Özyeğin: Para politikasındaki duruşun 2024’te de sıkılaştırıcı yönde olacağını değerlendiriyoruz
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Ekonomi ve Finans Yuvarlak Masası Başkanı Murat Özyeğin, “Ekonomi yönetiminin iletişimine baktığımızda para politikasındaki duruşun 2024 yılında da sıkılaştırıcı yönde olacağını değerlendiriyoruz." dedi.
TÜSİAD ve Koç Üniversitesi ortaklığı ile oluşturulan Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) tarafından “Enflasyon Görünümü ve Tahmin Modelleri” başlıklı konferans düzenlendi. Konferansta konuşan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Ekonomi ve Finans Yuvarlak Masası Başkanı Murat Özyeğin, "Enflasyona ilişkin endişelerin ve gelişmelerin küresel görünümü üzerinde baskın olduğu bu dönemde konferansımızın son derece faydalı olacağına inanıyorum. Değerli akademisyenlerimizin enflasyona ilişkin içgörüleri ile kıymetli ana tema konuşmacımızın bankacılık ve reel sektör tarafındaki tecrübelerinin hepimiz için ufuk açıcı olacaktır." diye konuştu.
Enflasyona ilişkin endişelerin ve gelişmelerin küresel görünümü üzerinde baskın olduğu bu dönemde konferansın son derece faydalı olacağı inancında olduğunu belirten Özyeğin, “Değerli akademisyenlerimizin enflasyona ilişkin içgörüleri ile kıymetli ana tema konuşmacımızın bankacılık ve reel sektör tarafındaki tecrübelerinin hepimiz için ufuk açıcı olacaktır. 2005 yılından bu yana EAF ile düzenlediğimiz konferanslara bakıldığında ‘enflasyon’ konu başlığının 2015 yılından bu yana yoğun bir şekilde gündemimizde olduğuna dikkat çekmek istiyorum. 2018 yılından sonra ise, pandeminin gündemi bir anda değiştirdiği 2020 yılı hariç, her sene enflasyon ile ilgili bir konferans düzenlendiğini görüyoruz. Neredeyse 10 senedir gündemimizde ağırlığı artarak süregelen bu problemin en kısa sürede çözülmesini temenni ediyoruz.” dedi.
“Öngörülebilirlik azaldı, oynaklık yükseldi”
Ekonomi politikalarının son 10 yılına baktıklarında öngörülebilirliğin azaldığı ve oynaklığın yüksek olduğu bir dönemden geçtiklerini belirten Özyeğin, “Bu geride bıraktığımız dönemde, COVID krizini dışarıda bırakırsak, aslında global görünümün destekleyici etkisini ülke olarak çok da fırsata dönüştüremedik. Keskin değişimlerin tetiklediği sonuçlar ise bugün yaşadığımız sorunların temelini oluşturdu. Şüphesiz bu sorunların ilk sırasında enflasyon geliyor. Bununla birlikte, ihracat ve yatırım kalemlerindeki önemli ivme kaybı bizi aşırı tüketimle büyüyen bir ekonomi haline getirdi. İhracatın yetersizliği, ithalatın hızlı artışı ve zayıf yatırımlar, büyümenin dengeli ve sürdürülebilir olmasına engel oluyor. Bu durumun, Türkiye’nin ihtiyaçları doğrultusunda ihracat ve yatırımı destekleyen bir yöne evrilmesi gerekiyor. Bunu elde edebilmek için ise sadece finansman koşullarında öngörülebilirliği sağlamamız yetmiyor; öncelikle enflasyonu düşürmemiz ve hepsinden önemlisi kurumlarımızı güçlendirmemiz, politika yapma kapasitemizi artırmamız ve ekonomimizin yeniden üretkenliğinin arttığı bir döneme girmemiz gerekiyor.” şeklinde konuştu.
Mayıs ayındaki seçimlerin ardından, yeni ekonomi yönetimiyle birlikte, ekonomi politikalarında belirgin bir değişim gördüklerini kaydeden Özyeğin, şunları söyledi: “Para politikasında geleneksel politikalara dönüşün ve sadeleşmenin vermiş olduğu ivme ile seçimlerin öncesinde neredeyse 900 baz puan civarına ulaşan Ülke Risk Priminin (CDS) bugün geldiğimiz noktada 350 baz puana kadar gerilemiş olması, ekonomimize dair algının önemli ölçüde düzelmeye başladığına işaret ediyor. Merkez Bankamızın bozulan enflasyon dinamiklerine karşı para politikasında sıkılaşma yönünde doğru adımlar atmış olmaya başlaması son derece memnuniyet verici. Bu sürecin kademeli şekilde ve etki analizleri yapılarak ilerlediğini görmekteyiz. Ekonomi yönetiminin iletişimine baktığımızda ise para politikasındaki duruşun 2024 yılında da sıkılaştırıcı yönde olacağını değerlendiriyoruz.”
“Enflasyonla mücadelede özellikle reel kesim olarak sabırlı davranmalıyız”
İletişim kanallarının hem ulusal hem de uluslararası ölçekte etkin şekilde kullanımının bu süreçte kritik rol oynadığına dikkat çeken Özyeğin, Özellikle içinden geçtiğimiz bu yeni dönemde ekonomi yönetiminin tüm paydaşlarla iletişimi en yüksek noktaya çıkarmış olmasını olumlu buluyoruz. Enflasyonla mücadelede güçlü bir mutabakat oluşmasını ve sürecin desteklenmesini önemsiyoruz. Özellikle reel kesim olarak bu sürece hazır olmalı ve bu mücadelede sabırlı davranmalıyız. Tekrar tekrar altını çizmeliyim ki, bugün bu sürece kararlılıkla devam etmediğimiz takdirde, önümüzdeki yıllar çok daha ağır bir enflasyon yükünü taşımak zorunda kalacağız. Bugün geldiğimiz noktanın temelinde de bu mücadele sürecini hep ertelemiş olmamız yatıyor maalesef. TCMB’nin dezenflasyon süreci için işaret ettiği 2024 yılının ikinci yarısı ve sonrası için tüm paydaşlar olarak kararlı olmalı, hedefimizin tek haneli enflasyon olduğunu unutmamalıyız.” diye konuştu.
“Yalnızca doğru iktisadi politikaları uygulamak yarışta kalmak için yeterli olmuyor”
Ekonomik büyümenin sağlıklı ve sürdürebilir bir patikaya oturması ve potansiyelin yakalanabilmesi için içeride atılan adımların ötesinde küresel gelişmelerin de yakından takip edilmesi gerektiğini söyleyen Özyeğin, devamında şunları kaydetti: “Son dönemde yaşanan jeopolitik değişimler, en başarılı ekonomi yönetimi seviyesine erişseniz bile, istenilen sonuçları elde etmenin önünde önemli bir bariyer oluşturabilir. Bu nedenle, problemlerimizi hızla çözerek akran ülkelerden pozitif ayrışmalıyız. Ülkemizin ekonomik büyümesi dış kaynaklara dayanmaktadır ve bu modelin değiştirilmesi zaman alacaktır. Bu nedenle, öngörülebilir ekonomi politikalar inşa eden ve bu politikaları güvence altına alan bir yaklaşım ile hızla dış sermayeyi yeniden ülkemize çekmemiz gerekiyor. Ve tekrardan vurgulamak gerekirse, yalnızca doğru iktisadi politikaları uygulamak yarışta kalmak için yeterli olmuyor. Güçlü kurumlar ve bu kurumların politika yapma kapasitesi bu süreçte son derece kritik. Hukukun üstünlüğü ve yargının adil çalışması hem büyüme hem de yatırım sermayesi için hızla iyileştirilmesi gereken unsurlar. Doğru iktisadi politikaları besleyecek olan bu unsurları yerine getirdiğimiz takdirde ekonomik ve sosyal alanlarda sağlayacağımız rahatlığın ötesinde küresel ve bölgesel ekonomik kazanımlarımızı konuşmamıza fırsat vereceğimiz bir döneme geçebiliriz.”