Putin, Rusya'nın küresel pozisyonunu değerlendirdi
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, TRT Russian Dijitalden Mehmet Furkan Dündar, Putin'in 19 Aralık 2024'te "Direk Hat" programında yaptığı 2024 yılı değerlendirmesini ve Rus dış politika önceliklerine dair verdiği mesajları kaleme aldı. Putin’in "Direkt Hat" programındaki ifadeleri, Rusya’nın Suriye’deki askeri üslerini koruma niyetini ortaya koyarken, bu sürecin bölgesel dinamikler ve yeni hükümetle kurulacak ilişkilere bağlı olduğuna işaret ediyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 2024 yılını değerlendirdiği "Direkt Hat" programı, Rusya’nın dış politika önceliklerini ve küresel stratejilerini anlamak adına dikkatle incelenmesi gereken önemli ipuçları barındırıyor. Yaklaşık 4,5 saat süren ve 76 sorunun cevaplandığı programda, Putin’in özellikle Ukrayna, Suriye ve Orta Doğu politikalarına dair verdiği mesajlar, Kremlin’in mevcut krizlerdeki pozisyonunu ve gelecekteki stratejilerini anlamlandırmak için dikkat çekici unsurlar içeriyor.
Putin müzakere kanallarını kapatma niyetinde değil
Putin’in Ukrayna’daki yönetimi gayrimeşru olarak nitelendirmesine rağmen müzakerelere hazır olduğunu belirtmesi, Moskova’nın Batı ile artan gerilime rağmen müzakere kanallarını tamamen kapatma niyetinde olmadığını gösteriyor. Özellikle İstanbul müzakerelerinde varılan ancak uygulanamayan uzlaşı maddelerine vurgu, Rusya’nın kendi pozisyonunu "sahadaki gerçeklikler" üzerinden meşrulaştırma çabasını yansıtıyor. Baas rejiminin çökmesiyle Suriye'deki etkinliğinde kayıp yaşayan Rusya, bu durumun uluslararası itibarı üzerindeki etkisini dengelemek amacıyla Ukrayna cephesinde askeri ve diplomatik zafer arayışını sürdürüyor.
Suriye konusundaki açıklamalar, Rusya’nın ülkede 10 yıla yakın süredir yürüttüğü askeri varlığının stratejik sonuçlarına odaklanıyor. Putin, Suriye’deki varlığını bir zafer olarak tanımlamasa da, terör tehdidini engellemek ve bölgedeki güç dengelerini değiştirmek açısından başarı olarak sunuyor. Putin'in Batılı ülkelerin Suriye’deki silahlı gruplara yönelik tutumunun değişmesine yaptığı vurgu, Moskova’nın bu süreçteki rolünü daha belirgin kılma çabasını yansıtıyor.
Türkiye ile ilişkilerde ise Putin, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile düzenli temas halinde olduklarını vurguluyor. Suriye bağlamında sorunların çözümünde Türkiye’nin güvenlik önceliklerinin önemine değinen Putin, bu sorunların bölgesel işbirliği çerçevesinde çözülmesi gerektiğini ifade ediyor. Rusya’nın, Türkiye’nin hassasiyetlerini gözeten bir denge politikası izlediğine dair açıklamalar, Moskova’nın Ankara ile işbirliğini stratejik bir öncelik olarak değerlendirdiğini gösteriyor.
Ayrıca İsrail’in Suriye’deki kazanımları ve Filistin sorununa yönelik değerlendirmeler, Moskova’nın bölgede çok yönlü bir yaklaşımı benimsediğini ortaya koyuyor. İsrail’in Suriye topraklarındaki ilerleyişine dair eleştiriler, Rusya’nın bölgedeki dengeyi İsrail lehine bozmamak adına hassas bir çizgi izlediği anlamına geliyor. Putin’in, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi kararına atıf yaparak Filistin devletinin kurulması gerektiğine dair açıklamaları ise Rusya’nın uluslararası hukuka dayalı pozisyonunu koruma çabası olarak okunuyor.
İgor Krillov suikastı
Putin’in açıklamalarına dayanarak, Kremlin’in Rusya Silahlı Kuvvetleri Radyasyon, Kimyasal ve Biyolojik Savunma Kuvvetleri Komutanı İgor Kirillov suikastını bir “terör saldırısı” olarak nitelendirdiği görülüyor. Putin, suikastın “birçok insanın hayatını tehlikeye atan bir yöntemle” gerçekleştirildiğine vurgu yaparak özellikle Batı’nın bu tür saldırılar karşısında sessiz kalmasını eleştirdi. Bu ise Kremlin’in uluslararası kamuoyuna yönelik bir mesajı olarak adlandırabilir.
Kirillov’un görev süresi boyunca uluslararası biyolojik laboratuvarlarla ilgili açıklamaları ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri (ABD) destekli laboratuvarlar hakkındaki iddiaları, bu suikastın neden bu kadar dikkat çektiğini açıklayabilir. Kremlin bu eylemi Ukrayna istihbaratıyla ilişkilendirmekle birlikte, Batı’nın dolaylı desteği veya sessizliğiyle bu saldırıların cesaret bulduğu algısını güçlendirmeye çalışıyor. Bu tutum, suikastın sadece bir güvenlik açığı değil, aynı zamanda Rusya’nın ulusal güvenliğine ve stratejik duruşuna yönelik bir meydan okuma olarak görüldüğünü ortaya koyuyor.
Ayrıca Putin’in Kiev yönetimini hedef alan sözleri, saldırının bir provokasyon olarak değerlendirilip değerlendirilmediği sorusunu akla getiriyor. Moskova’nın Kiev üst yönetimine yönelik bundan sonraki adımlarının diplomatik mi yoksa askeri mi olacağı konusunu belirsizliğini koruyor.
Rusya'nın yeni dönem Suriye politikası
Heyet Tahrir Şam (HTŞ) gibi grupların güç kazanması ve Batılı çevrelerin Rusya’nın askeri varlığını sonlandırma çağrıları, Moskova’nın bölgedeki stratejik çıkarlarını sürdürmek için daha esnek bir yaklaşım benimsemesini gerektiriyor. Putin’in "Direkt Hat" programındaki ifadeleri, Rusya’nın Suriye’deki askeri üslerini koruma niyetini ortaya koyarken, bu sürecin bölgesel dinamikler ve yeni hükümetle kurulacak ilişkilere bağlı olduğuna işaret ediyor.
Hmeymim ve Tartus üslerinin stratejik önemi, Moskova’nın bölgedeki varlığını sürdürme kararlılığını şekillendiren temel unsurlar arasında yer alıyor. Hmeymim Hava Üssü, Orta Doğu ve Afrika lojistik hatları açısından kilit bir noktadayken, Tartus Deniz Üssü Akdeniz’deki tek Rus ikmal ve bakım merkezi olma özelliği taşıyor. Putin’in, bu üslerin yalnızca askeri değil insani yardım operasyonları için de kullanılmasını önerdiğini açıklaması, Moskova’nın üslerini yeni Suriye yönetimi nezdinde meşrulaştırma ve bölgedeki varlığını daha geniş bir çerçeveye oturtma çabası olarak değerlendirilebilir.
Rusya’nın HTŞ ile müzakerelere başlaması, Kremlin’in pragmatik bir diplomasiyi benimsediğine işaret ediyor. Parlamento'nun alt kanadı Devlet Duması'nın kısa süre önce Taliban’ı terör örgütleri listesinden çıkarması, benzer bir sürecin HTŞ için de hızla gündeme gelebileceğini düşündürüyor.
Öte yandan Putin’in, Moskova’ya gelişinden sonra Suriye’de çöken Baas rejiminin devrik lideri Beşşar Esed ile henüz görüşmediğini, ancak görüşmeyi planladığını belirtmesi, Rusya’nın Suriye’deki stratejik hamlelerini sorgulatan bir adım olarak değerlendiriliyor. Esed’in etkisiz bir figür haline gelmesi, bu görüşmeyi sembolik bir jest haline getirirken sahadaki aktörler için kafa karıştırıcı olabilir. HTŞ, bu görüşmeyi Rusya’nın hala eski rejime bağlılığını sürdürdüğüne dair bir işaret olarak yorumlayabilir ve bu da müzakere sürecini zayıflatabilir. Rusya açısından ise bu görüşme, Suriye’deki geçmiş bağları tamamen terk etmeksizin yeni aktörlerle ilişkiler geliştirme stratejisinin bir parçası olarak öne çıkıyor.