Zihniyet meselesi…

Zeynep GÜRCANLI Yedi Düvel

AK Parti hükümetinin izlediği dış politikanın içine girdiği çıkmaz malum;

Bir dönem “yayılmacı dış politikayı” benimseyen AK Parti, bu işlemeyince, üzerine bir de ekonomik kriz binince, geri adımlar atmaya başladı.

Her geri adımla birlikte, uluslararası hukuka, ahde vefa prensibine sarılma da beraberinde geldi.

AK Parti, dış politikadaki gerilemeyi “uluslararası prensipler” üzerinden durdurmaya çalışadursun;

Geçmişteki uygulamalar, bugünlerde bu prensiplere sarılmayı da imkansız kılıyor.

Mesela;

  • AK Parti hükümeti, Türkiye’nin tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı kararları uygulamazken, Avrupa Birliği’ne üye adaylığı konusunda nasıl ısrarcı olunabilir? Uluslararası ilişkilerin en önemli prensibi olan “ahde vefa” Türkiye’deki AK Parti hükümeti tarafından çeşitli vesilelerle yerle bir edildikten sonra, AB’nin son zirve toplantısından üyelik için “ahde vefa” beklemek ne derece mantıklı ? Nitekim, AB zirve bildirisinde Türkiye’nin üye adaylığından hiç bahsedilmemesi, bunun yerine Türkiye için “ilişkilerin geliştirilmesi” üzerine vurgu yapılması şaşırtıcı değil.
  • Keza, Türkiye’nin AK Parti iktidarı döneminde altına imza koyduğu vize muafiyet anlaşmasının şartları –terörle mücadele yasasının Avrupa standartlarına uydurulması mesela- yerine getirilmeden, Türk vatandaşları için “vizesiz Avrupa” ısrarı ne kadar gerçekçi? –Kaldı ki, Türkiye’nin 1963 tarihli Ankara antlaşmasında yer alan serbest dolaşım hakkı için ısrar etmek yerine, uygulanılamayan bu ikinci anlaşmayı yapmak da hangi aklın eseriydi, o da başka bir soru işareti.
  • Ya da İstanbul Sözleşmesi; AK Parti hükümeti, üstelik Türkiye’nin iç hukuku açısından da tartışmalı bir kararla, bir gecede ilk imzacısı olduğu uluslararası bir sözleşmeden çekiliverdi. İç politika saikleriyle atılan bu adımın uzantısı, uluslararası alanda Türkiye için “öngörülemez ülke” damgasının daha da kalıcı hale gelmesi oldu.
  • Libya’daki durum da bir başka örnek; AK Parti hükümeti “uluslararası hukuka” sığınarak, Libya’da artık olmayan bir hükümetle yaptığı deniz yetki anlaşması ile askeri eğitim anlaşmasını kurtarmaya çalışıyor. Ancak bunu yaparken, Libya’dan tüm yabancı askeri güçlerin geri çekilmesi için BM çerçevesinde alınan uluslararası kararlar “yokmuş gibi” davranmaya çalışıyor. Bunun üzerinden Rusya’yla, ABD’yle pazarlık yapmaya kalkıyor. ABD’sinden, Rusya’sına, Avrupalılar’dan Araplar’a kadar 17 ülkenin katıldığı Libya konulu ikinci Berlin bildirisinde, ülkedeki yabancı güçlerin çekilmesi maddesine bir tek Türkiye’nin çekince koymuş olması, hem içine düşülen yalnızlığın, hem de önümüzdeki günlerde Ankara’ya yönelik artacak baskıların işareti adeta.
  • AK Parti hükümetinin Kıbrıs’ta izlediği “eşit egemen iki devlet” politikası da Rum-Yunan duvarına toslamış görünüyor; AB bildirisinde Kıbrıs’taki tek çözümün “iki kesimli, iki toplumlu federal sistem” olduğuna ilişkin BM Güvenlik Konseyi kararına atıf var. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de zirve sonrası yaptığı açıklamada “İki devletli çözümü AB olarak asla ve asla kabul etmeyeceğiz. Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da ilettim” dedi.

AK PARTİ İHVAN’I TERKEDERKEN…

  • Sadece “ahde vefa” prensibi değil; AK Parti hükümeti, Türk dış politikasına bizzat kendisinin soktuğu unsurlardan da vazgeçmeye başladı son dönemde.

Bunun belirgin örneği “İhvancılık” politikasının, artan uluslararası baskı karşısında yavaş yavaş terkediliyor olması.

Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarını deviren Sisi liderliğindeki askeri darbe sonrasında Türkiye, tüm dünyadaki İhvan hareketi için bir sığınak, bir “güvenli bölge” haline gelmişti. İhvancılar, AK Parti hükümetinin misafirperverliği, hoşgörüsü, hatta teşvikleri ile, özellikle İstanbul’u merkez alarak yerleştiler, kendi medyalarını kurdular, “sürgünden” kendi ülkelerindeki rejimlere karşı keskin muhalefete giriştiler. Ancak dış politikadaki sıkışmışlık, önce Mısır’la, ardından İsrail’le “açılımları” AK Parti için zorlu kıldı. Bunun yıkıcı etkisi ise, Türkiye’deki İhvancıları vurdu. Televizyonlar, YouTube yayınları bir bir sonlandırıldı, keskin İhvancıların sesleri kısıldı. İsrail’in isteği üzerine, Hamas’ın üst düzey üyeleri “kibarca” Türkiye dışına çıkmaya davet edildi.

Türkiye’deki siyasal İslamcılar, sıkıştıklarında kendilerinin de içinden geldiği siyasi hareketi “budamaktan” çekinmediler.

  • “İnsani dış politika” diye çıkılan yolda, Pekin’den gelebilecek birkaç milyar dolarlık yatırım ya da kredi için, Türk dış politikasının en insani unsuru olan “işkenceye, soykırıma karşı koyma” prensibinden vazgeçildi. AK Parti iktidarında Türkiye, -değil Çin’i uluslararası alanda Uygur politikası konusunda sıkıştıracak adımlar atmak- artık Uygur Türkleri için de “güvenli ülke” olmaktan çıktı.

Gelinen noktada, Türk dış politikasında ne “ahde vefadan”, ne “insani dış politikadan”, ne de “mazlumların korunmasından” bahsetmek mümkün değil. Türk dış politikası –İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkılması örneğinde olduğu gibi- artık “öngörülebilir” bile değil.

Böyle bir ortamda uluslararası alanda Türkiye’ye biçilen rol de elbette, Avrupalılar için “mülteci ön karakolu”, Amerikalılar için Afganistan’da bırakılacak “nöbetçi askeri kuvvet” olmaktan öteye geçemiyor.

Gelsin AB’den 2024’e kadar 3 milyar Euro Suriyeli yardımı, gelsin ABD’den Afganistan’a gönderilecek Mehmetçik yardımı, gelsin Çin’den milyar dolarlık krediler;

Türk dış politikası “iflas ederken”, ülkeyi  “şirket gibi yönetmekle” övünegelen AK Parti hükümeti de, biçilen bu roller için “para pazarlığı” yapmaya devam ediyor...

Tüm yazılarını göster