Serbest kur rejimini yürütmek zorundayız
Cumhurbaşkanlığı 2022 Yılı bütçesini Meclis'e sundu. Bütçe maratonu 20 Ekim'de Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay'ın sunumuyla başlayacak. İlk olarak Cumhurbaşkanlığı bütçesi görüşülecek. TBMM Plan Bütçe Komisyonu Başkanı Ak Parti Bingöl Milletvekili Cevdet Yılmaz, Meclis denetimi ile ilgili olarak "bugün geçmişle mukayese edildiğinde çok daha sağlıklı bir süreç" olduğunu söyledi.
Maruf BUZCUGİL - Canan SAKARYA
Cumhurbaşkanlığı tarafından Meclis’e sunulan 2022 Yılı bütçesi öncesinde DÜNYA’ya değerlendirmelerde bulunan AK Parti Böngöl Milletvekili ve TBMM Plan Bütçe Komisyonu Başkanı Cevdet Yılmaz, Türkiye’nin sağlıklı işleyen serbest kur rejimi yürütmek zorunda olduğunu söyledi. Yılmaz, küresel iklim krizine de işaret ederek, “Geleceğin riski olarak tartışılan iklim değişikliği, bugünün realitesi oldu” dedi.
TBMM Plan Bütçe Komisyonu Başkanı Cevdet Yılmaz, bütçe, parlamento denetimi, ekonominin gidişatı ve yeşil mutabakat konusunda görüşlerini açıkladı. Cevdet Yılmaz, Bütçe sürecinin 20 Ekim’de Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın sunumu ile başlayacağını, 26 Ekim’de ilk olarak Cumhurbaşkanlığı bütçesinin ele alınmasıyla devam edeceğini bildirdi.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde iktidarın gönderdiği tek tasarının Bütçe kanunu olduğunu hatırlatan Cevdet Yılmaz, parlamento denetiminin yetersiz kaldığı eleştirilerine ilişkin, “Denetimle ilgili geçmişle mukayese edildiğinde çok daha sağlıklı bir süreç olduğunu ifade edebilirim” diye konuştu.
Yılmaz, rekabetçi kur tartışmalarının doğru olmadığını belirtirken, eninde sonunda kurun kendi dengesini bulacağını söyledi.
Cevdet Yılmaz, Ankara Temsilcimiz Maruf Buzcugil ve Parlamento Muhabirimiz Canan Sakarya’nın sorularını şöyle yanıtladı:
HESAP VERME MEKANİZMASI İŞLİYOR
2022 yılı bütçesi bu hafta Meclise sunuluyor. Meclisin bütçe hakkını kullanımı konusundaki eleştirilere yönelik değerlendirmeniz nedir?
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde idarenin tasarı olarak gönderdiği tek kanun bütçe kanunu. Yeni sistemde kuvvetler ayrılığı olduğu için Genel Kurul’da bakanlar bulunmuyorlar, ama bütçe sürecinde bakanların Komisyon’da milletvekillerinin gün boyu sorularını yorumlarını değerlendirme imkanı oluyor. Bu bir anlamda da hesap verme mekanizması olarak işliyor. Eski sistemde bir günde iki bakanlık görüşülürdü yeni sistemde her gün bir bakanlık bütçesi görüşülüyor. Bu da daha uzun bir görüşmeye imkan sağlıyor. Komisyon üyesi olmayan milletvekillerimizden de çok yoğun katılım oluyor, söz alıyor görüşlerini ifade ediyorlar. Bu hesap verebilirlik anlamında gerçekten çok etkili bir mekanizma. Komisyondaki tartışmalar daha yoğun oluyor. Genel Kurullar aslında onay mercileridir. Komisyonlar da daha teknik çalışmalar yapılıyor. Sayıştay raporları da geldi ve üyelere dağıtıldı. Ayrıca Merkez Bankamızı da bütçe öncesi davet ettik, sunum yaptı ekonomideki görünüm ve para politikalarına ilişkin fikirlerini paylaştı. Bu da bütçe sürecindeki görüşmeleri daha nitelikli hale getirecektir. Strateji ve Bütçe Başkanlığı teknik hazırlığı yapıyor, yıllık program hazırlıyor. Bu çalışma da komisyonumuza gelmiş olacak. Bütün bu verilerle birlikte Sayıştay raporları, Merkez Bankası sunumu çalışmalarımızı daha sağlıklı bir zemin de yürütmemizi sağlayacak.
Sistem değişikliğinden sonra yapılan tartışmaların bir kısmı da ekonomi ve bütçe ile ilgili sürüyor. Siz bu tartışmaları nasıl görüyorsunuz?
Bütçe süreci aynı zamanda Kesin Hesap Kanunu’nun da görüşüldüğü bir süreç. Dolayısıyla yeni bütçe müzakeresi ile geçmişin değerlendirilmesi aynı süreçte ele alınmış oluyor. Denetim fonksiyonu ile bütçe hazırlama fonksiyonu aslında eş zamanlı bir şekilde yürüyor. Bir tarafta da Sayıştay Başkanlığı’nın hazırladığı kapsamlı raporlar denetimin kalitesini artırmış oluyor. Denetim konusunda bir sorun görmüyorum. Bütün dünyada meclislerin iki fonksiyonu var, bir tanesi kanun yapmak diğeri de millet adına idareyi denetlemek. Bütçe süreci iyi bir fırsat oluşturmuş oluyor.
BÜYÜME SADECE İÇ TALEP KAYNAKLI DEĞİL
Ekonomiye ilişkin değerlendirmelerinizi nelerdir?
Türkiye ekonomisini değerlendirmeden önce dünya ekonomisini bir değerlendirmek lazım. Çünkü bütün dünyayı etkileyen süreçler yaşıyoruz. Dünyada bir taraftan 2019 ve devamında küresel finansal kriz yaşandı, artçı etkileri sürdü. Bunu üzerine pandemi geldi. Bazı raporlara turizm sektörünün 2024 yılında ancak toparlanabileceği tespiti yapılıyor. Biz de tabi dünyanın bir parçasıyız. 2020 yılına baktığımızda Türkiye’de diğer ülkeler gibi etkilendi ama mukayeseli olarak baktığımızda en az etkilenen ülkelerden biri oldu. G20’yi esas alırsak, G20 dünya ekonomisinin yüzde 85’i ve iyi bir referans. G20’de geçen yıl yüzde 2,3 büyüyebilen Çin, bir de yüzde 1,8 büyüyebilen Türkiye var. Diğer G20 ülkeler küçüldü. Geçen yıl 35 milyar dolar bir cari açıkla karşılaştık. 2019’da cari fazlamız vardı. 2021’e geldiğimizde birinci çeyrekte yüzde 7,2, ikinci çeyrekte yüzde 21,3 bir büyüme var, çok yüksek bir büyüme. Baz etkisi var ama bir taraftan da bir canlanma var, kısıtlamaların kalkması ile hizmet sektöründe, turizmde belli ölçüde bir canlanma yaşanıyor.
İhracat artışı ağırlıklı olarak sanayiyle gidiyor. Sanayinin sürüklediği bir ihracat var, bunun büyümemize de ciddi bir etkisi söz konusu. Dış talep büyüme kompozisyonunda önemli bir yer tutuyor. Bu büyümenin kalitesi açısından önemli bir hadise, Türkiye sadece iç taleple büyümüyor dış talebin de etkisi var. Hizmet sektörlerinde gelişme var, turizm ve sanayinin etkisi var, ihracatla birlikte dış talebin destek verdiği bir büyümemiz var.
Ağustos ayında cari fazla verdik. Merkez Bankası tarafından 15-17 milyar dolara kadar düşüş bekliyor.
TÜRKİYE SERBEST KUR REJİMİNİ YÜRÜTMEK ZORUNDA
Büyüme ve ihracatta olumlu ayrışan ülkeler arasındayız ama Türk parasının değer kaybı açısından baktığımızda diğer ülkelerden daha negatif bir ayrışmamız var. Bu da enflasyon doğuruyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Türkiye şu anda serbest kur rejimi izliyor. Piyasadaki dövizin arzına talebine göre şekillenen bir durum olması gerekiyor. Ama hepimiz biliyoruz ki finansal piyasalarda spekülatif hareketler olabiliyor. Beklentiler bazen ayrı noktalara götürebiliyor, iyi ekonomi teorisinde de bir sarkaç örneği verilir, bir ekonomik temellerle izah edebileceğimiz hareketler vardır bir de onun ötesine giden hareketlenmeler vardır. Ekonomik temeller derken; mesela cari açık. Cari açığınız artınca normalde paranızın değeri düşer ama cari açık artmadığı halde düşüyorsa başka faktörlere bakmanız gerekiyor. Ekonomik temellerine baktığımızda Türkiye kötü bir durumda değil, cari açığımız var ama azaltıyoruz.
Eninde sonunda kur kendi dengesini bulacaktır. Dolayısıyla burada rekabetçi kur tartışmaları yapmakta çok doğru değil. Türkiye sağlıklı işleyen bir serbest kur rejimini sürdürmek durumunda. Sabit kur rejimleri daha tehlikedir.
2001 krizini Türkiye sabit kur rejiminde yaşadı. Türkiye şimdi 15 Temmuz’un, pandeminin etkilerinin geride kalacağı yeni bir döneme giriyor. Daha fazla sermayenin cezbedilmesi, iç tasarruf oranlarımızın artmasıyla bu sorunları da aşacağız.
“ÇEVRE MESELESİ DEĞİL YENİ BİR KALKINMA MODELİ”
Artık iklim değişikliği konuşmadan hiçbir şey yapamıyoruz. Önümüzde sanki yeni bir üretim modeli gibi duruyor. Eski bir planlamacı olarak buradaki görüşleriniz nedir?
Bu artık bir ekonomik kalkınma modeli. Sadece çevre meselesi değil yeni bir kalkınma modeli, yeni bir teknoloji modeli, yeni bir iş modeli bütün bunlarla bakmamız lazım. Buna adapte olmazsanız dünya ile Avrupa ile aynı frekansta devam edemezsiniz. Dolayısıyla hayati bir tartışma ve hükümetimiz de bunun farkında olarak son dönemde ciddi adımlar attı. Paris Anlaşması onaylandı. Türkiye’nin meselesi neydi? 1990’lı yıllarda bir hata yapılmış, Türkiye olmaması gereken bir listeye konmuş, konduğu liste başkalarına yardım etmesini gerektiren kendisini de fon kullanmasına engel olan bir liste. Verilen mücadeleyle başkalarına fon verme yükümlülüğü ortadan kalktı. Bunu atlattık ama fonları kullanma konusunda bazı engeller söz konusuydu burada da bazı adımlar atıldı. Türkiye bu fonları en iyi kullanabilecek ülke, enerjiye bağımlı bir ülke olduğu için aslında enerjiyi verimli kullanmak Türkiye’de sadece daha az karbonlu bir ekonomi üretmeyecek, cari açığımızı da düşürecek, daha verimli daha rekabet edilebilir bir ekonomi oluşturacak, maliyetleri düşürecek, rekabet gücümüzü artıracak.
“Yeşil teknolojiler üretmemiz lazım”
Bir taraftan çevreyi koruyorsunuz bir taraftan rekabet gücünüzü artırıyorsunuz, diğer taraftan da cari açığınızı azaltıyorsunuz. Özellikle Türkiye gibi ülkelerin yeşil ekonomideki ilerlemeleri, sürdürülebilir kalkınma açısından büyük avantajlar sağlıyor. Bizim burada öncü ülkelerden biri olmamız lazım. Yeşil teknolojiler, yeşil yatırımlar üretmemiz lazım, ki buna başlamış durumdayız.
Buradaki tartışma, kalkınma perspektifiyle bakarsanız büyüme önemli ama tek başına büyüme yeterli değil, büyüme ile birlikte sosyal adalet gerekiyor bu da yetmez nesiller arası adalet dediğimiz kavram devreye giriyor. İşte çevre dediğimiz, yeşil ekonomi dediğimiz nesiller arası denge. Bütün kaynakları bugün tüketirseniz çok müreffeh yaşayabilirsiniz ama gelecek nesillere de tükenmiş bir ülke bırakırsınız. Bu sağlıklı bir kalkınma süreci olmaz.
Son dönemde bütün dünyada artık şu noktaya geldi, iklim değişikliği artık geleceğin bir riski değil bugünün bir gerçeğine dönüştü. Gelecek riski diye tartışılan iklim değişikliği şu anda artık bugünün realitesi olarak tartışılmaya başladı. Bütün dünyada daha somut adımlar göreceğiz. Türkiye de bu sürece çok hızlı ve sistematik giren ülkelerden biri oldu.
“İklim için bakanlığın adını değiştirdik”
Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak Bakanlık’ta isim değişikliği yapılıyor. İklim değişikliği adıyla bir başkanlık kurulması söz konusu, Tarım Bakanlığı’ndan bazı birimler bu tarafa aktarılacak. Türkiye bir taraftan da bir yol haritası oluşturdu, belli kurullar oluşturuldu çok daha sistematik olarak artık bu konulara eğilecek. Bizim bunu sadece kamu ile başarmamız mümkün değil, özel sektörle, sivil toplumuyla bütün toplumsal kesimlerle hayatımızın bir parçası haline getirmemiz gerekiyor.
DÜNYANIN DERDİ KURAKLIK VE ENERJİ
Hem dünyada hem Türkiye’de kuraklık ve enerji fiyatları önemli sorun olarak görünüyor…
Enerjide net ithalatçıyız, enerji konusunda yeni kaynaklar bulduk ama onların kullanılması belli bir süreç alacak. Bu arada Türkiye yenilenebilir enerji konusunda da önemli hamleler yaptı, ama sonuçta net ithalatçı konumundayız. Enerjideki artış elbette bizim faturamızı da artırıyor ama şunu da dikkate almamız gerekiyor. İhraç pazarları olarak baktığımızda petrol ve doğalgaz ihraç eden ülkeler aynı zamanda bizim ihraç pazarlarımız Rusya, körfez ülkeleri, İran ve Afrika’daki bazı ülkeler. Dolayısıyla bunu kısmen ihracat artışı ile telafi edeceğimizi düşünüyorum. Enerji ihraç eden ülkelerin artan geliri bize ihracat artışı olarak bir miktar yansıyacak dolayısıyla bir denge sağlanacaktır.
FİNANS MERKEZİ CAZİBE SUNACAK
İstanbul Finans Merkezi için yasal düzenlemeden söz ediliyor...
Atılacak adımlar takvimlendirilmiş durumda. Ekonomi tabii ki ağırlıklı olacaktır. İstanbul Finans Merkezi’nin iki boyutu var, bir kanun hazırlığı yapılıyor henüz Meclis gündemine girmiş değil. Net bir takvim söylemem doğru olmaz ama bu konu bizim için öncelikli bir konu. Türkiye’nin en önemli stratejilerinden bir tanesi bir yandan İstanbul’da fi ziki mekan anlamında da bir inşaat çalışması var. Türkiye’yi bölgesinde ve küresel düzeyde bir fi nans merkezi haline getirmeyi hedefl eyen bir program. Yeni merkezi daha cazip kılacak bir takım fi kirler, tartışmalar var, bunlar hazırlık safh asındaki çalışmalar. İstanbul Finans Merkezi elbette bir cazibe sunmak durumunda. Daha fazla sermayeyi cezbetmek için, bir takım teşvik unsurları da olacaktır.