Sanat, krizlere karşı insancıl çözümler yaratma gücüne sahip

Borusan Contemporary, yeni sezonunu doğal ya da organik olmayan bir ortamda modern yaşamı sorgulatan Amerikalı multidisipliner sanatçı Doug Aitken’in ‘İçimdeki Şehir’ sergisiyle açtı. Sergi sanatın, küresel krizler karşısında sürdürülebilir bir gelecek için insancıl çözümler yaratma gücüne vurgu yapıyor.

Merve Yedekçi |

MERVE YEDEKÇİ / İSTANBUL

Türkiye'nin ilk ofis müzesi Borusan Contemporary, tarihi bir binayı modern sanatla buluşturarak çevresel sürdürülebilirliğe örnek olacak şekilde işlevsel bir hale getiriliyor. 1910 yıllarında inşa edilmeye başlanan bina, İstanbul'un kültür mirasları arasında yerini alıyor. Yapı, hafta içi Borusan Holding'in yönetim binası olarak hizmet verirken, hafta sonları ise dünya çapında değer kazanmış küratörlerin oluşturduğu çeşitli kişisel ya da karma sergiler ile kamuya açık bir müzeye dönüşüyor. Bina ofis müze yapısıyla, gerek fiziksel ortamı gerek sunduğu sergiler ile sanatın evrensel mesajlarını ve sosyal sorunlara dikkat çeken temaları ele alarak toplumsal farkındalığı artırmayı amaçlıyor. Aynı zamanda kurum, sanatın geniş kitlelere ulaşmasını sağlamak amacıyla çeşitli eğitim ve sosyal sorumluluk projeleri de yürütüyor.

Borusan Contemporary, yeni sezonunu doğal ya da organik olmayan bir ortamda modern yaşamı sorgulatan Amerikalı multidisipliner sanatçı Doug Aitken’in ‘İçimdeki Şehir’ sergisiyle açtı. Sergi sanatın, küresel krizler karşısında sürdürülebilir bir gelecek için insancıl çözümler yaratma gücüne vurgu yapıyor. Çevrenin yalnızca doğa değil, biyolojik, sosyal ve dijital bağlamların bileşkesi olarak da ele alınması gerektiğini savunan Borusan Contemporary Direktörü Dr. Kumru Eren ile küresel krizlerin sanat üzerindeki etkisini sanatın güncel rolünü konuştuk:

“Borusan Contemporary, sadece Türkiye’nin ilk ofis müzesi değil; bu modelde işletme düzenine sahip dünyada örneği mevcut olmayan bir yapı. Bu noktada, belki de çevre meselesinin bağlamını doğru ortaya koymak gerekir. Çevre yalnızca ‘doğa’ olarak adlandırdığımız ve bugün bireyin yabancılaşması nedeniyle ötekileştirdiğimiz bir kavram olamaz. Bu eskitilmiş bir çevre bağlamı. Aksine çevreyi içerisinde olduğumuz, biyolojik olduğu kadar sosyal anlamda bizi besleyen ve beslendiğimiz tüm ortamların bileşkesi olarak ele almalıyız. Günümüz dünyası için, kullandığımız dijital ortamları da bu formüle ekleyebiliriz. Sürdürülebilirlik, doğa konusundaki hassasiyet, sergilerde bir tema olarak izleyiciyle buluşmasıyla sınırlı kalmıyor. Perili Köşk’te bir holding ofisinin sergi alanına dönüşmesi gibi alışılmışın dışında bir senaryoyla ile sanatın toplumsal sorumluluklarla olan ilişkisi ortaya koyuluyor.”

Teknolojiyle birlikte değişen insanlık  

“Geçici sergi programı kapsamında, insanın bireysel tarihini ve günümüz insanlık durumunu araştıran, multimedya sanatçısı Doug Aitken’i ağırlıyoruz. Dünyanın ve teknolojinin değişimine sanatıyla tanıklık eden Aitken izleyiciyi bilincin sınırlarına doğru kışkırtıyor. Sanatçının özellikle dijital dünyanın insanı edilgen bir duruma indirgeyen baskısına getirdiği eleştirel yaklaşımı son derece zihin açıcı. Günümüzün eşsiz hızlı temposuyla yaşarken, hızlı teknolojik ilerleme ve değişen kentsel manzaralar içinde yön bulabilmenin zorluklarına dikkat çeken Aitken’in eserleri, kendimiz, neyi nasıl yaşadığımız ve şehirlerin değişen yüzlerini düşündürüyor. Sanatçı, Türkiye’deki ilk kişisel sergisi ‘İçimdeki Şehir’ ile yeryüzüne yabancılaşan, dönecek yurdu kalmayan insanın (ve sanatın) enformasyon koridorları veya beyaz küp dışında var olacağına dair umudunu; çöllerden, okyanuslardan, Alpler’in zirvesinden, Boğaz kıyısında kırmızı tuğlalarıyla sessizce yükselen Perili Köşk’e taşıyor. Günümüz insanı olarak, hepimizin kendinden bir jest veya motif bulabileceği bu yapıtları sergileyebilmek bizim heyecan verici.”

Zorlu dönemlerin ifade aracı ‘sanat’

Küresel krizlerin sanat üzerindeki güçlü rolünü vurgulayan Eren, bu krizler karşısında sanatın, bir yandan toplumsal farkındalık bir yandan da insanlara umut yolları sunduğunu dile getirerek sözlerine şöyle devam ediyor: “Bugün ekoloji bağlamında söz ettiğimiz çevre, sosyal, ekonomik, siyasi ve estetik konularından ayrılamaz bir durumda. Dolayısıyla, tüm bunları içeren bir platform olarak şehir, insanın düşünce ve duygu dünyasının da baş aktörlerinden biri konumunda. Elbette, insanın bireysel serüveni, uygarlık tarihini de şekillendiriyor. Geçmişten ders almanın, günceli şekillendirmek üzerinde etkili bir strateji olduğu söylenebilir ancak koşulların ve aktörlerin benzerlikleri de önem taşıyor. Geçtiğimiz yıl birlikte çalıştığımız küratör, Alice Sharp sanat aracılığıyla çevre farkındalığı üzerine çalışan Invisible Dust adlı bir inisiyatifi yönetiyordu. Bu şekilde uzmanlaşan girişimlerin, münferit projelerden değişim yaratmak adına çok daha başarılı olduğunu düşünüyorum. Küresel krizler, savaşlar ve salgınlar gibi tarihsel durumlar sonrasında sanat, güçlü bir şekilde var oldu. Henüz pandemi örneğine bile gelmeden, 2. Dünya Savaşı sonrasında üretilen sanatın, hala son derece güçlü bir pozisyonda olduğunu; o dönemin etkilerini yaşamış sanatçılarından, çağdaşımız Anselm Kiefer’ın örneğin bugün altın dönemini yaşadığını söyleyebiliriz.”

“İklim aktivistlerinin eylemleri vandalizm”

“İklim aktivistlerinin dünya genelinde tüm insanlığın mirası olan sanat ve kültür varlıklarına, amacı çevre sorunlarına dikkat çekmek dahi olsa bile yaptıklarını vandalizm çerçevesi dışında bir bağlamda meşrulaştırmak mümkün değil maalesef. Bu eylemlerin altında, son derece modernist bir söylem olan kültüre doğayı koşut sayma motivasyonu yer alıyor. Hatırlayacak olursak, “nature/kultur” dikotomisi, temelini Dionysos/ Apollo alegorisinde bulur. ‘Doğa-kültür’, ‘mitos-logos’ bağlamını simgeleyen bu alegorik temsil, temel sanat felsefesi metinlerinden biri olan Nietzsche’nin ‘Tragedyanın Doğuşu’nda Antik Yunan’ın iki Tanrı arketipi üzerinden, insandaki iki temel güdünün, duygu ve aklın temsilini yapıyordu. Nietzsche, özellikle sanat felsefesini bu alegori çerçevesinde açıklamıştı. Antik Yunan’da plastik sanatların tanrısı Apollon iken sahne sanatlarının ve Atina demokrasisinin ortaya çıkmasını sağlayan tanrı Dionysos’tu. Dionysos adına düzenlenen törenlerden doğan tragedya, zamanla siyasi erki hicveden bir yapıya dönüşmüş; Apollon ise siyasi erki ve aristokrasiyi koruma altına alan toplumsal düzeni temsil eden bir söylemin temsiline dönüşmüştü. Dionysos temsil ettiği özellikler bakımından doğaya içkinken (duygu, tutku, içgüdü, düzensizlik, biçimsizlik, ölçüsüzlük, devinim, değişim, özgürlük, başıboşluk, aylaklık); Apollon’da ise kültüre içkin özellikler olan (akıl, biçim, düzen, ölçülülük, çalışma) bulunur. Batılı düşünce dünyasının ve modernleşmenin temelleri, bu çatışmaya dayanır. Dolayısıyla, çevre aktivistlerinin eylemlerinin temel analizi bu şekilde. Ve bu eylemler de söylemsel anlamda bir yenilik yaratmamakta.”

Eren, doğanın sadece bir ilham kaynağı değil, korunması gereken bir değer olarak ele alınması gerektiğini belirterek, sanatın doğayla olan ilişkisini de şöyle yorumluyor: “Doğa, sanatta bir ilham kaynağı olmanın ötesinde, korunması gereken bir değer olarak işlenmeli. Sanat, en basit açıklamasıyla doğayı taklitle ortaya çıkıyor. Zamanla taklit ilişkisi yerini temsil ilişkisine bırakıyor. Bu iki olgu arasında koparılamaz bir bağ var; zira bu bağın nedeni insan bilincinin ta kendisi. Elbette bu ilişkinin geçişlilik veya karşıtlık gibi ele alınarak yapılan analizleri olsa da; mutlak olan ilişkinin gücü. Ancak sanatın bir tema veya obje olarak ele alınması, sanat tarihinde nispeten geçmişte kalmış bir yaklaşım. Bugün doğanın sanatla birlikte varlığını, onu nesneleştirmeksizin tartışmalıyız.”

IMF: Orta Doğu'daki çatışmanın önemli ekonomik sonuçları olabilir Borsa düşerken paniklemek yerine fırsatları yakalayın Emekli maaşında yeni model şart! Uzmanından 5 çözüm önerisi Mert Başaran’dan finansal özgürlük yolunda altın ipuçları SON DAKİKA: ENAG, eylül ayı enflasyonunu açıkladı Emekliler dikkat! Bankaların promosyon rakamları güncellendi