Mülakatlar zihnimdeki mozaiği renklendiriyor

“Yapmamış olmaya hayıflanmaktansa yapmış olmanın pişmanlığını yaşamayı tercih ediyorum” felsefesiyle hareket ediyor Murat Yeşildere… Yılda bine yakın mülakat yapan ve bu mülakatların zihnindeki mozaiğin her gün renklenmesini sağladığını söyleyen Yeşildere’nin hedefinde bu mülakatlardan süzdüklerini bir kitap haline getirmek var…

Haber Merkezi |

Doğan Selçuk ÖZTÜRK / ANEKDOT

 

* Murat Bey, kendinizden kısaca bahseder misiniz? 

Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra İngiltere’de işletme ekonomisi üzerine yüksek lisans yaptım. Türkiye’ye döndükten sonra yaklaşık 10 sene finansla ilgili işler yaptım. Finansal hizmetler, kısa bir süre bankacılık ve sonra masanın karşı tarafına geçip sanayi şirketlerinde hazine ve nakit yönetimi... Bu sürede 5-6 değişik işverenle çalıştım. Şu anda kendi CV’m önüme gelse işe almam! (Gülüyor) Ancak bana sorarsanız her değişikliğin geçerli bir nedeni ve her çalıştığım yerin bana kattığı bir şeyler var. 

2000 yılında yolum Egon Zehnder firmasıyla kesişti. Aslına bakarsanız dünyanın en tekdüze işini yapıyorum. Yönetici atamaları, değerlendirmeleri, yönetici gelişimiyle ilgili çalışmalar kapsamında yılda bine yakın mülakat yapıyorum. Bu mülakatlar zihnimdeki mozaiğin her gün çeşitlenmesini, renklenmesini ve farklı yönlere doğru genişlemesini sağlıyor. Mülakatlardan süzdüklerimi bir kitap haline getirme çabası içindeyim. Paylaşımların hassasiyetinden dolayı isimleri veya konuları etiketlemeden sadece öğretileri ortaya çıkarmanın peşindeyim. Kitap demişken ilk kitabımdan da bahsetmek istiyorum. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak, o mücadeleye destek vermek adına kendimi geliştirmeye, öğrenmeye, öğrendiklerimi paylaşmaya çalışıyorum. 3,5 yıl önce ‘Eyvah CEO Doğuruyor’ kitabı çıktı. Kitabın gelirleri Yanındayız Derneği’ne gidiyor. Aynı adla, bir sene önce bir de podcast başlattım, Spotify ve Karnaval Medya’dan ulaşılabilen podcast için de benzer bir sosyal girişim modelinin peşindeyim. Toplumsal cinsiyet eşitliği misyonu ile kurulan birçok derneğin ya üyesiyim ya da kuruluşunda bizzat görev yaptım. Onları desteklemeye kendi gücüm dâhilinde devam ediyorum. 

ZEHNDER’İN FELSEFESİ PROFESYONEL HAYATIMA CİDDİ TESİR ETTİ

* İş hayatınızın ilk yıllarına dönersek, sonraki yıllarınıza ışık tutan öğretiler neler oldu? 

Yaşarken bazen farkında olamıyoruz, yaşananlar şöyle bir demlendikten sonra geriye dönüp baktığınızda daha fazla ayırdına varabiliyoruz. İlk patronum Cüneyt Akpınar’dan soğukkanlı kalarak hayatta her şeyin çözülebileceğini, ani tepkilere, paniğe gerek olmadığını öğrendim. Aynı şirketteki ilk genel müdürüm olan Fahim Tobur ise her gün şirkete gelince herkesin masasını dolaşıp “günaydın efendim” der, ondan sonra kendi odasına gidip masasına otururdu. İlk birkaç gün bu durum enteresan gelmişti. Sonrasında bunu neden yaptığını düşünmeye başladım ve sonra anladım ki hepimizin yüzünden bir şeyler alıyor. Kime o gün destek olması veya kimi yanına alması gerektiğini anlıyordu. Yabancıların ‘engagement’ dedikleri ‘insana dokunmak’ kavramını çok güzel uyguluyordu. Ben bunu ‘insana dokunarak yönetmek’ veya ‘şefkatli liderlik’ olarak isimlendiriyorum. Aradan geçen 35 sene sonra ne anlama geldiğini şimdi çok daha iyi anlıyorum. Kurucumuz Dr. Egon Zehnder geçen sene vefat etti. Onun felsefesi profesyonel hayatıma çok ciddi anlamda tesir etti. Egon vefat edene kadar, yani geçen senenin Noel’ine kadar firmaya katılacak her danışman adayının son görüşmesini yapıyordu. Danışman adayı Zürih’e onun ofisine gidiyor ve onunla 1-2 saat vakit geçiriyordu. Egon’un şöyle bir felsefesi vardı: “Bu kişi bir yönüyle benden üstün olduğunu bana kanıtlamalı. Aksi takdirde biz bu firmayı ileriye götüremeyiz.” Bu kişinin herhangi bir konudaki bilgisi olabilir, bir müzik enstrümanı çalması olabilir, stratejik bakış açısı olabilir. Ne olduğundan bağımsız... 

* Egon Zehnder’e katıldığınız dönemi anlatır mısınız?

Firmaya 2000 yılının Ekim ayında katıldım ve 2001 yılının hemen başında Türkiye belki tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birisini yaşadı. Bankacılıktaki meslektaşlarım “ne büyük öngörü, doğru zamanda gemiyi terk etmişsin” diye beni tebrik etmişlerdi. Bu tarafa geldiğimde ise bankacılık ve finansal hizmetlerin ayağa kaldırılması için işe alınmıştım. Ancak bir anda çöken bir sektör ile karşı karşıya kalmıştım. O zamana kadar edindiğim önemli öğretilerden biri şuydu: “Gezinen kurt aç kalmaz.” Siz işinizi doğru yaparsanız, dokunmanız gereken noktalara dokunursanız, karşılığında başarı bir şekilde gelecektir. 

Yüzlerce kritik roldeki yönetici, bankacılık sektöründe işlerini kaybetmişlerdi. İlk projelerimden birisi Bursa’da mukim halka açık bir şirkete bir CFO arayışımdı. İşsiz kalmış ve görünen gelecekte de iş bulmaları pek muhtemel olmayan bankacıları aramaya başladım. O bankacıların hiçbirisi Bursa’daki halka açık şirketteki CFO rolüne ilgi göstermedi. “Biz bir sonraki fırsatı bekleyeceğiz” dediler. Birçoğu profesyonel hayatın tamamen dışında kaldılar. Yani öngörülerinizi “o eski güzel günler gelecek” diye yaptığınızda karşılaştığınız şartlar sizin geleceğe doğru gitmenizi engelliyor.

KİMSE “NİYE YAPTIN” DEMEDİ

* Çalıştığınız şirkete neler kattığınızı düşünüyorsunuz?

Firmamız 20 sene önce müşterilerin kapıyı çalmasını bekliyordu. Benim katılmamla birlikte biz müşteriye kendimizi anlatmaya, aynı zamanda proaktif olarak iletişim yapmaya başladık. İngiltere’deki ortaklardan birisi bana şöyle dedi: “Biz yılda bir Financial Times’da yer alırız. Onun dışında iletişim yapmayız.” Bu, dolaylı olarak “benzer şekilde davranın” mesajıydı. Onay bekleyerek çalışmadım, “biz yaptık ve bunun karşılığını alıyoruz” dedim ve kimse de “niye yaptın” diye sormadı. Hepimiz açık veya kapalı, insanlardan onay bekliyoruz. Bir bakış veya bir imza bekliyoruz. O yüzden de yapmamış olmaya hayıflanmaktansa yapmış olmanın pişmanlığını yaşamayı tercih ediyorum. 

Katıldığım zaman Egon Zehnder’de 300 civarında danışman vardı, şimdi 600’e yakınız. Yaklaşık yüzde 60’ı erkek. Sakal ve bıyık bırakan ilk ya da ikinci danışmanım. O zamanki CEO’muz Noel’de beni arayıp “Sana tıraş makinesi hediye edeceğim” şeklinde dolaylı bir mesaj vermişti. Şu anda erkek danışmanların neredeyse yarısı sakallı ve bıyıklı, bunun bayraktarlığını yapanlardan birisiyim. “Bunun anlamı nedir?” derseniz, hiçbir anlamı yoktu baştan, ancak insanların kendilerini ifade edebileceklerini, farklı olabileceklerini kabul etmek bizim mesleğimizin bir parçası. 

* En çok değer verdiğiniz projelerinizden birini dinleyebilir miyiz? 

Sermaye Piyasası Kurumu 2012 yılında yayınladığı tebliğle zorunlu uygulamayı gerektirmemekle birlikte “Yönetim kurulunda en az bir kadın üye bulunur.” ilkesi getirdi. “Uygula Uygulamıyorsan Açıkla” prensibi gereğince tavsiye niteliğinde olan bu ilke kararı, önemli bir adımdı ancak daha sonrası bence hiç hoş olmadı. Çünkü anlı şanlı halka açık dev şirketler “Çok aradık ama kadın yönetim kurulu üyesi bulamadık” diye Kamuoyu Aydınlatma Platformuna açıklama yolladılar. Benim için aslında kırılma noktalarından birisidir o an; “Siz bulamıyorsanız, biz size buluruz” dedik ve Sabancı Üniversitesi ile ortak bir inisiyatif başlattık. Yönetim kuruluna hazır kadınların olduğu bir havuz oluşturduk ve Egon Zehnder olarak on küsur senedir hiçbir bedel talep etmeden halka açık şirketlerin kadın yönetim kurulu üyesi atamalarına destek veriyoruz. Halka açık 140’a yakın şirkette hiç kadın yönetim kurulu üyesi olmamasına rağmen de, bu alanda yılda sadece 5-6 proje talebi alabiliyoruz. 

Birçok yönetici “benden sonra tamam” diyor 

* Türkiye’de en çok karşılaştığınız üst düzey yönetici özelliklerinden birisini sorsam… 

Akın Öngör’ün “Benden Sonra Devam” kitabı hem içeriği hem de başlığı açısından önemli. Birçok yönetici ise “benden sonra tamam” diyor. Bu yaklaşımı değiştirmek zihinsel bir devrim olacak Türkiye’de. Türkiye’nin önemli bankalarından birisinin yönetim kademesinin yetkinlik değerlendirmesini yaptık ve CEO da dâhil, geribildirim verdik. Sektörün çok önemli bir bankacısı olan CEO kendinden sonra gelecek nesli yetiştirmek noktasında pek istekli değildi. İnsanları geliştirmekten ziyade bankayı ileriye taşımanın peşindeydi. Konuyu lisan-ı münasiple kendisine anlatmaya çalışıyordum. En sonunda, “Murat, ben senin ne demek istediğini anladım.” dedi. “Benden sonra bu koltuğa gelecek insanı yetiştirme konusunun önceliğim olmadığını söylüyorsun.” “Oh, rahatladım.” dedim. “Haklısın!” dedi. Hiç karşı çıkmadı. Sonra şöyle devam etti: “Eğer ben bu koltuktan kalkıp başka bir bankaya gideceksem, benden sonra bu koltuğa kimin oturacağı pek umurumda değil. Eğer patron beni bu koltuktan kaldırıp gönderiyorsa hiç umurumda değildi. Bu yaklaşımı, birçok üst düzey yönetici paylaşıyor aslında. 

Aylarca vakit harcayacaktı

Yaklaşık 5 yıl kadar önce, Türkiye’deki uluslararası finans gruplarından birisinin Türk CEO’sunu bu grubun dünyadaki perakende organizasyonunun başına atadılar. Atamasından sonra ilk yaptığı iş bizi aramak oldu ve dedi ki “Ben bu coğrafyalardaki yöneticileri tanımıyorum. Faaliyette olduğumuz ülkelerdeki yöneticilerin hızlıca fotoğrafının çekilmesine ihtiyacım var.” Bütün bu coğrafyalarda kendi metodolojimizi kullanarak ve o ülkelerdeki yerel meslektaşlarımızla oradaki dinamiklerle karşılaştırma yaparak isteğini yerine getirdik. O da böylece ilk yüz günde yapması gereken hızlı dokunuşları hemen yapabilme imkânına sahip oldu. Aksi takdirde aylarca bu insanları tanımakla vakit harcayacaktı. Bu hızlı aksiyon uluslararası arenada kendisini bir adım daha ileriye götürdü.

Şirketlerin 'eşitçilik' performansı yüzde 9 arttı Finansal performansın anahtarı: Dupont analizi AFAD'dan yurt geneli için kritik açıklama Eğitime kar engeli: Birçok ilde okullar tatil edildi! TFF Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu istifa mı etti? Resmi açıklama geldi Bitcoin 100 bin dolar rekorunu ne zaman kırar?