Deprem bölgesinde tarım alanları koruma altına alınmalı
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), 6 Şubat 2023 depremlerinden etkilenen 10 ilde uzman isimlerden oluşan bir ekiple sahada yaptığı bilimsel çalışmaları rapor olarak yayımladı.
Haber Merkezi |Ali Ekber YILDIRIM
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), 6 Şubat 2023 depremlerinden etkilenen 10 ilde uzman isimlerden oluşan bir ekiple sahada yaptığı bilimsel çalışmaları rapor olarak yayımladı. İTÜ Rektörü Prof. Dr. İsmail Koyuncu’nun önsözü ile yayınlanan Ön İnceleme Raporu’nda depremin yıkıcı etkilerinin yanı sıra bundan sonra yapılacak çalışmalarla ilgili çok ayrıntılı bilgiler yer alıyor.
İnşaat mühendisliği, jeoloji mühendisliği, jeofizik mühendisliği, mimarlık gibi alanlardaki uzman isimlerden oluşan İTÜ’lü bilim insanları, gruplar halinde bölgedeki şehirlerde inceleme ve gözlemlerde bulunarak hazırladıkları raporda tarımın bölge ekonomisi için önemi, tarım alanları, mera ve orman sahaları, iklim değişikliği gibi birçok konuda detaylı bilgiler var.
İTÜ’nün kapsamlı raporunun tarımsal üretim potansiyeli ile bundan sonra yapılması gereken çalışmalarla maddeler halinde özetleyerek paylaşıyorum.
Tarım 10 ilin gelişiminde önemli rol oynadı
1- 6 Şubat 2023 depremlerinden etkilenen 10 ilin kentsel büyüme eğilimleri ve dinamikleri incelendiğinde, tarımsal üretim potansiyeli yüksek olan alanlarda yer almaları nedeniyle, tarım sektörünün kentlerin gelişiminde önemli bir rol oynadığı görülmektedir.
2- 1970’lerle birlikte, ülkedeki sanayi yatırımların teşvik edilmesi ve bu bölgelerdeki imalat sanayi kollarının gelişmesi nedeniyle başta Adana olmak üzere, Gaziantep, Diyarbakır, Hatay ve Şanlıurfa’da kırsaldan kentsel alanlara hızlı bir göç süreci yaşanmıştır. 1986’da Adana ve Gaziantep’in Büyükşehir statüsü almalarının ardından, 1993 Diyarbakır ve 2012 yılında ise Şanlıurfa, Hatay, Kahramanmaraş ve Malatya illeri de büyükşehir olmuşlardır. Öte yandan, 1995’te Kilis Gaziantep’ten ve 1996’da Osmaniye Adana’dan ayrılarak il olmuşlardır.
3- 1990’lı yıllarda hızlı artış gösteren bu süreç içerisinde, şehirler organize sanayi bölgelerinin geliştiği ana ulaşım arterleri üzerinden birbirine daha da güçlü bağlanan bir kentsel sistem oluşmuştur. Geleneksel kent dokusu, tarihi çekirdek ve etrafında zamanla gelişen az katlı yapılardan oluşan bu şehirler, ilk başlarda tarım, mera ve orman alanlarına doğru yayılım göstermiştir (örn. Adana & Gaziantep). Son 20-30 yıllık süreçte ise, göçle gelen nüfusun konut taleplerini karşılamak, çöküntü ve kaçak yapılaşma alanların rehabilitasyonu, hizmet sektörünün ve donatı alanlarının gelişmesi amacıyla bir yandan iyileştirme, yenileme ve kentsel dönüşüm süreçlerine, bir yandan da kentsel yayılma süreçlerine girmişlerdir. Bu dönem, kent merkezlerinde yüksek katlı yapıların yapıldığı döneme de karşılık gelmektedir.
Tarım arazileri kıt kaynak olarak değerlendirilmeli
4- Bu bölge içerisinde çok sayıda tabiat parkları, milli parklar, tabiat anıtı, yaban hayatı koruma sahaları, tabiat koruma alanları, ormanlar, büyük ovalar ve meralar bulunmaktadır. Bu alanlar uluslararası anlaşmalar ve ulusal mevzuat gereğince koruma altındadır ve Stratejik Çevresel Değerlendirme Yönetmeliği kapsamında tanımlanmaktadır. Bu illerimizde göçün de etkisiyle enerji, imar ve tarımsal amaçlı yapılar nedeniyle tarım arazileri tarım dışı kullanıma açılmaktadır. Engebeli alanlardaki mutlak tarım arazileri hem toprak yapısı (meyilli arazi, erozyon vb.) hem de iklim koşulları dolayısı ile kısıtlıdır, bu nedenle kıt kaynak olarak değerlendirilmelidir.
Mera ve ormanlar korunmalı
5- Bitki üretiminin olmadığı araziler mera olarak etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Bitkisel üretime alternatif olarak gelişen hayvancılığın değişen iklim koşullarında devam etmesi ulusal gıda güvenliğinde önemli pay sahibi olması beklenmektedir.
6- Değişen iklim koşulları altında bölge nüfusunun gıda ihtiyacının karşılanabilmesi için, diğer sektörler ile birlikte bütünleşik arazi kullanım planlama çalışmaları yapılması ve kıt kaynak konumundaki büyük ova topraklarının korunması sağlanmalıdır.
7- Bölgedeki orman örtüsü hem iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılmasında hem de iklim değişikliğine karşı mücadele edilmesinde çok önemli rol oynamaktadır.
8- Depremden etkilenen 10 ilin gelişim süreçlerine paralel olarak, üretim ve sektörel yapı anlamında da birbirini destekleyen bütünleşik bir kurgu üzerinden gelişme yaşandığı bilinmektedir. Bölgenin tarım potansiyeli, Diyarbakır’daki Ar-Ge yatırımları ve Gaziantep’teki lojistik altyapısıyla yenilikçi yaklaşımları benimseyen, rekabet gücünü artırıcı ve bölgenin bütününde kalkınmayı destekleyici şekilde planlanmıştır.
İmalat ve yüksek teknoloji sektörleri gelişiyor
9- Bu bölgede, imalat ve yüksek teknoloji sektörlerinin de hızla geliştiği görülmektedir. Depremden etkilenen 10 ilin GSYİH (Gayrisafi Yurt İçi Hasıla)’dan aldığı toplam pay yüzde 9,3 oranındadır. İlk sırada yüzde 31,2 ile sanayi sektörü, yüzde 14,3 ile tarım sektörü ve yüzde 11,5 ile hizmet sektörü yer almaktadır (TÜİK, 2021).
10- Türkiye’de Eurostat imalat sektörleri teknolojideki uzmanlaşmalarına göre incelendiğinde orta-yüksek teknolojili sektörlerdeki firma sayısının baskın olduğu ilçe sayısı 15’tir. Az sayıdaki bu ilçeler arasında afet bölgesinde yer alan Kayapınar (Diyarbakır) bulunmaktadır. Orta-düşük teknolojili sektörlerdeki firmaların bulunduğu ilçeler arasında Pozantı (Adana) afet bölgesinde yer almaktadır.
11- Gıda sektöründe faaliyet gösteren firma sayısının en fazla olduğu ilçeler incelendiğinde, 369 firma ile Şehitkamil (Gaziantep) ve 299 firma ile Seyhan (Adana) ilçelerinin afet bölgesinde konumlandığı görülmektedir. Benzer şekilde, Yüreğir, Tarsus, Sarıçam (Adana), Antakya (Hatay), Onikişubat, Dulkadiroğlu (Kahramanmaraş), Kilis Merkez, Şahinbey, Nizip (Gaziantep), Adıyaman Merkez, Eyyübiye (Şanlıurfa), Yeşilyurt, Battalgazi (Malatya) ilçeleri de gıda sektöründe önde gelen ilçeler arasında sayılabilir.
Tarım alanlarında yapılaşmaya izin verilmemeli
12- 6 Şubat 2023 depremlerinde etkilenen bölgelerde kentin yeniden yapılanması sürecini de içerecek şekilde “afet sonrası iyileştirme ve kalkınma planı” hayata geçirilmeli, yeniden yapılanma süreci başlatılmalıdır.
13- Doğal tehlikeler karşısında yaşanan büyük yıkımların temel nedenlerinden birisi kentlerin doğal eşikleri aşmış olmasından kaynaklanmaktadır. Jeolojik açıdan sakıncalı alanlar, verimli tarım alanları, su kaynakları, ekolojik hassas alanlar, dere yatakları, taşkın ve heyelan alanları gibi doğal eşikler yeniden yapılanma sürecinde esas alınmalı, yeni planlama sürecinde kültür varlıkları hariç bu alanlarda yapılaşmalara izin verilmemelidir.
14- Sosyal, ekolojik ve ekonomik bakımdan yüksek maliyetli kentsel büyüme süreçlerine neden olan, kentsel ihtiyaçların ötesinde ve kentin taşıma kapasitesini aşan mekânsal yayılmayı destekleyen planlama yaklaşımından kaçınılmalıdır.
15- Kentleri, sadece yeni ve depreme dayanıklı geçici ve kalıcı deprem konutlarının inşasından öte düşünmeli, altyapı ve tüm işlev alanları ile birlikte sürdürülebilir ve dayanıklı yaşam alanları planlanmalıdır.
Doğaya, insana saygılı, iklim duyarlı yerleşimler olmalı
16- Yeni yerleşim alanları yer seçimi ve inşa sürecinde mevcut makroform ile sosyo-kültürel, mekânsal ve ekonomik ilişkisi göz ardı edilmemeli, doğal eşikler hassasiyetle dikkate alınmalıdır. Yeniden yapılanma sürecinde, tek tip yapılar yerine depremden zarar gören illerin sosyal ve kültürel yapısının yansıması olan geleneksel kent dokusunun değerlerini referans alan çağdaş mimari tasarımlar önerilmelidir. Yeterli açık alan ve sosyal altyapı alanına sahip, evrensel tasarım normlarında, doğaya ve insana saygılı yerleşmeler olarak planlanmalı ve tasarlanmalıdır.
17- Mevcut kentsel dönüşüm/yenileme uygulamaları düşünüldüğünde, artık kentsel dönüşüm proje ve uygulamalarında temel motivasyonun, sadece ekonomik değer üretmek üzerine değil, toplumsal, çevresel ve ekolojik faydaları da kapsayan toplam değer üretmek üzerine olmalıdır.
18- Deprem bölgesindeki illerde yeniden yapılanma sürecinde iklime duyarlı tasarım ve enerji verimliliği gibi kriterler gözetilmelidir.
19- Yeniden yapılanma sürecinde iklim değişikliği ve doğal afetlerin olası etkilerinin üstyapı ve altyapı üzerindeki olası zararları en aza indirgemek hedeflenmelidir.
Özetle, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin sadece kısa bir özetini paylaştığımız bu rapor hem merkezi hem yerel yönetimler tarafından çok dikkatle okunmalı ve bilimsel öneriler yerine getirilmeli. Emeği geçen tüm uzmanları, bilim insanlarını kutluyorum.
Söz Tarımda
Sözcü televizyonu bugün yayına başladı. Merve Ekinci ile hafta içi her gün saat 15.10’da Söz Tarımda programında Sözcü televizyonunda tarımı tüm yönleriyle konuşacağız.
İmar affı bir daha gündeme getirilmemeli
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Ön İnceleme Raporu’nda Kamu politikaları ve mevzuata ilişkin önemli değerlendirmeler var. Bu değerlendirmeler özetle şöyle:
-Bilimsel temele dayanmayan imar affı, imar barışı gibi mühendislik hizmeti almamış, sağlıksız ve güvensiz yapı stokunu yasallaştıran düzenlemelere son verilmelidir.
- Geleceğin kentlerinin afetlere karşı dirençli olabilmesi için imar affı bir daha kamuoyu gündemine getirilmemelidir.
- Ülkemiz planlama ve imar mevzuatında 30’dan fazla kanun ve yönetmelik; çokça kurumun plan yapma ve onaylama yetkisi bulunmaktadır. Bu durum bütüncül kent ve bölge planlama süreçlerini zedelemektedir. Planlamada artan merkezileşme eğiliminin aksine, kent ve bölge planlamasında yerel yönetimleri etkin kullanan, yalın, mevzi ve parçacıl uygulamalara son veren çağdaş bir imar mevzuatı düzenlenmelidir.
- Bilimsel temeli olmayan, Merkezi Yönetim Organlarınca ya da Yerel Yönetim Meclislerince imar planlarına yapılan müdahaleler kısıtlanmalı, plan müellifinin görüşü olmadan plan değişikliklerine izin verilmemelidir.
- Etkin bir imar yasası kadar yapılaşma süreçlerinde etkin denetim mekanizmaları yaşama geçirilmelidir.
- Kentlerin imar planları bilimsel temellere dayanan, yerel yönetimleri, üniversiteleri ve STK’ları dahil eden, katılımcı ve şeffaf süreçler içinde yeniden ele alınmalıdır.
- Ülkemizde 6 Şubat 2023 tarihinde yaşanan deprem felaketi ile dezavantajlı kişilerin sayısı geçmiş yıllara göre hızla artmış, konut ve donatı alanlarının zarar görmesi ile dezavantajlı grupların toplumdaki diğer bireylere göre konuta erişim konusunda ekonomik durumları (yoksulluk) daha da hassaslaşmıştır. Toplumsal bir gerçek olan dezavantajlılık ile ilgili yerel ve ulusal düzeyde kamu politikaları geliştirilmelidir.