Herkesin deprem travması farklı
Uzmanlar depremin psikolojik etkilerini, korku, şok, endişe, panik, kaygı, üzüntü, yalnızlık, öfk e, suçluluk, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) olarak saymaktalar. Depremde yaralanan veya yakınlarını kaybeden depremzedelerde çoğu zaman diğer psikolojik etkilerle beraber görülen TSSB’nin daha yaygın şekilde görüldüğü saptanmakta.
Haber Merkezi |Ela EROZAN GÜRSEL
Depremin yarattığı travmanın etkileri kişiden kişiye büyük ölçüde değişmekte. Uzmanlar depremin psikolojik etkilerini, korku, şok, endişe, panik, kaygı, üzüntü, yalnızlık, öfk e, suçluluk, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) olarak saymaktalar. Depremde yaralanan veya yakınlarını kaybeden depremzedelerde çoğu zaman diğer psikolojik etkilerle beraber görülen TSSB’nin daha yaygın şekilde görüldüğü saptanmakta. Ancak depremzedeler içinde benzer felaketi yaşayanlar arasında bile psikolojik etkiler açısından büyük farklılıklar görülmekte.
Birçok depremzede enkaz altından ailelerinin, komşularının kurtarma çalışmalarında bilfiil çalıştı. Ekiplere enkaz altında duyduğu sesi söyledi ve sokak sokak, apartman apartman bilgi verdi. Depremi birçok yönüyle farklı perspektifl erden şoku, korkusu, çaresizliği, suçluluk duygusuyla beraber yaşadı.
SUÇLULUK
Tsunami afetini yaşayan ve sağlık görevlisi olarak tsunami bölgesinde sağlık görevlisi olarak çalışan Yuri Sato’nun hikayesi bizim hikayelerimize çok benzer. Sato’nun hikayesini Japonya’nın en saygı duyulan psikiyatristlerinden Yutaka Ono ile ilgili yazılan Psychology Today makalesinden öğrendim. Dr Ono aynı zamanda Tohoku Gakuin Üniversitesi’nde deprem sonrası psikolojik etkiler, afetlerin neden olduğu stres, toplumsal dayanışma ve iyileşme alanlarına odaklanan bir öğretim üyesi. 2011 yılında en çok hasar gören tsunami bölgesi Onagawacho’ya sık ziyaretler yapmış ve sahada çalışan kamu sağlığı görevlilerine bu doğal afetin medikal ve psikososyal etkilerini ve depremzedelerin yaralarını sarmaları için danışmanlık yapmış. Makaleye göre, Yutaka Ono’nun destek olduğu Yuri Sato deprem sonrası gece gündüz bilmeden çalışan fedakâr kamu sağlık personelinden biriymiş. Sato sadece deprem sonrası bölgeye yardım için gelen ekiplerden değil, ailesini tsunamide kaybetmiş bir depremzedeymiş. Deprem sonrası geleceğe yönelik tsunami sırasında yapılması gerekenleri anlattığı eğitimlerde iki çarpıcı cümleyi tekrar ediyormuş:
“Hemen yüksek bir zemine çıkın. Asla yakınlarınızı kurtarmak veya kişisel eşyalarınızı almak için geri dönmeyin.”
Bu cümleleri adeta kendine hatırlatır gibi tekrar tekrar söyleyen Sato, anneannesini kurtarmak için geri dönen oğlunun tsunami dalgalarına kaybetmiş. Oğluna böyle bir felaket sırasında önce kendini düşünmesini öğretmediği için her gün suçluluk duymaktaymış. Ancak Japon kültürü içinde büyüyen ve toplumun her zaman bireyin üzerinde tutulduğu bir felsefeden gelen kişiler için sadece kendi canlarını kurtarmaya odaklanmaları çok zor. Bizim kültürümüzdeki gibi herkes kendi canından önce sevdiklerini düşünüyor fakat tsunami gibi ezici bir kuvvet ve hızla gelişen doğal felaketlerde başkalarını aramak, onlar için aşağı inmek kimsenin kurtulamamasıyla sonuçlanıyor. İyi niyet en kötü şekilde sonuçlanıyor. Bu bireysel ve kolektif felsefeler arasında kalıp Sato’nun pişmanlık duymaması neredeyse imkânsız. Benzer suçluluk duygusu depremzedelerimizin dile getirdikleri bir duygu.
PSİKOLOJİK SAĞLAMLIK (RESİLİENCE)
Tsunami ve deprem gibi, büyük felaketlerden kurtulmuş ancak yakınlarını kaybetmiş kişilerin zihinsel sağlıkları resilience yani psikolojik sağlamlıklarına bağlı. İngilizce ‘resilience’ esneklik ve direnç anlamlarına geliyor, bu bağlamda dayanıklılık veya sağlamlık ille güçlü, kuvvetli anlamında değil, aynı zamanda esneyebilen, değişime ayak uyduran anlamlarına geliyor. Resilience kavramının yaratıcısı, Colombia Üniversitesi’nin meşhur Klinik Psikoloji profesörü George Bonanno, akademik kariyer yaşamının 20 yıldan fazla süresini büyük kayıp ve yas süreçlerini araştırmaya adamış. Bonnano’nun araştırmalarına göre, kaybı yaşayan kişi yas sürecini zaman içerisinde farklı paternlerde yaşamakta, kimileri büyük kayıp ve acı hissini 2 seneden uzun bir zamanda, diğerleri ise, 1 yıl süresince giderek azalan bir yas süreci deneyimlemekte. Süreç, kişiden kişiye değişiklik göstermekte. Bonanno ‘resilience’ı büyük hastalık, felaket veya kayıp yaşadıktan sonra sağlıklı ayarlamalar yaparak stabil bir gidişata girmek olarak nitelendirmekte. Yaşam hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak ancak yeni bir formda devam edecek. Bu kabulü yapmak, zaman içerisinde ve ideal olarak psikolojik destekle gelinebilecek bir durum.
Depremlerde yakınlarını kaybeden, evlerinden olan, aynı felaketi yaşayan çok sayıda insan var. Tüm yaşamları bir anda değişen insanlar. En sevdikleri, alın teriyle kazandıkları parayla aldıkları evin altında kalan kişiler. Yaşamın tamamen anlamını yitirdiği bir nokta. Ancak burada da yaşama bağlanma ve zaman içinde resilience’a dönüşecek sağlamlık, dayanışmayla diğerlerine yardım etmekle mümkün oluyor. Herkes yardımlaşıyor, olanı, olmayanı birbiriyle paylaşıyor.
Depremzedelerin çoğu henüz çok taze olan fiziksel yaraları sarmakta, şoku atlatma ve yaşama tutunma çabasında. Ancak orta ila uzun evrede ortaya çıkacak psikolojik yaralar hafife alınmamalı. Bu yaralar farklı katmanlarda formlarda ve zamanlarda açılacak, kapanacak, zaman ve destekle iyileşecek.
2008 yılında Çin modern tarihinin en büyük depremi olan Wenchuan depreminde fiziksel yara alan 308 depremzedeyi 10 yıl sonra bir çalışmaya katılmışlar. Çalışmanın amacı doğrudan yaralananlarda depremin uzun soluklu psikolojik etkilerini görmek. Çalışmanın sonucunda, TSSB’nin cinsiyet, eski işlerine dönmek, yakınlarını depremde kaybetmiş olmak, ağrı, depresyon ve anksiyete gibi faktörlere göre büyük değişiklik gösterdiği ortaya çıkmış. Grubun %42’sinde 10 yıl sonrasında dahi TSSB semptomlarına rastlanmış. Çalışma, depremin psikolojik yaralarının uzun soluklu tedavi edilmesi ve iyileşmenin zaman alacağının kabul edilmesi açısından önemli.
Psikolojik sağlığın fiziksel sağlık kadar yaşamımız için önemli olduğu unutulmamalı.