İbrahim Aybar: Koşa koşa Mavi Tren’e atladım

Hem kamu hem de özel sektör deneyimleriyle başarılı işlere imza atan Vesiile Paylaşım Çözümleri Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Aybar, bu hafta anılarını Dünya+ okurlarıyla paylaştı.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
İbrahim Aybar: Koşa koşa Mavi Tren’e atladım

DOĞAN SELÇUK ÖZTÜRK

Başbakanlık’tan gelen telefonun ardından kendisini Ankara’ya götürmek için bindiği Mavi Tren, aslında bir anlamda özel sektörden kamuya geçiş yolculuğunu da başlatıyor İbrahim Aybar’ın. Danışmanlıktan, müsteşar yardımcılığına kadar farklı pozisyonlarda görev aldıktan sonra Aybar, değişen hükümetle birlikte istifa edip yeniden özel sektöre dönüyor. Bu sefer Varan’da başlayıp Renault Mais’de devam ediyor yolculuk. İbrahim Aybar’ın kariyer yolculuğundaki önemli detay ise yönettiği her işte, çalıştığı her projede ardında bir yenilik bırakmış olması...

• Kariyerinizin başlarından unutamadığınız bir anınızı dinleyebilir miyiz?

Otomotiv alanında uluslararası bir projenin Türkiye’ye getirilmesiyle ilgili çalışıyordum. O proje 1987 yılı Nisan ayında bitti ve proje çerçevesinde üretim başladı. Makine-uçak mühendisi olarak her zaman gururla hatırladığım önemli bir başarının yöneticisi olmuştum. Bu iş bittikten bir yıl sonra, bir gece saat on gibi ev telefonumuz çaldı. Telefondaki hanımefendi “Başbakanlık özel kalemden arıyorum. Beyefendi ile sizi görüştüreceğiz. Yarın sabah Ankara’ya bekliyoruz” dedi. Şaşırmıştım, niye arandığım söylenmemişti. Gece hemen koşa koşa Mavi Tren’e atladım ve İstanbul’dan Ankara’ya doğru yola çıktım. Bindiğim tren arıza yaptı, biraz rötarla Ankara’ya vardım. Ankara Garı’ndan beni alıp Başbakanlığa götürdüler. Geç kaldığım için o zaman Başbakan olan merhum Turgut Özal ile görüşemedim, ancak rahmetli Adnan Kahveci ile tanıştırıldım ve çok ilginç bir sohbet yapma imkânı buldum.

Sonrasında görüştüğüm Başbakanlık Müsteşarı merhum Ahmet Selçuk “Sizi Başbakanlıkta görevlendirmek istiyoruz” diye teklifte bulundu. Çok gururlanmıştım. Kabul etmekle birlikte ailemi taşımak için bir ay müsaade istedim. Başbakanlık’ta Başbakan Danışmanı olarak göreve başladım. Daha sonra İdareyi Geliştirme Başkanlığı bana bağlandı. O zaman bürokratik yapının sadeleştirilmesi ile ilgili bir çalışma yapılıyordu. Rahmetli Özal’ın çok önem verdiği bu işin tüm teknokratik sorumluluğu bana verildi. Bu vesileyle çok önemli tecrübelerim oldu. Binin üzerinde yasal değişiklik yaparak Türkiye’nin bürokratik yapısında önemli sadeleştirmeler yaptık.

• O çalışmalardan örnekler verebilir misiniz?

Mesela bugün hepimizin kullandığı TC kimlik numaralarının altyapısına o zaman MERNİS projesiyle başladık. Bir başka örnek, Türkiye’de gemi adamlarına verilen belgede sadece Türk bandıralı gemilerde çalışabilir damgası basılıyordu. Türkiye’ye gelen yabancı bandıralı gemiler bu nedenle Türkleri çalıştıramıyordu. İçişleri Bakanımız ve Emniyet Genel Müdürümüze konuyu aktarıp bu problemi çözdük ve otuz bine yakın istihdam imkânı sağladık.

O zaman THY Genel Müdürü olan değerli dostum Cem Kozlu ile sık sık bir araya gelirdik. Kendisi uçaklarda Tekel ürünlerinden başka bir şey satılamadığını, turistik bazı malların satılarak gelirin artırılabileceğini söyleyerek çözüm istedi. Bunun üzerine ilgili değişiklikleri hızla yaparak uçaklarda parfümden küçük eşantiyon oyuncaklara kadar birçok ürünü satılabilir hale getirdik. Sonra bunlar kalktı. Şimdi bildiğiniz gibi havalimanlarında gümrüksüz alanlarda geniş alışveriş imkânları mevcut.

Türkiye’de kombine yolcu taşımacılığının ilk örneği...

• Varan’da bir dönem genel müdürlük yaptınız.

Rahmetli Özal, cumhurbaşkanı olduktan sonra önce Yıldırım Akbulut ile sonrasında da rahmetli Mesut Yılmaz ile çalıştım. Mesut Bey beni müsteşar yardımcısı olarak atadı. 92 seçimleriyle farklı bir koalisyon hükümeti işbaşına gelince istifa edip özel sektöre dönmeye karar verdim.

Aselsan Genel Müdürü büyüğümüz merhum Hacim Kamoy, Varan’ın sahibi Nevzat Pekuysal’a benden bahsederek genel müdürlüğe beni tavsiye etmiş. Varan o zaman Setra markası ile otobüs üretimi ve ihracatının yanı sıra turizm faaliyeti (taşımacılık, konaklama tesisleri) ile uğraşıyordu. Teklifalınca otomotivi bildiğim için çok da direnmeyerek kabul ettim.

Nevzat Pekuysal bu sektörün nasıl geliştiğini çok iyi özümsemiş bir müteşebbisti, çok disiplinli ve insan kıymeti bilen bir prensiple çalışıyordu. Birçok yeni girişimi birlikte yaptık. Örneğin Türkiye’de ilk kez gerçek zamanlı online bilet satış sistemini geliştirdik. Daha o zaman THY’de bile yoktu. Sonrasında alt katı restoran olan çift katlı otobüsleri hizmete soktuk İstanbul-Ankara arasında. İDO ile de çok güzel bir proje yaptık. Yolcularımız İstanbul’da Yenikapı’ya özel servis ile geliyordu. Feribotun üst katında sadece Varan yolcularına tahsis edilmiş VIP salonda yolculuk ediyorlar, Bandırma’ya varınca iskelede bekleyen otobüse binip kendi koltuklarına geçerek üç saatlik yolculukla İzmir’e varıyorlardı. Bu da Türkiye’de kombine yolcu taşımacılığının ilk örneğiydi.

• Sonra Renault Mais döneminiz başlıyor.

Daha önceden tanıştığımız Dr. Coşkun Ulusoy artık OYAK Genel Müdürüydü ve bana OYAK bünyesine katılmam teklifini yaptı. 2 Ekim 2000 tarihinde Renault Mais Genel Müdürü olarak göreve başladım. Renault Mais’e girdiğimde Türkiye büyük bir krizin eşiğindeydi. Kriz patlamadan önce önemli tedbirler almış olan OYAK bu süreci başarıyla atlattı ancak otomotiv sektöründe üretim ve satışlar bir anda durdu. 2001 yılı eldeki stokları eritmekle geçti. 2002 yılında istikrar ortamı oluştu. 2003 yılında ise büyük bir çıkış yaşandı. Bu çıkışın temelinde de Türkiye’de ilk defa çıkan hurda otomobil kanunu vardı.

Piyasadaki canlanmanın henüz başlamadığı günlerde, 2003 yılının başında bir gazetenin genel yayın yönetmeni dostumuz beni ziyaret ederek reklam desteği talep etti. Ben de reklam verebilmek için önce kazanmamız gerektiğini söyledim ve piyasayı canlandırmak için destek rica ettim. İspanya ve Fransa piyasayı canlandırmak için zaman zaman hurda araç uygulaması yapıyor, belli yaşın üzerindeki otomobilleri piyasadan çekip yeni otomobiller için teşvikler veriyordu. Bu uygulamayı bizim de yapabileceğimizi söyledim. Bunun üzerine genel yayın yönetmeni dostumuz iyi ilişkileri olduğu rahmetli Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ı aradı. Sayın Bakan yeşil ışık yakınca ben de konuyu Otomotiv Derneği’ne ilettim ve hemen çalışmalarımızı yaptık. Sayın Unakıtan İstanbul’a gelince, o zamanki Gelir İdaresi Başkanı dostumuz Osman Arıoğlu’nun da bulunduğu bir toplantıda iş karara bağlandı ve meclis tatile girmeden yasa çıktı. Sonrasında satış patlaması yaşadık. 185 bin civarında hurda işlemi yapıldı. Araçların hurda işlemleri kayıt üzerinde yapıldığından hükümetimiz bu teşviki erken bitirme kararı aldı. Sonuç olarak, Türkiye’de pazar yaklaşık yıllık 160 bin satıştan 380-400 bin satışa geldi. O ivmeyle sektörün önü açıldı. Bu uygulamanın tesadüfen ofisimde filizlenmiş olmasını ömür boyu unutamam.

O zaman için bir ilk olan ortak ATM uygulamasını başlattık

• Sümerbank’ta görev yaptığınız dönemden bir anınızı anlatabilir misiniz?

1990 yılında yönetim kurulunda görev yaptığım dönemde Sümerbank’ın otomasyonlaşması gündeme geldi. Bu projenin gerçekleşmesi görevi bana verildi. Eğer o projeyi planlandığı gibi yapsaydık büyük bir otomasyon maliyetine katlanacaktık. O zamanki teknolojiyle 10 milyon doların üstünde... Bu kadar büyük yatırım yapmaktansa, Ziraat Bankası ile konuşup onların kurduğu büyük otomasyon ağı içinde paylaşım yapabiliriz diye düşündüm. O zamanki Ziraat Bankası Genel Müdürü, daha sonra OYAK’ta yıllarca birlikte çalıştığımız Dr. Coşkun Ulusoy’du. Coşkun Bey’e gittiğimde “Arkadaşlarla görüşelim ama prensip olarak niye olmasın” dedi. Sonraki görüşmemizde belli bir mevduat aktarımıyla ve Sümerbank şubelerine sadece ATM’lerin konulmasıyla çözebileceğimizi belirledik. Yaklaşık 150 bin dolara satın aldığımız 15 ATM makinasını büyük hareketliliğin olduğu şubelerimize kurduk. Şubelerimizdeki ATM’lerden Ziraat Bankası sistemine ulaşıyorduk ve işlemlerimiz gerçekleşiyordu. Şimdi çok yaygın ama o zaman için bir ilk olan ortak ATM uygulaması böylece başlamış oldu. Hem devletimize çok ciddi bir tasarruf sağladık hem de Ziraat Bankası’nın yüzde 50’lerde çalışan kapasitesini bir miktar doldurmuş olduk.

"Biz gelini Türkiye’de istiyoruz"

• Renault döneminizden bir anınızı dinleyebilir miyiz?

2009 yılında Türkiye’de Fluence otomobilinin üretimine başlamıştık. Elektrik motorlu ve pilli Fluence’ın üretimiyle ilgili bir proje de vardı Renault’nun merkezinde. Bu proje bir ülkeye üretim olarak verilecekti. Mademki Fluence Avrupa için Türkiye’de üretiliyor, bunun pilli ve elektrikli olanının da burada üretilmesi gerekir diye düşünüyorduk. Böylece dünya ile eş zamanlı olarak elektrik motorlu ve pilli araç üretimine başlamış olacaktık.

O zamanki Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy üretimin Fransa’da yapılmasını arzu ediyordu. Ancak bizim Türkiye’de çok ciddi prodüktivite avantajımız vardı. Bunu raporlarla da ispat ediyorduk. Daha ucuz, daha verimli ve daha kaliteli üretebiliyorduk. O zamanki OYAK Renault fabrikaları genel müdürü Tarık Tunalıoğlu ile ne yapıp edip bu işi Türkiye’ye getirelim istiyorduk. O zamanki Sanayi ve Ekonomi Bakanlarımızı Frankfurt fuarına birlikte gitmeye ikna ettik. O zamanki Ekonomi Bakanımız, fuarda görüştüğümüz Renault Başkanı Carlos Ghosn’a “Biz gelini Türkiye’de istiyoruz” dedi. Ziyaretimiz çok etkili oldu. Arkasından Türkiye’ye gelen Renault başkan yardımcısı projenin Türkiye’ye verildiğini açıkladı. 2011’in sonunda elektrik motorlu ve pilli Fluence ZE modelini üretmeye başladık. 2012 yılında ne yazık ki istediğimiz kadar satamadık. Beklenen satış rakamına ulaşamayan aracın üretimi 2013’te maalesef durduruldu.

Türkiye çok avantajlı bir noktada başlamıştı. Ancak otomobilin 160 km olan menzili, şarj noktalarının yetersizliği ve ikinci el araç değeri konusundaki belirsizlikler nedeniyle bireysel tüketiciler otomobilden uzak durdular. Umarım 2022 yılı sonunda satışa çıkması planlanan yerli ve milli otomobilimiz TOGG’un bu anlamda şansı yüksek olur.

Ekonomi