Fotoğraf sergisinden çalışma hayatına bizi farklılaştıran deneyimler
Kariyerimizin belli dönemlerinde emeklerimizin takım çalışması içinde fark edilmediğini hissettiğimiz ve de haklı olduğumuz durumlar olmuştur ancak her bir haksızlıktan yeni bir insan ilişkileri dersi çıkarmışızdır.
Haber Merkezi |Ela EROZAN GÜRSEL - Datassist Bordro Servisi/İnovasyon Araştırmacısı
Portekiz’de bir fotoğraf sergisi deneyimi
Geçen hafta İstanbul’dan bizi ziyaret eden Annemle beraber Porto’daki WOW Müzesinde bir fotoğraf sergisi gezdik. 100 fotoğraftan oluşan sergi, Amerikalı meşhur fotoğrafçı Neil Slavin’e aitti. Musevi asıllı Rus bir aileden gelen Slavin, New York’ta doğmuş büyümüş ve ömrünün çoğunu Amerika’da geçirmiş, 1960’ların sonunda Fullbright bursu ile Eski Roma döneminden arkeolojik kazıların fotoğraflarını çekmek üzere Portekiz’de kaldığı dönem dışında. Bugün bireysel portre ve Oprah Magazine, Rolling Stone gibi dergiler için çektiği grup fotoğraflarıyla ünlenmiş olan Slavin o günlerde de kalıntıların fotoğraflarını çekmekle yetinmemiş.
O dönem Salazar diktatörlüğündeki Portekiz’de yasakları delerek hapse girmek veya sınır dışı edilmek pahasına Portekiz insanının resimlerini çekmiş. İlk etapta memnun kalmamış çektiği resimlerden, bir şeyler eksikmiş, resimlerinde yakalamak istediği duygu ve düşünceyi yakalayamamış merceği. Zorlu şartlarda kapalı bir düzenin içinde yaşam mücadelesi veren ve duygu düşüncelerini bastırma zorunluluğunda olan Portekizlileri tanımak için bırakmış bir kenara fotoğraf makinesini ve sokaktaki insanlarla konuşmaya başlamış, onları tanımaya, anlamaya çalışmış.
Ve de Portekizlilerin içlerinde hep olan o derin, hüzünlü ve kırılgan hissiyat saudade ile tanışmış. İnsanların gözlerindeki, sözlerindeki, yaşamlarındaki umutsuzluk, kadercilik, özlem, acı… Slavin’in özellikle vurguladığı gibi kırılganlık, incinebilirlik, hepsi saudade içinde olan ufak özellikler. Saudade’nın farkına varınca yeniden almış eline fotoğraf makinasını ve 1960’ların Portekiz’ini rahibesi, memuru, fado şarkıcısı, genç kızı, çocuğu, yaşlısı, mutsuzu, umutsuzu, kadercisi, cesuru, dayanıklısıyla anlatmış. Sergi burada kalmıyor. 2016 yılında Slavin Portekiz’e geri dönmüş ve 50 yıl sonra tekrar aynı sokaklardan geçmiş, Portekizlilerin resmini çekmiş saudade’ı arayarak, merakla sorgulayarak. Ne ilginçtir ki, gene insanların gözünde, yüzünde, halinde, tavrında, yaratılışına işlemiş bir saudade bulmuş, 50 yıl öncesine göre daha umutlu, daha gelişmiş, daha dingin ancak unutulmamış bir kırılganlık, bir hüzün halen var. Bir resim bin sözcüğe bedel söyleyişi burada kendini gösteriyor. Portekiz insanın ruhunu adeta fotoğraflarda görüyor, dokunabiliyoruz.
Ziyaretçilere sergiyle ilgili değerli bilgiler verdiği videoda, Slavin yıllar önceki Portekiz deneyimiyle özdeşleşen bir dilekte bulunuyor: “Diliyorum ki, bu kapıdan içeri giren siz farklı bir insan olarak dışarı çıkarsınız.” Aynı kendisinin farklı bir insan olarak Portekiz’den farklı bir insan olarak ayrıldığı gibi.
Fotoğraf sergisinden çalışma hayatına
Sergiyle beraber, bizi farklılaştıran deneyimleri düşündüm, başladığımızda başka bir insan, bitirdiğimizde bambaşka bir insan olduğumuz deneyimler.. özellikle de iş yaşamımızda. Her yeni iş ile, farklı deneyimler edinir, farklı ilişkiler kurar, etkileşimlerde bulunuruz.
Yeni bir işe başladığımızda belli ideallerle ve hedeflerle başlarız. Zaman içinde bir yandan biz işi şekillendirirken, diğer yandan, şirket kültürü, çalışma arkadaşları, yönetim bizi belli bir eksene oturtur. Zaman zaman uyumlu, zaman zaman uyumsuz bir mekanizmadır bu. Ancak etkileşimdeki herkesin birbirinden etkilendiği, geliştiği, evrildiği bir düzen. İş yaşamı insanı sınar. Çalışmaya başladığım ilk senelerde, en beraber çalışmak istemeyeceğim kişiyi direkt süpervizörüm olarak atadıkları günü hatırlıyorum, başımdan kaynar sular dökülmüştü. Beraber çalıştığım aylar içinde, yöneticimin hangi sevmediğim davranışı ne durumlarda yaptığını gözlemlediğimi ve o durumlara düşmemek için nasıl bir strateji geliştirdiğimi hatırlıyorum. Çömezlik döneminde edindiğim bu deneyim, daha sonra büyük resme evrildi: Bana davranılmasını istediğim şekilde çevremdekilere davrandım ve büyük ölçüde istenmeyen durumların önüne geçtim.
Her ‘hediyeyi’ kabul etmeyin
Eski bir Budist hikayesi vardır, haksızlığa uğradığımda veya kötü bir davranışla karşılaştığımda hep aklıma gelir: “Bir Budist keşiş sorar: Biri size küfrettiğinde ne yaparsınız? Öğrencilerden bir takım cevaplar gelir: biri, karşılık veririm, ben de ona küfrederim der. Diğeri, neden küfrettiğini sorarım der. Keşiş bir diğer soruyla karşılık verir: Biri size bir hediye getirdi, onu kabul etmezseniz, ne olur?” Evet, hediye size hediye verenle kalır, aynı küfür edenin ettiği küfrün siz kabul etmediğiniz sürece onda kalacağı gibi.
Bize davranılmasını istediğimiz şekilde davranılmasını sağlamak için profesyonel stabil ve güvenilir bir duruşumuzun olması gerekir. Bu duruş özünde her yönde assınıza de üstünüze de hissettirebilireceğiniz bir duruştur. Yaştan, deneyimden, konumdan bağımsız olarak birey ve profesyonel olarak saygı uyandırmak esas olmalıdır. Bu duruşla kurulan iş ilişkileri karşılıklı anlayışı beraberinde getirir. Yöneticiniz sizin işe bağlılığınıza, çalışkanlığınıza güven duyar, ve başarınızı destekler. Başarı salt iyi iş çıkarmakla gelmez. Başarınızı destekleyen, yönetim çevrelerinde başarınızdan söz eden yönetici mentorlara ihtiyacınız vardır. Öyle ki, başarınızın görülmesini ve takdir görmesini sağlayan çoğu zaman yöneticinizdir.
Kariyerimizin belli dönemlerinde emeklerimizin takım çalışması içinde fark edilmediğini hissettiğimiz ve de haklı olduğumuz durumlar olmuştur ancak her bir haksızlıktan yeni bir insan ilişkileri dersi çıkarmışızdır.
Bir düşünün. Kariyerinizde kaç kez iş değiştirdiniz? Kaç farklı projede ve takımda çalıştınız? Her bir projenin başında kimdiniz, sonunda kime dönüştünüz? Neler değişti? Bugün kimsiniz?