Esas Holding CEO'su Özdoğru: Bence tesadüf diye bir şey yoktur

30 yılı aşan iş hayatından kesitleri Dünya+ okurlarıyla paylaşan Esas Holding CEO'su Çağatay Özdoğru, “İnsan hayatındaki dönüm noktalarının bazıları tesadüf olarak görülse de bence tesadüf yoktur" diyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Esas Holding CEO'su Özdoğru: Bence tesadüf diye bir şey yoktur

DOĞAN SELÇUK ÖZTÜRK

Koç Unisys, IBM, Global One derken yaklaşık 15 sene yüksek teknoloji sektöründe çalıştıktan sonra, 2005 yılında Esas Holding ile yeni bir yolculuğa çıkan Çağatay Özdoğru, 30 yılı aşan iş hayatından kesitleri Dünya+ okurlarıyla paylaştı. “Bu dünyaya hepimizin bir misyonla geldiğine inanıyorum” diyen Özdoğru, insan hayatındaki dönüm noktalarının bazıları tesadüf olarak görülse de “bence tesadüf yoktur” diyor.

• Çağatay Bey, iş hayatınızın ilk dönemlerinden bahsedebilir misiniz?

İstanbul Teknik Üniversitesi’ni bitirdikten sonra Amerika’ya George Washington University’ye yüksek mühendislik eğitimine gittim. Yüksek lisansın ardından 1990’ların başlarının popüler işi olan PC montajlayıp pazarlayan bir şirkette çalışmaya başladım, ABD’de uzun vadeli bir hayat ve kariyer hedefim olmadı. Yıl 1991. Kısa dönem askerlik yapabilmek için orada bir yıl çalıştıktan sonra Türkiye’ye döndüm.

Gelmeden önce Koç Holding’e başvurmuştum. Beni yetiştirme elemanı olarak kabul ettiler. Önce beni İTÜ’de okurken staj yaptığım Beko’ya yönlendirmek istediler. Ancak fabrika ortamları pek bana göre değildi, iyi bir mühendis olmama rağmen işletme tarafında olmak istiyordum. Koç Holding İK Başkanı Eser Hanım’a Koç Unisys’te çalışmak istediğimi söyledim. O da bana “Ne işin var orada? Orası pazarlama şirketi. Sen mühendissin” dedi. Kendisini ikna ederek işe başladım. Üç yıl orada çalıştım. O arada içimde teknoloji alanında büyük global bir firmada çalışma fikri bir şekilde gelişti.

"Koç Unisys’e IBM’e gidiyorum deme"

• IBM’e geçiyorsunuz.

O zaman teknoloji alanında dünyadaki en büyük şirket IBM. Başvurdum, görüşmeye davet ettiler. IBM’in o zamanki Genel Müdürü Acar Bumin ve Genel Müdür Yardımcısı Hüsnü Paçacıoğlu’na bir vizyon anlattım, internet vs. konularına girilmesi için... Görüşmemiz çok olumluydu. Bana dediler ki sakın Koç Unisys’e IBM’e gidiyorum deme. Peki, ne yapayım? Sen git istifa et. Bir ay sonra gel. Ben de gidip istifamı verdim. Müdürlerimden biri beni çağırıp sebebini sordu. Ailemin bir kısmı Kapalıçarşı’da halıcıydı. Aile işimi yapacağım dedim. Bana garip garip bakmıştı. IBM’de çalışacağım dememek için bir şey söylemek zorundaydım. Ardından Genel Müdür Bülent Gönç Bey’in sanıyorum telkiniyle bizim eve şirketin İK müdürü geldi.Eşimle Koç Unisys’te tanışıp yeni evlenmiştim. Gelen arkadaşımız “Çağatay, canın bir şeye mi sıkkın? Maaş artışı istiyorsan, yeni de evlendiniz, ben söyleyebilirim Bülent Bey’e.” dedi. Ancak konu para değildi, zaten alınan maaşlar birbirine yakındı. Bir dünya liderinde çalışmayı istiyordum.

Neyse 95-96 yıllarında IBM’de çalıştım. Başladıktan bir buçuk yıl sonra en iyi proje ödülünü aldım. IBM Türk’te o zaman koca bir ofisin ortasında hücre sistemi masalar ve etrafında da odalar vardı. Odalarda müdürler otururdu. Bir gün yerimde otururken o odalardan birine geçebilmem için o masada on yıl çalışmam gerektiğinin farkına vardım. Performansınız ne kadar yüksek de olsa belli bir seneyi doldurmadan odalara geçmek mümkün değildi. IBM’in kariyer sistemi bana uygun değildi, ben çok daha hızlı yükselmek istiyordum.

İşe giderken avuçlarımın terlediğini hiç unutmuyorum

• O yıllarda bilişim ve teknolojide büyük bir ilerleme vardı.

İnternet servis sağlayıcılarının devreye girmesi, GSM operatörleri ihaleleri... Telekomünikasyon ve internet sektöründe büyük bir patlama yaşanıyordu. Ben de elektronik mühendisliğinin üzerine telekomünikasyon mühendisliği yüksek lisansı yapmıştım. Bu rüzgârı yakalamak için arayış içindeydim. Hürriyet Gazetesi’nde gördüğüm bir ilana başvurdum. İlanda şirket ismi yoktu ama ilan internet ve telekomünikasyon kokuyordu. Görüşmeye çağırdılar. Görüşmede şirketin Fransız Telekom, Deutsche Telekom ve Amerikan Sprint’in global ortak şirketi Global One olduğunu gördüm. Global bir internet ve telekomünikasyon şirketi Türkiye’de ofis açmıştı. Bir apartman dairesine görüşmeye gittim. Genel Müdür Cem Akışoğlu Amerika’da doğup büyümüş, George Washington’da MBA yapmıştı. Bir anda aramızda bir kimya oluştu ve bana hemen iş teklifinde bulundu. Ofisi değiştireceklerini, işleri büyüteceklerini söyleyince kafamdaki soru işaretleri silindi ve teklifi kabul ettim. Daha sonra dedikleri bir bir gerçekleşti. Ancak ilk senemin sonunda, beni çağırıp ayrılacağını söyledi.

Bağlı olduğumuz bölgenin başındaki Amerikalı Jerry Wilczek buraya geldi, kendisiyle arada bir basketbol konuşuyorduk. Bir gün beni yemeğe davet etti ve genel müdürlük teklif etti. 32 yaşındaydım. Büyük bir teveccüh, o güveni verebilmişim demek ki. Koca şirketi bana bırakıp gitti. Şirket artık büyümüş, 40 kişiye ulaşmıştı. Sabahları işe giderken avuçlarımın terlediğini hiç unutmuyorum. Teknoloji ve pazarlama-satış konularına hâkimdim ancak üst düzey yöneticilik ve finans tecrübem yoktu. Dolayısıyla o konular başlarda biraz zorladı diyelim. Ancak Türkiye’de çok başarılı olduk, çok iyi satışlar yaptık. 99 yılında dünyadaki en başarılı iki genel müdürden biri seçildim. Sonra da bölge başkan yardımcısı oldum.

• Ondan sonra Sabancı Holding döneminize geliyoruz.

Beş senedir Global One’da çalışıyordum. Bir gün Sabancı Holding yönetim kurulu üyesi Lütfi Yenel beni aradı, “Sabancı Holding telekomünikasyon işine girmeye niyetli ve başına da birisini arıyor. CEO Hazım Kantarcı seninle görüşmek istiyor” dedi. 2001 yılının Mart-Nisan ayları.

Sabancı Center’da Hazım Bey ile görüştüm. Sonrasında kendisine 30 sayfalık bir sunum hazırlayıp postayla yolladım. İki defa arayıp sormama rağmen geri dönüş alamadım. “Demek ilgi yok” dedim.

Aynı yılın Temmuz ayı. Uluslararası görevde olduğum için çok seyahat ediyordum. Yeşilköy Havalimanı’nda, Ali Sabancı ile loungeda karşılaştık. Tanışıyorduk ancak samimiyetimiz yoktu. “Bizim grup da bu işlere bakıyor, bizim CEO bazılarıyla görüşmüş” dedi. Söylemek konusunda epey bir tereddüt ettikten sonra benimle de görüşüldüğünü, rapor hazırladığımı ancak geri dönüş olmadığını söyledim. “Ha öyle mi?” dedi. Birazdan farklı yönlere devam ettik.

Bir ay geçti, Ali Bey telefon etti. “Çağatay, havalimanında konuştuğumuz konuda görüşebilir miyiz?” dedi. Dışarıda bir yemek yedik. Bana dedi ki “Seninle görüşülmüş ama o zaman tam oturmayan şeyler varmış. Şimdi koordinasyon görevi bana verildi. Bize gelir misin?” “Anlaşırsak gelirim” dedim. Neticede anlaştık ve ben 2002 yılının başında Sabancı Holding’e transfer oldum.

Sabancı Holding’de üç buçuk yıl çalıştım. Gittiğim dönem ilk başlarda çok güzeldi. Holding yönetim kurulunda Ali Sabancı ile holdingin telekomünikasyon vizyonunu sunduk. Rahmetli Sakıp Bey orada kısa bir konuşma yaptı, “Bu iş çok büyüyecek, mutlaka Sabancı bu işte olmalı” dedi. Ardından yönetim kurulunda vizyon kabul edildi. Sabancı Telekom’u kurduk vs. Sakıp Bey bu işi çok sahipleniyordu. Ancak ani vefatından sonra holding yeni bir strateji geliştirdi ve enerji ile perakende sektörlerine yöneldi. Benim de oradaki misyonum böylece bitmiş oldu. Ben de o zamanki CEO Ahmet Dördüncü’yü ziyaret edip müsaade istedim ve ilk kez iş bulmadan ayrıldım. 2005 yılının ortası.

• Esas Holding macerası nasıl başladı?

Çok kısa bir süre sonra Ali Bey’den telefon aldım. Tabii arada konuşuyorduk. Ben ayrılacağımı önceden kendisine söylemiştim. İletişimimiz devam ediyordu.

O zaman Ali Bey’in ana konsantrasyonu Pegasus’tu. 2005 yılının başında almıştı. Bana “Benim Esas’ta pek bir işim yok. Ben burada, Pegasus’tayım ama Esas’ın içinde birtakım yatırımlar var. Orada Emine Hanım’ın desteğe ihtiyacı var. Ona danışmanlık yapar mısın?” dedi. Olur dedim, memnuniyetle.

Emine Hanım’ı ziyaret ettim. Yapacaklarımızı konuştuk. Ben de “tamam” dedim, “haftada bir iki gün gelirim.” Ondan sonra haftada bir iki gün gidip gelmeye başladım. Zaman zaman Şevket Bey’in odasına gidiyordum, kendisiyle sohbet ediyorduk. Şevket Bey beni soruyormuş arada bir, nerede Çağatay diye. Beni çağırdı tekrar. Dedi ki “sen yoksun hiç”. Ben de Emine Hanım ile böyle anlaştığımızı, kendi arayışlarımın da olduğunu söyledim. “Öyle olmaz, sen tam zamanlı gel.” dedi.

Söylemiş Emine Hanım’a ki, kendisi beni çağırıp tam zamanlı gelip gelemeyeceğimi sordu. O anda hemen gelirim diyemedim. 1991’den 2005’e kadar yüksek teknoloji sektöründe çalışmıştım, diğer sektörlerle ilgili bilgim sınırlıydı ve Esas’ın da yüksek teknolojide yatırımı yoktu. Ancak değerlendirdikten sonra bu meydan okumayı kabul ettim. 2005’te İcra Kurulu üyesi olarak katıldığım Esas Holding’de 2010 yılında CEO’luk görevine başladım.

• Hayatınızda tesadüflerin yeri oldu mu?

Bu dünyaya hepimizin bir misyonla geldiğine inanıyorum. Bu misyon genlerimizde bir şekilde kodlanmış. Belli bir yaş ve tecrübeden sonra bunu çok daha iyi anlayabiliyorsunuz. Geriye baktığınızda hayatınızda birçok dönüm noktası olduğunu görüyorsunuz. Bu dönüm noktalarının bazılarına tesadüfdiyebilirsiniz. Ama bence tesadüfyoktur!

Cesaret ve sabrımızın meyvesini aldık

• Esas döneminizden bir anınızı anlatabilir misiniz?

Esas Holding olarak AFM sinema zincirini 2010 yılında ciddi bir rakama satın almıştık. Herkes bu şirkete piyasa değerinin çok üstünde ödediğimizi düşünüyordu. Biz ise durağan olan ekonominin iyileşeceğini ve eğlence endüstrisinin çok daha büyüyeceğini öngördük. Hesaplarımız bu yöndeydi, inancımız da... Hayalimiz endüstrinin iki lider şirketi olan MARS ile AFM’yi birleştirmekti. Çok zor bir işti ancak bir yılı aşkın süren mücadeleyle bunu başardık. Birleşmeden kaynaklanan bir kaos yaşadık, ancak işe olan inancımızı hiç kaybetmedik. Cesaret ve sabrımızın meyvesini ekonominin beklediğimiz gibi iyileşmeye başlamasıyla aldık, şirket geometrik olarak büyüdü. Neticesinde de Koreli dünya devi bir yatırım şirketine satış gerçekleştirerek ülkemize ciddi miktarda yabancı sermaye girmesine vesile olduk.

Ekonomi