirmeye çalışmalı"

Chicago Üniversitesi Ekonomi Profesörü Ufuk Akçiğit, Türkiye'nin 1990'dan bugüne orta gelir tuzağından kurtulma yolunda ilerleyemediğini belirterek "Türkiye arabayı artık ikinci vitese geçirmeye çalışmalı" dedi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
"Türkiye arabayı artık ikinci vitese geçirmeye çalışmalı"

Chicago Üniversitesi Ekonomi Profesörü Ufuk Akçiğit, Türkiye'nin 1990'dan buraya orta gelir tuzağından kurtulma yolunda birinci aşamadan ikinci aşamaya geçemediğini, artık infusion (yabancı teknoloji şirketlerini ülkeye çekmeye ikna ederek kendi yetişmiş işgücünün buna entegre olması) denilen aşamaya geçmesi gerektiğini söyledi.

Kore'nin 3i stratejisini çok iyi uygulayan bir ülke olduğunu hatırlatan Akçiğit, Çin'in başarı öyküsüyle ilgili ise doğru bilinen bir yanlışa dikkat çekti.

Türkiye'nin özellikle eğitim ve hukuk reformlarının öncelikli olduğunun altını çizen Akçiğit, Growth Academy adı altında Chicago Üniversitesi'e davet edilen 108 ülkeden bürokratların 23'ünün bu yaz okuluna katıldığını, katılan ülkelerden birinin de Türkiye olduğunu açıkladı.

CNBC-e ekranlarında Güzem Yılmaz Ertem’in konuğu olan Akçiğit yakın zamanda yayınlanan Dünya Bankası’nın Dünya Kalkınma Raporu’nun ana temasının orta gelir tuzağı olduğuna dikkat çekerek, “Aslında orta gelir tuzağı, Türkiye’de çok dile getirilen bir konu ama ne kadar anlaşıldığı konusunda çok emin değilim. Çünkü orta gelir tuzağından kastımız bir dolu ülkenin benzer seviyelere geldiğinde aynı şekilde ilerlemesini durdurmasından bahsediyor." dedi.

Orta gelir tuzağında olan 108 ülkeden sadece 34'ü buradan çıktı

Akçiğit'in değerlendirmesi şöyle:

"Dünyada 108 tane orta gelirli ülke var. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bu ülkeler 1000-14.000 dolar arasında değişen kişi başına gelire sahip ülkelerden bahsediyoruz. Ve bu 108 ülke dünya popülasyonunun yüzde 75’ine sahip. Çok büyük bir insan kitlesi. Ekonomik üretim olarak baktığımızda da dünyadaki ekonomik aktivitenin yüzde 40’ı, emisyon için bakarsak da dünyadaki emisyonun yüzde 60’ı bu ülkelerden geliyor. Bu ülke grupları hakkında arkadan geldikleri için biraz daha enerjik, daha olumlu düşünürüz. 10-20 yıllık süreler içerisinde bu ülkeler zenginleşecek ve ABD’ye yaklaşacak diye düşünülür. Ama karnelerine baktığımızda maalesef 1990’dan beri karneleri çok iyi değil. Netleştirelim. 108 ülkenin ortalama kişi başına gelirlerinin ABD’deki kişi başına gelire oranına bakarsak yüzde 10’a zor yaklaşıyor hatta yaklaşamıyor. Çin’i çıkarırsanız zaten yüzde 5’e ancak geliyor. Hep böyle kalmış. Gelişme yok. Çin’i resimden çıkarırsanız ABD’den uzaklaşma bile var. Bu ülkelerin genel olarak trendinde bir iyileşme görmüyoruz. Daha net sorgularsak, aralarından başarı hikayesi yazmış kaç ülke var diye sorarsak 34 tanesi orta gelir seviyesinden yüksek gelire geçebilmiş. Ki yüksek gelir de 14 bin dolardan bahsediyoruz. İnanılmaz yüksek bir seviye değil. O ülkelerin toplamına bakarsak da 250 milyon insandan bahsediyoruz. Yani bir Pakistan ediyor. 6 milyar insanın içerisinden sadece Pakistan kadarı bu tuzaktan kurtulabilmiş. Aslında benzer problemlerden bu ülkeler mağdur oluyor.

3i stratejisi

Raporun ana özelliği bütün ülkelere aynı reçeteyi vermiyor olması. Burası çok dikkat edilmesi gereken bir konu. Her ülkenin izlemesi gereken farklı bir büyüme stratejisi var. Göreceli daha zengin ülkeler de var, çok fakir ülkeler de var. Gelişmişlik seviyesine göre farklı stratejiler izlemeleri gerekiyor. Buna da raporda 3i stratejisi diyoruz. İlk i yani investment (yatırım) stratejisi. Fakir ülkelerin yatırıma ihtiyaçları var. Altyapı, eğitim, fiziksel, üretim için yatırımlar gibi yatırımlar yapması gerekiyor. Ama şöyle düşünün: Manuel vites araba kullandığımız dönemleri hatırlayalım. Birinci vitesle arabayı ileriye doğru götürmeye başlıyorsunuz ama gaza bastıkça araba ivmelenirken bir noktadan sonra hızlanmamaya başlıyor. İlerlemek için vites değiştirmeniz gerekiyor. Aynı anolojiyi yaparsak ülkeler için de böyle. Yatırım yapabilirsiniz ama o sizi ancak belli bir seviyeye getirebilir. İlk bulunduğunuz bölüm için yüksek kaliteli yatırım yapmalısınız. Ama o kısmı başarıyla geçtiğiniz zaman artık ikinci faza geçiyorsunuz. İlk fazdaki politikalar artık yeterli değil. İkinci fazda başka bir stratejiye geçmeniz gerekiyor.

Inovasyon ve infüzyon

Burada da 2i dediğimiz, investment ve infusion dediğimiz gelişmiş teknolojileri bir şekilde ülkenize getirmeniz gerekiyor. Sadece sermaye odaklı değil verimlilik odaklı büyümeye dönüşülmesi gerekiyor. Ama verimlilik bazlı büyürken de ben ABD, Almanya veya Fransa ile kafa kafaya rekabet edeceğim diye hedef koymak da gerçekçi bir hedef değil. Çünkü bu ülkelerin daha yeterince kapasiteleri yok ve bunu oluşturmaları gerekiyor. Bunu da ancak dünyadaki en iyi uygulanan teknolojileri ya da bazen şirket yönetim stratejisi de bir teknolojidir düşünürseniz, nasıl doğru uygulamalar varsa onları ülkeye getirmek gerekiyor. Buradaki kritik şeyler; ülkeyi dünyadaki fikir alışverişine açmak. Dış ticarete açmayı kastetmiyorum. Dünyadaki fikir akışına bir şekilde ülkeyi entegre etmeyi söylüyorum. Bu nedir? Uluslararası projelere dahil olmak. Bu çok kıymetli, yurtdışından teknoloji bazlı şirketleri ülkeye çekmek ve onlara bir şekilde fabrika kurdurabilmek. Bir taraftan da yerel mühendisleriniz o şirketler için çalışabilirlerse oradan da çok fazla tecrübe elde edecekler. 5-10 veya 20 yıl sonra kendileri yeni şirketler kuracaklar. Belki o alanda çalışmayacaklar fakat oradan öğrendikleri yönetim stratejilerini başka şirketlere uygulayacaklar. Üçüncü nokta da yurt dışındaki diasporayı iyi kullanabilmek. Bizim gerçekten yurt dışına gitmiş, çok kıymetli yerlerde önemli işler yapan bir dolu insanımız var. Ülkelerin de bu diasporalarını kullanıp, bilgi akışını ülkeye kanalize etmesi de gerekiyor. Fiziksel olarak getirmek değil, uzaktan da insanlar çalışabiliyor. Uluslararası iletişim ağlarını da kullanarak yurt dışındaki insanlarla bağlantıya geçerek orta gelirli ülkelere sürekli bilgi akışıyla o potansiyeli oluşturmak gerekiyor. Bunu Kore çok başarılı bir şekilde uyguladı. O aşamayı da geçerseniz artık diğer vitese geçmeniz gerekiyor. O da 3i stratejisi. Investmen, infusion ve innovation dediğimiz siz artık belli bir kapasiteyi de oluşturduktan sonra ülke olarak ar-ge laboratuvarlarını kurabilir, yüksek teknolojiye destek verip artık uluslararası rekabetçi firmalar ortaya koyabilirsiniz. Eğer teşvik, destek verilecekse dikkatli ve inovasyon bazlı yapmanız gerekiyor. Yurt dışından lisanslama yerine artık firmaların kendi üretecekleri orijinal, dünyada var olmayan yeni teknolojilerin ortaya çıkmasına yönelik teşviklerin kaydırılması gerekiyor. Burada da üniversitelerin de rolü çok önemli oluyor” dedi.
108 ülkeden Growth Academy davetine katılan ülke sayısı 23, biri de Türkiye

Güzem Yılmaz Ertem’in birçok harika çalışan model var ama biz bunları Türkiye’ye klonlayabilir miyiz sorusuna ise Akçiğit şöyle yanıt verdi: “Ortak bazı problemlerden bahsediyoruz ama bir taraftan da her ülke de bir parmak izi gibi farklı özelliklere sahip. Kültürel özellikleri, coğrafi yapısı, popülasyondaki kadın-erkek dengesi farklı, hukuki ortamı, eğitim ortamı çok farklı. Dolayısıyla her ülkenin aksayan veya işleyen yönleri her ülke için tek tek incelememiz gerekiyor. Raporun en kıymetli özelliklerinden biri de şuydu: Biz bu Dünya Kalkınma Raporu üzerine çalıştıktan daha sonra iki şey yapalım dedik: Bu raporu biz anlatalım ama anlatmak için bürokratları davet edelim. Hem Chicago Üniversitesi’nde bir hafta geçirsinler hem de konuşalım, orta gelir tuzağı nedir, nasıl çıkılır ya da buranın metodolojisi nedir, ülkenizin ana problemlerini anlayabilmek için hangi veri setlerine bakmanız lazım, onları bir anlatalım dedik ve çok verimli bir iki hafta geçirdik. 108 ülkeden 23 tanesi geldi. Türkiye’den de katılım oldu. 20 senedir ders veriyorum. Verdiğim dersler arasında en keyiflilerinden biriydi. Bu problemleri doğrudan hisseden insanlar. Belki çözüm bulamadılar, belki çözüm konusunda bir şeyler yapmaya çalışıyorlar ama tam olarak ne yapılması gerektiği konusunda karara varamamış bir ekip vardı karşımızda. Bir ülkenin konuşulduğunda o kadar farklı problemleri vardı ki. Bir şey yapılmak isteniyor ama farklı bir sebepten yapılamadığı bir ortam var. Raporun farklı taraflarından biri Growth Academy (Büyüme akademisi) dediğimiz bu yaz okulunu kurduk. İkinci kısımda da yaz okul bittikten sonra bu ülkelerle birlikte çalışmaya başlayalım dedik. Bu ülkelere tek tek 1 yıl boyunca analizler yaparak, o ülkeden katılımcılarla artık ortak çalışma projeleri geliştiriyoruz. Önümüzdeki 1 yıl yeni malzemeler toplayıp 1 yıl sonraki Growth Academy’de bunları tartışacağız. Dolayısıyla artık kendiliğinden yaşayan bir rapor haline geliyor.”

Türkiye arabayı artık ikinci vitese geçrmeye çalışmalı

Türkiye’nin geçmiş dönemlerdeki stratejilerine ve son dönemde her şeyin Merkez Bankası ve para politikası üzerine ileriyor olmasına ilişkin ise Akçiğit, “Türkiye de 1990’lardan beri orta gelir tuzağından çıkamayan ülkelerin bir örneği. Biz ülke olarak 3i stratejisini bir şekilde hayata geçiremedik. Çünkü tartışmalar aslında bize uzun vadede büyüme getirecek konulara odaklanmadı. İki farklı büyüme hikayesini ayırt etmemiz gerekiyor. İktisat 101’de anlattığımız konulardan biri. Kısa vadede ekonomik büyüme, kur şoklarından, para piyasası politikalarından kısa vadede büyüme sağlayabilirsiniz. Ama uzun vadede sizin elinizde belli üretim kaynakları var. Elimde yeteri kadar kaynak yoksa para politikası ne olursa olsun onu kullanamaycağım. Üretim yapamayacağım. Reel ekonomi ile nominal ekonomiyi birbirinden ayırt etmemiz gerekiyor. Para politikası ekonomiyi daha akışkan hale getirmek için orada. İş yapmak isteyen insanların önünü görebilmesi, 1-2 sene sonra ne olacağını tahmin edebilmesi gerekiyor ki insanlar ona göre yatırım yapsın. Eğer kur dalgalanacaksa, enflasyon şoku yiyeceksem yatırım yaptığımda muhtemelen karşılığını alamayacağım, belki firmam batacak. O yüzden de yatırım yapmayacağım. Yani para politikası bize bir istikrar yaratabilmek için orada. Ama uzun vadede ekonomik büyümeyi yaratabilmenin tek koşulu teknolojik gelişme ve verimlilik artışı. Bir kişiye makale yazdırmak istiyorsunuz, birisi oturur bir gün geçirir ofisinde, günün sonunda çıkardığı makale sayısı birbirinden farklıdır. Kimisi de bir gün boyunca ofiste oturup hiçbir şey üretemez. Mesele bu işte: 80 milyon insanı nasıl daha verimli hale getiririz bunu tartışmamız gerekiyor. Kullanılan teknoloji ve inovasyonlar burada devreye giriyor. Biz ne yazık ki merceği verimlilik üzerine getiremedik. Verilere baktığınız zaman da Kore, Çin, Polonya ne zaman bir büyüme hikayesi yazıyorlar, büyüme hikayelerini en önde çeken lokomotif verimlilik artışı. Türkiye’ye baktığınızda ise verimlilik artışı 1 yıl ileri, 1 yıl geri gidiyor.” yorumunda bulundu.

Türkiye 3i’nin ilk i’sine yani yatırım çekme kısmına mı takılıp kaldı sorusuna ise araba ve vites örneğini hatırlatarak yanıt veren Akçiğit şunları kaydetti:

“Vites değişikliğini yapamadık. Bir ara 12 bin 500 dolarlara geldik tekrar aşağı geldi. 2i’yi bir türlü uygulayamadık. 3i’ye zaten geçmeye fırsatımız dahi olmadı. Biz politikalarımızı dizayn ederken eğitim, sanayi, vergiler, hukuk ve hepsinin ortak ele alınması gerekiyor. Araba örneğinden devam etmek gerekirse bütün bu politikalar arabanın dört tekerleği. Dört tekerin de iyi durumda olması gerekiyor. Bir tanesi bile patlaksa o araç ileri gitmez. Siz istediğiniz kadar dışarıdan sermaye getirin eğer eğitim sistemi iyi çalışmıyorsa, hukuk iyi çalışmıyorsa o araba ileri gitmeyecektir. Başarılı ülkelerin hemen hepsi birbirine benziyor. Ama başarısız ülkelerin birbirinden ayrılması için bir dolu sebep var. Çünkü farklı sorunlar yaşanıyor.

Kore nasıl başardı?

Verileri inceleyerek çok ciddi analizler yapmamız gerekiyor. O yüzden Kore’yi çok iyi şekilde inceledik. Polonya’yı inceledik. Kore 3i stratejisini çok iyi şekilde uyguladı. Kore 1960’larda çok fakir bir ülkeydi. İlk atılım yapmak istediklerinde yurtdışından teknolojilere ulaşmak için fonlarını kullandılar. Siz eğer Japonya’dan yeni teknolojiler öğrenir ve burada lisanslarsanız size vergi indirimi uygulayacağız dediler. O yüzden Samsung bir makarna üreticisiyken teknolojiye girmek istediklerinde ilk Japonya’ya gidiyorlar ve oradan teknoloji öğrenmeye başlıyorlar. Lisansladıktan sonra Japonya ile rekabetçi bir hale gelmeye başladıklarında artık görüyorsunuz ki Japonya’ya lisanslama için ödedikleri fiyatlar da Japonlar tarafından yukarıya çekilmeye başlıyor. Bu noktada da artık kendi ülkelerine dönüyorlar ve kendi teknolojilerini üretmeye başlıyorlar. Devlet politikaları da artık o noktada lisanslamayı desteklemekten ar-ge’yi desteklemeye dönüyor

Bizim de artık yurtdışına açılmamız gerekiyor. FDI dediğimiz dışarıdan gelip yüksek teknoloji firmalarının Türkiye’de fabrikalar açması, buradaki mühendisleri çalıştırması, onları eğitebilmesi çok önemli.”

Önce eğitim ve hukuk reformlarına odaklanmalıyız

Türkiye’nin enflasyon ve para politikası tecrübeleri, ekonomiyi soğutmadan enflasyonun düşürülüp düşürülmeyeceğine ilişkin tartışmalarla ilgili ise Akçiğit, “Bir iktisatçı olarak üzülerek takip ettim bu tartışmaları. Kısa vadede yapılması gereken şeyler var ve uzun vadede yapılması gereken şeyler var. Kısa vadede faiz politikasının Ekonomi 101 kurallarına göre gitmesi gereken bir hali vardı ama orada ne yazık ki sınıfta kaldık. Tabii ki kısa vadede faizlerin o anda yapılması gereken yukarı çekilmesiydi. Bu konuda hızlı davranan ülkeler başarılı oldular. ABD hızlı davrandı, İngiltere gecikti. O yüzden İngiltere’de enflasyonun aşağıya gelmesi ABD’ye göre çok ciddi şekilde problemli oldu. Türkiye’de ona göre para politikası izlememiz gerekiyordu ama bizim asıl tartışmamız gereken eğitim politikamız, hukuksal sistem. İş yapan insanların bir an evvel bir çözüme ulaşabilmesi gerekiyor. Ben sizinle bir iş yapacaksam biz bir problem yaşadığımızda mahkemelerde sürüneceksek tabii ki de bizim ortaklık yapabilmemiz mümkün değil. Eğitim ve hukuk reformunu önceliklendirmemiz gerekiyor. Çok fakir ülkeler için nüfusa okuma-yazma öğretmek önemlidir. Ama bir ülke artık ilerleme sağlamaya başladığı anda kendi yeteneklerini doğru şekilde eğitip ülke yönetiminde eğitimin yönetilmesinde stratejik noktalara getirilmesi ve doğru kararlar alabilmesi. Üniversitelerin yataydan dikey bir sisteme dönmesi gerekiyor. Kaynakların her yere dağıtılmasındansa daha hak eden insanlara doğru aktarılması gerekiyor. Onlara dünya standartlarında eğitim sağlanması, gerekirse yurt dışında eğitimler alıp geri gelip daha sonra buraya onları uygulayıp ülkede bir lokomotif görevi görmeleri gerekiyor.” ifadelerine yer verdi.

Çin ile ilgili doğru bilinen yanlış

Çin konusunda da doğru bilinen bir yanlışa vurgu yapan Akçiğit, “Deniyor ki Çin’de devlet firmaları çok büyüktür, onlar üzerinden bir başarı hikayesi yazılıyor. Ne yazık ki öyle değildir o hikaye. Ne zaman ki Çin ekonomisi ve hükümeti dışarıdan gelen yatırımcıya kapılarını açtı, dışarıdan teknoloji gelmeye başladı. Çin de açılan özel ekonomik yatırım bölgeleri, orada yapılan altyapı yatırımları ve onlara sağlanan imkanlarla yurtdışından gelen teknolojilerle çok ciddi patentler üretilmeye başlandı. Verilere dikkatli bakarsanız Çin’de bir patent patlaması yaşandı. Çok fazla çer çöp de patentlendi. Haklısınız. Ama Çin’de üretilen ne kıymetli patentler yurtdışından gelen firmalar tarafından yapıldı. Çin’in atılımında yurtdışından gelen yatırımın çok ciddi bir rolü vardı. Bir de her yıl dünyada 1 milyondan fazla Çinli öğrenci yurtdışında eğitim alıp ülkeye geri dönüyorlar. Bu geri geliş dünyadan inanılmaz bir bilgi akışı sağlıyor. Siz bir taraftan yeni teknoloji firmaları oluştururken onlar daha yüksek maaşlar ödemeye başlıyorlar. Yurtdışında yetişmiş insanlar da maaşlar yükseldikçe ülkelerinde dönüp çalışmaya başlıyor. Türkiye’de iyi eğitim almış bir insan kendi değerini göremiyorsa aldığı maaşlarla ailesini zor geçindiriyor ve yurtdışında daha yüksek maaşlar bu kişilere veriliyorsa o insanları ülkede tutamazsınız. Hikaye insanları zorla burada tutmak değil. İnsanların burada kendi istekleriyle kalabilecekleri ortam yaratabilmek” dedi.

Ekonomi