Türkiye-AB ilişkileri: Hâlâ umutlu olmak mümkün mü?

Yaşanan son gelişmelerle şekillenen süreç, AB’nin, Türkiye’yi artık bir “rakip” ve “öteki” ülke olarak algıladığını açıkça gösteriyor. “Bu durumda ne yapılabilir?” sorusunun yanıtı Türkiye’nin demokrasi, hukuk, insan hakları sicilini iyileştirmesi; AB ile sağlıklı biri işbirliğini zorlaması ve çok taraflı işbirliklerini güçlendirmesindeki başarısında yatmaktadır. Bu da bilgiye ve deneyime dayalı kurumsal bir yönetişim ve dış politika uygulanmasına bağlıdır.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Türkiye-AB ilişkileri: Hâlâ umutlu olmak mümkün mü?

NİLGÜN ARISAN ERALP

Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki temaslara ilişkin ne zaman bir haber çıksa, hala bu ilişki ile ilgilenenler ve/veya Türkiye’nin geleceği açısından birlik ile ilişkilerin önemli olduğunu düşünenler heyecanlanıyor. Artık Türkiye’nin bir AB üyesi olmasının önünü açacak katılım sürecinin yeniden başlamasına dair kimsede inanç kalmasa da, hiç değilse bir işbirliği sürecinin önü açılır diye düşünülüyor.

Bu durumun en son örneğini, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 29 Ağustos’ta Brüksel’de düzenlenen AB Dışişleri Bakanları gayri resmi toplantısına katılması için, AB Dışişleri Yüksek temsilcisi Josep Borrel tarafından yapılan daveti kabul etmesi üzerine yapılan yorumlarda görmek mümkün…

GAYRİ RESMİ GÜNDEM, KIBRIS

Toplantının önemli olarak algılanmasının nedeni sayın Fidan tarafından temsil edilen Türkiye’nin beş yıldan sonra ilk kez AB Dışişleri bakanlarının gayri resmi toplantısına katılarak bir diyalog tesis edilmesi olasılığının ortaya çıkması ve Yunanistan başta olmak üzere ikili temaslar için bir zemin oluşması ihtimali idi. AB ele alınacak konuların başında bölgesel ve küresel gelişmeler ve Kıbrıs sorunu olduğunu belirtmişti. Ayrıca Türkiye, katılım süreci, gümrük birliği modernizasyonu ve vize sorunlarını gündeme getirecekti. Buna ek olarak da AB’nin 15 Temmuz 2019 tarihinde, Doğu Akdeniz’deki sözüm ona “yasadışı” doğal gaz arama faaliyetleri nedeniyle taraflar arasında Kapsamlı Hava Taşımacılığı Anlaşması müzakerelerini ve Ortaklık Konseyi toplantılarını askıya alan ve Türkiye’ye sağlanan katılım öncesi yardımları kısıtlayan kararlarını gözden geçirmesini talep edecekti.

Üç saat süren toplantıda karar alınması beklenmiyordu. Bu nedenle somut bir gelişme sağlandığını da söylemek mümkün değil. Her ne kadar Fidan’ın açıklamalarına göre çok az sayıda AB üye ülkesi taraflar arasında düzenli ve yapısal diyaloga karşı çıksa ve genel olarak taraflar arasında dış ve savunma politikalarında işbirliği desteklense de, bu alanda ileriye yönelik olarak ne yapılacağı konusu gündeme gelmemiştir.

Toplantıda Kıbrıs sorunu AB tarafından gündeme getirilmiş olmakla birlikte, Türkiye haklı olarak bu konuda bir taraf gördüğü AB’nin aracılık teklifini kabul etmemiş, AB de Kıbrıs ile dayanışmasını sürdüreceğini beyan etmiştir. AB, Türkiye’nin bu güne kadar Kıbrıs sorununun çözümü için Birleşmiş Milletler (BM) tarafından gündeme getirilen kapsamlı çözüm çabalarının Kıbrıslı Rumlar tarafından reddedildiği gerçeğini göz ardı etmektedir. Ayrıca AB, bugüne kadar adada taraflar arasında işbirliğini artıracak hiçbir somut proje de geliştirememiştir. Bu konuda çok farklı görüşlere sahip olan tarafların bir ortak bir tutum takınmaları mümkün gözükmemekle birlikte AB, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısı esnasında Kıbrıs’taki taraflarla yapmayı düşündüğü üçlü toplantı öncesinde bu konuyu ele almak istemiştir.

Bu güne kadar Kıbrıs’taki statükodan memnun gözüken AB’nin, şimdi bu konuda aracılık önermesinin altında başka unsurların yer aldığı düşünülmektedir. Bunların başında bölgenin istikrarını ciddi bir şekilde tehlikeye atan Gazze savaşı ile Kıbrıs ve AB açısından önem taşıyan projelerin (doğal gaz kaynaklarından faydalanılması; boru hatları; elektrik bağlantıları; terminal istasyonları gibi) bir çözüm sağlanmadan gerçekleşmelerinin mümkün olmadığı gerçeğinin yattığı akla gelenler arasındadır.

Toplantıda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından dile getirildiği söylenen önemli bir itiraz da 2024 yılının sonuna doğru üyeleri açıklanacak olan yeni Avrupa Komisyonu’nda Türkiye’nin muhatabının, genişlemeden sorumlu Komisyon üyesinin değil, yeni oluşturulması düşünülen “Akdeniz” portföyünden sorumlu Komisyon üyesinin olması olasılığı idi. Dolayısıyla Türkiye’nin resmen olmasa bile fiilen aday olarak algılanmadığı tam anlamı ile tescil edilmiş olacaktı.

AB Dışişleri Bakanlarının gayri resmi toplantısı paralelinde sayın Fidan ve Yunan Dışişleri Bakanı Giorgos Gerapetritis ikili görüşme de yapmışlardır. Gerapetritis, Yunanistan’ın prensipte Türkiye’nin AB katılım perspektifini desteklemekle birlikte bunun gerçekleşmesinin uluslararası hukuka, Avrupa müktesebatına ve tüm üye devletlerin egemenliğine ve egemenlik haklarına saygıdan geçtiğini belirtmiş, ayrıca Ortak Dış Politika ve AB Güvenlik Politikası'na da uyulması gerektiğini vurgulamıştır. Fidan’ın Yunan mevkidaşı ayrıca, Kıbrıs’ta BM parametreleri çerçevesinde diyaloğun yeniden başlaması ve Yunan-Türk ilişkilerindeki iyileşmeden kaynaklanan fırsatın değerlendirilmesi gerektiğini de dile getirmiştir.

TARAFLAR ARASINDA İŞBİRLİĞİ MÜMKÜN MÜ?

Bu satırların yazarı, maalesef Türkiye ile AB arasında artık -en azından kısa vadede- sağlıklı bir işbirliğinin bile mümkün olmadığını düşünüyor. Karşılıklı güvensizliğin yanı sıra, Türkiye’nin AB tarafından bir rakip ve “öteki” olarak algılanmasının böyle düşünülmesinde rolü büyük…

Her ne kadar yakında koltuğunu Estonya’nın eski başbakanı Kaja Kallas’a bırakacak olsa da hâlâ AB’nin Dışişleri yüksek temsilcisi sıfatını taşıyan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı Brüksel’e davet eden Josep Borrel’in 25 Ağustos’da İspanya’da “AB Nereye Gidiyor” konulu toplantıda yaptığı açıklamalar da bu kanıyı güçlendiriyor. Borrel, “Kuzey Afrika’da artan Rus ve Türk etkisinin AB’nin bölgede öngördüğü ‘Akdeniz düzenini’ rayından çıkardığını” ifade etmiştir. Borrel’e göre, Libya’da eskiden -farklı politikalar da uygulasalar- İtalya ve Fransa varken, artık Avrupalı kalmamış, sadece Türkler ve Ruslar bulunmaktaymış.

BORELL’in de yazarları arasında bulunduğu ve geçen yılın Kasım ayında yayımlanan, ancak AB liderleri tarafından bir türlü gündeme alınmayan “Türkiye ile AB İlişkileri için Yol Haritası Taslağı”nda yer alan “Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin de içinde yer alacağı çok taraflı bir konferans düzenlenmesi” fikri, anlaşılıyor ki tamamen rafa kaldırılmış ve ülkemiz artık AB tarafından bir rakip olarak algılanmaya başlanmış.

Bu durum maalesef çok farklı alanlarda, hatta Avrupa Komisyonu tarafından finanse edilen projelerde de kendini gösteriyor. Öyle ki, AB’nin temel araştırma fonu programı olan Avrupa Ufukları (Horizon Europe) kapsamında “AB’nin Doğu’ya Doğru Genişlemesi” konulu proje çağrıları için hazırlanan şartnamelerde, bu genişlemeyi etkileyecek parametreler olarak Rusya, Çin ve Türkiye’nin olası tesirlerinin de ele alınması isteniyor.

AB’nin bu koşullarda Türkiye ile işbirliğini geliştirmeye çok niyetli olmadığını anlamak için AB liderlerinin 17 Nisan 2024 tarihinde yaptıkları toplantının sonuçlarına bakmakta da fayda var: AB liderlerleri, Borrel’in söz konusu “yol haritası”nı ele almalarının beklendiği bu toplantıda Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik görüşmelere başlanmasını ve bu görüşmelerde ilerleme kaydedilmesini, Türkiye ile işbirliğinin geliştirilmesi için önkoşul olarak öne sürmüşlerdir.

Bütün bunlar AB’nin Türkiye’yi artık bir “rakip” ve “öteki” olarak algıladığını açıkça gösteriyor. Bu bakış açısı Türkiye ve AB’nin etrafındaki bölgenin Rusya-Ukrayna ve Gazze savaşı nedeniyle bir ateş çemberine dönüştüğü, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ikinci bir Trump yönetiminin başa gelerek transatlantik ilişkilerin kötüleşmesinin, ABD’nin NATO’dan ve Avrupa savunmasından uzaklaşmasının beklendiği ve AB’nin savunma alanında işbirliğini savunma sanayi altyapısı alanı da dahil olmak üzere güçlendirmeye çalıştığı bu günlerde Türkiye ile savunma alanında bile yapısal bir işbirliği yapmaktan kaçınmasına da açıklık getiriyor.

Bu durumda kaçınılmaz olarak akla gelen, “bu durumda ne yapılabilir?” sorusudur. Bizce yapılması gereken Türkiye’nin bir yandan dünyada ve bölgesinde saygınlığını yeniden kazanması için demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve kurala dayalı bir ekonomi politikası konusunda ciddi adımlar atarken, bir yandan da genelde NATO ve Batı, özelde de AB ile sağlıklı bir işbirliğini sürdürmeye çalışması, aynı zamanda dünyada ve bölgesinde işbirliklerini çeşitlendirmek için adımlar atmasıdır. Bu da bilgiye ve deneyime dayalı kurumsal bir dış politika uygulanmasına bağlıdır. Ayrıca AB’ye de benimsediğini öne sürdüğü evrensel değerlerden gittikçe uzaklaştığı da hatırlatılmalıdır. Tabii bu konuda inandırıcı ve etkili olunabilmesi için de öncelikle Türkiye bu değerlere sahip çıkmalıdır.

Nilgün Arısan Eralp kimdir?

 

 

TEPAV, AB Çalışmaları Merkezi Direktörü. AT ile İlişkilerden Sorumlu Devlet Bakanlığı, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı ve Başbakanlık, Gümrük Birliği Koordinatörlüğü gibi birimlerde danışmanlık yaptı. DPT AB ile İlişkiler Genel Müdürlüğü'nde uzman ve ardından Politika ve Uyum Dairesi Başkanı olarak görev aldı. AB Genel Sekreterliği'nde (ABGS) Ulusal Program Dairesi Başkanlığı görevini sürdürdü.

Dünya