Prof. Dr. Hakan Kara: IMF gelse, TCMB için sermaye ister
Merkez Bankası eski baş ekonomisti Prof. Dr. Hakan Kara, TCMB’nin yüksek tutarlardaki 2023 yılı zararı ve değerleme hesabındaki riske işaret ederek oluşan sermaye açığına dikkat çekti. Kara, "Normal şartlarda Hazine’nin Merkez Bankası’nı sermayelendirmesi lazım. Mesela IMF gelse, hemen bu sermayelendirmeyi ister” diye konuştu.
Mehmet KAYA / ANKARA
Ekonomistler Asaf Savaş Akat ve Hakan Kara krizden çıkışın maliyetinin yüksek olacağını vurguladılar. Kara, fiyat istikrarı için Türkiye’ye özgü bir ekonomik program gerektiği belirtirken Akat da enflasyonla mücadele için uzlaşının gereğine işaret etti.
Ekonomide gelinen son durum İktisat ve Toplum Dergisi tarafından düzenlenen panelde masaya yatırıldı. Gazetemiz yazarlarından İktisat ve Toplum Dergisi Editörü ve Öğretim Üyesi Ömer Faruk Çolak’ın yönettiği panelde konuşan Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Asaf Savaş Akat, uygulanan program ve siyasi iradeye yönelik değerlendirme yaparak, kalıcı bir düşüş beklemediğini, gelecek iktidarların da geniş kapsamlı bir uzlaşı ile enfl asyonda kalıcı düşüşü sağlayacak programa şimdiden hazırlanmasını önerdiğini söyledi. Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Hakan Kara da Türkiye’ye özgü bir ekonomik programın yapılmasıyla fiyat istikrarına ulaşılabileceğini savundu.
“Yapısal sorunlar parasal araçlarla çözülmez”
Uygulanacak kapsamlı programın çerçevesini “kalıcı fiyat ve finansal istikrar için alternatif politikalar geliştirilmesi” olarak niteleyen Hakan Kara, parasal ve mali disiplin, risk birikiminin sınırlanması ve dayanıklılığın artırılması gerektiğini; parasal araçlarla yapısal sorunların çözülemeyeceğini söyledi. Son dönem yaklaşımının “üretimi-arzı artırınca enflasyon (fiyatlar) düşer” şeklinde sunulduğunu ancak enflasyonun daha geniş bir ekonomik olgu olduğunu anlatan Kara, verimlilik başta olmak üzere, üretim ve parasal sistemle dengeli şekilde bir yaklaşım gerektiğini savundu.
Hakan Kara, Türkiye’nin yüksek döviz riski taşıdığının altını çizerek, seçimden sonra iyileşmenin başlamakla birlikte yüksek riskin sürdüğünün altını çizdi. Merkez Bankası’nı zararına da değinen Kara, “Merkez Bankası’nın zarar etmesi normal şartlarda çok önemli değildir ama burada yanlış bir politikanın ömrünü uzatmak için zarar yapıldığını dikkate almak lazım. Bir de değerleme hesabı var. Değerleme hesabıyla birlikte (GSYH’nin) yüzde 6,4’üne kadar bir zarar sözkonusu. Normal şartlarda Hazine’nin Merkez Bankası’nı sermayelendirmesi lazım. Mesela IMF gelse, hemen bu sermayelendirmeyi ister” diye konuştu.
“Türkiye’ye özgü bir program gerekiyor”
Kara, makroekonomik risklerin realize olmadığının altını çizerken, kur ve beklentiler üzerindeki zorlukların devam ettiğini, kurdan enflasyona geçişin kuvvetli olması nedeniyle de Merkez Bankası’nın kuru kontrol etmekte isteğinin yüksek olduğunu, dolarizasyonun da yüksek seviyelere geldiğini kaydetti. Saydığı riskler üzerinden krizi önlemenin, maliyetinin yüksek olacağı görüşünü vurgulayan Hakan Kara, gelecek dönemde fiyat istikrarı için Türkiye’ye özgü, şartları dikkate alan bir ekonomik program gerektiği görüşünü vurguladı. Türkiye’nin geçmiş kriz deneyimlerine bakarak makroekonomik istikrarı sağlayacak bir program yeteneği bulunduğunu söyleyen Hakan Kara, kurumların biraraya gelerek özgün bir tasarım yapması gerektiğini, sadece faizi bir çözüm noktası görmeyen yaklaşımla Merkez Bankası’nın rahatlatılarak program dahilinde çeşitli politika ve araçlarla mücadele yürütülmesinin önem taşıdığını anlattı. Hakan Kara, Türkiye’nin büyümesinin dış sermaye akımlarıyla çok yakın ilişkide olduğunu, bu ilişkinin de kırıldığı bir programın önemine değinerek, sermaye hareketlerinin kontrolü, ekonomik döngüleri dikkate alan ve döngüleri karşılayan kredi politikası, şirketlerin döviz borcu vb. gibi alanlara yönelik makro önlemlerin değerlendirilebileceğini anlattı. Sermaye akımlarıyla ilgili olarak önerisinin sert önlemler olmadığını vurgulayan Hakan Kara, bunların amaca uygun şekilde akımları yönlendirmekle sınırlı olduğunun altını çizdi.
“Enflasyonda kalıcı düşüş beklemiyorum”
Ekonomist Asaf Savaş Akat da mevcut program ve siyasi görünümle, enflasyonda kalıcı düşüş beklemediğini belirterek, “Enflasyon yüzde 40’a düşer mi, evet düşer… Geçmişte defalarca bunu yaptık. Önemli olan zaten ondan sonrası” dedi.
Asaf Savaş Akat, mevcut siyasi görünüm içinde iktidarın ekonomik yaklaşımı dolayısıyla enflasyonun kalıcı düşüşünün gerçekleşmeyeceği görüşünde olduğunu, olası bir yeni hükümetin kalıcı düşüş için geniş kapsamlı bir uzlaşıyla, sermaye ve halkın çıkarlarının dengeleneceği bir yaklaşım ve uzlaşmayla kalıcı fiyat istikrarına kavuşulması için şimdiden hazırlanmak gerektiğini vurguladı. Akat, ekonomik sorunların çözümünde durgunluğun ve buna bağlı olarak zorlukların yaşanması gerekeceğini, uzun vadede gelir artışı için bu zorlukların gerekli olduğunu, bunun için de herkesin ikna edilmesi gerekeceğini kaydetti.
IMF ÇÖZÜM OLUR MU?
Panelde, Türkiye’nin IMF ile bir anlaşma yapmasının zorlukları aşmaya yardımcı olup olmayacağı konusu da tartışıldı. Hakan Kara, IMF’nin Ortodoks bir politika önereceğinin kesin olduğunu buna karşılık kendisinin, Türkiye için özgün bir program önerdiğini hatırlattı.
IMF’nin sözünü ettiği Merkez Bankası zararının Hazine tarafından karşılanması gibi unsurlar bulunacağını örnek olarak gösteren Kara, “Temel sorunumuz güven. Güven sağlanmalı, itibar kaybı giderilmeli. IMF ile programa itibar sağlanır mı… Şu anki sistemde standart bir stand-by ile sorunları çözmek mümkün görünmüyor” dedi.
Asaf Savaş Akat da hükümetin IMF ile bir anlaşmaya varmak istemeyeceğini belirterek, enflasyonda kalıcı düşüş yerine dalgalanan ancak çok düşük olmayan bir seviyede durumun sürdürülmeye çalışılacağı yönündeki görüşünü devam ettirdiğini kaydetti.
Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Timur Han Gür de Türkiye’deki ekonomik sorunların siyasi tercihler sonucu ortaya çıktığının altını çizdi.
IMF ile bir anlaşma olması halinde mevcut önerilen programdan çok da farklı olmayan bir programın gündeme geleceğini kaydeden Timur Han Gür, “Körfezde para arayacağımıza, üyesi olduğumuz bir kuruluştan daha uygun maliyetle kaynak bulmanın da bir sakıncası yok” diye konuştu.
Ömer Faruk Çolak da değerlendirmesinde Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı sistemiyle merkez bankası bağımsızlığının ortadan kalkmasının kırılma yarattığını belirterek, merkez bankası başkanlarının “ABD’de eğitim görmüş kişiler” şeklinde popülerleştirilerek kamuoyuna sunulmasını da eleştirdi.