Gelir eşitsizliği arttıkça marka düşkünlüğü de artıyor!
Toplumlarda gelir eşitsizliği arttıkça, bireylerin sosyal statülerini yansıtmak için lüks tüketim mallarına olan ilgileri artıyor. Statülerini korumak ya da güçlendirmek isteyen geliri artan kesimin yanında internet üzerinde de lüks markaların aramalarının arttığı görülüyor.
Şeyda Uyanık |ÖZDER ŞEYDA UYANIK
Türkiye’de son yıllarda ekonomik sorunlar artarken alım gücündeki düşüş keskin oldu. Gelir eşitsizliğinde artış görülürken, bir yandan da lüks tüketimde artış oldu. İthal tüketim ürünlerinde görülen artış ekonomistler arasında da tartışma yaratırken, gelir eşitsizliğinin arttığı toplumlarda bu durumun olduğu de araştırmalarda görülüyor.
“Gelir Eşitsizliği, Gelir ve Statü Malları İçin İnternet Aramaları: Eşitsizlik ve Refah Arasındaki İlişkiye İlişkin Ülke Çapında Bir Çalışma” başlıklı 2015 yılında yapılan bir çalışmadaki sonuçlar bu kapsamda bakınca ilgi çekici oluyor.
Gelir eşitsizliği ve lüks markalara yönelim
Gelir eşitsizliği, yalnızca ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda bireylerin sosyal davranışlarını ve tüketim tercihlerini şekillendiren güçlü bir etken olurken, araştırma da gelir eşitsizliğinin bireylerin lüks markalara olan ilgisini artırdığını, hatta bu eğilimin dijital dünyada arama alışkanlıklarıyla gözlemlenebileceğini ortaya koyuyor.
Eşitsizlik ve statü tüketimi
Araştırmada, gelir eşitsizliğinin yüksek olduğu ülkelerde insanların Louis Vuitton, Prada, Rolex gibi lüks markaların daha sık arandığı görülüyor. Bu durum, bireylerin sosyal hiyerarşideki yerlerini güçlendirme çabalarının bir yansıması olarak yorumlanırken, gelir eşitsizliği arttıkça, insanlar statülerini ve başarılarını göstermek için daha fazla sembolik ürünlere yöneliyor.
Gelir eşitsizliğinin artmasıyla kişiler neden daha lüks görünür olmak istiyor?
Sosyal görünürlük ihtiyacı
Gelir eşitsizliği arttığında, bireyler arasındaki ekonomik farklar daha belirgin hale geldiğinden, bu farkları telafi etmek isteyen bireyler, lüks ürünler gibi "statü sembollerine" yönelir.
Statü yarışı
İnsanlar, sosyal çevrelerinde statülerini göstermek ve "rekabetçi tüketim" yoluyla daha yüksek bir sosyal konuma erişmek için lüks ürün arayışına girer.
Dijital dünyada statü arayışı
Araştırma, gelir eşitsizliğinin yüksek olduğu ülkelerde insanların internet üzerinden statü sembolü olan markaları daha çok aradığını ortaya koyuyor. Bu, lüks ürünlerin yalnızca satın alma değil, aynı zamanda bir "aspirasyon" (hedeflenen yaşam tarzı) aracı olduğunu gösteriyor.
Örneğin, ABD’de gelir eşitsizliği yüksek olan eyaletlerde, Louis Vuitton ve Rolex gibi lüks markaların arama hacimleri daha fazla olurken, Avrupa’da gelir eşitsizliğinin arttığı ülkelerde de benzer bir eğilim görülüyor. Ancak sosyal refah sistemlerinin güçlü olduğu ülkelerde bu etki daha sınırlı kalıyor.
Gelir eşitsizliği ve refah ilişkisi
Araştırma, gelir eşitsizliğinin yalnızca lüks tüketim arayışını artırmakla kalmadığını, aynı zamanda bireylerin genel refah düzeyini de etkilediğini gösteriyor:
Psikolojik yük: Gelir eşitsizliği, bireylerin kendi ekonomik durumlarını sorgulamalarına ve daha fazla stres hissetmelerine yol açıyor.
Toplumsal ayrışma: Sosyal hiyerarşide daha düşük konumda olduklarını hisseden bireyler, statü arayışına yönelerek bu durumu telafi etmeye çalışıyor.
Lüks tüketim: Statü mü, refah mı?
Gelir eşitsizliğiyle lüks tüketim arasında gözlemlenen ilişki, bireylerin "statü kazanma" motivasyonunun, ekonomik eşitsizliğin bir sonucu olduğunu gösteriyor. Ancak bu, aynı zamanda bir paradoks yaratıyor: İnsanlar, statü arayışıyla geçici bir tatmin sağlarken, bu durum uzun vadede daha büyük finansal yükler ve tatminsizlikler doğurabiliyor.
Dijital izler eşitsizliği nasıl gösteriyor?
Gelir eşitsizliğinin arttığı toplumlarda lüks markaların internet aramalarındaki artış, bireylerin sosyal statü ve refah arayışlarının bir yansıması olurken, araştırma, bu durumun yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik ve toplumsal etkileri olduğunu ortaya koyuyor.
Eşitsizlikle mücadelede, bireylerin yalnızca statü sembollerine değil, daha sürdürülebilir bir refah anlayışına yönlendirilmesi büyük önem taşıyor. Bu, yalnızca bireylerin değil, toplumların da daha sağlıklı bir sosyal yapı oluşturmasını sağlayabilir.