Zengin toprakların fakir insanları olmayı hak etmiyoruz!

Ali Ekber YILDIRIM TARIM DÜNYASINDAN

Tarım, her ülke için stratejik sektör olarak kabul edilir. Uygulanan politikalar ve sağlanan destekler de bu stratejik önem dikkate alınarak uygulanır. Günümüzde ülkeler arasındaki ticaret savaşları ağırlıklı olarak tarım ve gıda üzerinden yaşanıyor. Ülkeler gıda ve tarım ürünleri ambargosunu birbirlerine karşı adeta bir silah gibi kullanıyor.

Bu stratejik önem dikkate alındığında Türkiye, bulunduğu coğrafya, iklim koşulları, bitki gen kaynakları, biyoçeşitlilik, ticaret olanakları ve geçmişten gelen tarımsal üretim kültürü ile potansiyeli çok yüksek ülkelerin başında geliyor. Ancak, bu potansiyelin yeterince ve doğru değerlendirildiğini söylemek zor.

Yıllardır dışarıdan empoze edilen tarım politikası ile Türkiye üretim yerine ithalatı destekleyen politikalar uyguluyor.

Üretimden uzaklaştırılan Türkiye, tarımda hemen her ürünü ithal eder duruma geldi. Kendine yeterli olabilecekken tarımda kendi kendini adeta imha ediyor. Bu nedenle ithalat bağımlısı oldu. Sadece mazot, gübre, ilaç, tohum, yem ve diğer girdilerde değil, tarım hammaddeleri ve gıda ürünlerinde de ithalatçı oldu.

Tarıma verilen desteklerin, kredilerin de önemli bölümü ithalata, yani başka ülkelerin çiftçilerini desteklemeye harcanıyor. Türkiye’de yüksek girdi fiyatlarıyla üretim yapan çiftçi, ürününü çoğu zaman maliyetin altında satmak zorunda bırakılıyor. Ürün çiftçinin elinden çıktıktan sonra fiyatı katlanarak artıyor. Tüketici satın almak istediğinde pahalıya alıyor. Üreticide ucuz olan tarım ürünü, tüketiciye pahalıya satılıyor.

İthalat sarmalından kurtulmalıyız

Fiyatlar biraz yükselince de tüketiciyi koruma bahanesiyle ithalat yapılıyor. Yapılan her ithalat çiftçiyi tarımsal üretimden uzaklaştırıyor. Çiftçi üretimden uzaklaşınca üretim azalıyor. Üretim azalınca fiyat yükseliyor. Fiyat yükselince daha çok ithalat yapılıyor. Türkiye’nin sokulduğu bu ithalat sarmalından kurtulması gerekiyor. Bu sorunları çözmezseniz üretici olan köylü üretimden çıkıp tüketici olmaya başlar. Türkiye ne yazık ki bu sürece girdi. Uygulanan politikalarla çiftçiye "üretme tüket" deniliyor.

Tarımı ve kırsalı bekleyen en büyük tehlike, üretici vasfını yitirerek tüketici konumuna geçmeleri. Bugün köylerde, kırsalda çiftçiler üretimden çekiliyor. Şehirdekiler gibi tüketici konumuna geçiyor. Köylere şehirden ambalajında yumurta, yoğurt, peynir, süt gidiyor. Manav sebze, meyve götürüyor. Pazar kurulan köyler var. Yani bizim üretim yapmasını beklediğimiz kırsalda yaşayanlar da bizler gibi tüketici oluyor.

Yeni bir çıkış yoluna ihtiyaç var

Tarımda ithalat sarmalını kırmak ve dışa bağımlılıktan kurtulmak için yeni bir çıkış yoluna ihtiyaç var. Bu çıkış yolu, öncelikle orta ve uzun vadeli, stratejileri belirlenmiş ulusal bir tarım politikasıyla üretimin planlanması, havza modelinin gerçek anlamda uygulanması, ekilmeyen tarım arazilerinin ekilerek üretimin artırılmasından geçiyor. Kısacası çiftçinin yeniden üretim yapmasını sağlayacak, gelir getiren üretim modellerinin yaşama geçirilmesi gerekiyor. Bunun ön koşullarından birisi çiftçinin üretim yaparken para kazanmasıdır. Çiftçi para kazanırsa üretimi sürdürür, ithalata gerek kalmaz.

Türkiye’nin tarımsal potansiyeli çok çok yüksek. Dünyada üretiminde söz sahibi olduğumuz, yeterince değerlendiremediğimiz çok sayıda ürünümüz var. Türkiye, fındık ve incir üretiminde dünyada açık ara birinci sırada. Kavun, pırasa, kiraz ve vişne yetiştiriciliğinde ikinci, baharatlar, biber, çilek, kestane, nohut, Antep fıstığı, ceviz, fiğ, mercimek, taze fasulye, havuç, karpuz, sofralık üzüm ve bal üretiminde üçüncü sırada. Bu zenginlik başka ülkelerin elinde olsa neler olurdu neler?

Saydığımız bu ürünlerden sadece bir kaç tanesinde söz sahibi olan ülkeler tarımdan zenginlik ve refah üretiyor. Türkiye, tarımdan zenginlik üretmek yerine başka ülkelerin çiftçilerini destekleyen ithalatçı politikalarla üretimi, üreticiyi yok ediyor. Çiftçinin üretmesi istenmiyor. İnanıyorum ki, ülke yararına doğru politikalarla, çevreyle dost üretimle Türkiye’nin çıkış yolu tarımda olacaktır. Zengin toprakların, fakir insanları olmayı hak etmiyoruz. Karamsar değil, umutluyuz. Umudumuz, tarımda sahip olduğumuz zenginlik ve insanlarımızdır.

"Üretme Tüket" kitabım raflarda

Yukarıda çok kısa özetlediğim tarım politikalarını, uygulamaları, Türkiye’nin potansiyelini ve yapılması gerekenleri "Üretme Tüket/ İthalat, Siyaset, Rant Kıskacında Tarım" adıyla yazdığım kitabım bugün itibariyle kitabevi raflarında olacak.

SİA Yayınevi'nden çıkan kitapta tarımda, gıdada, kırsal yapıda yaşananlarla ilgili bir kesit sunmaya çalıştım. Kırsaldaki çözülme ve oluşan yeni yapıyı, uygulanan politikaların yarattığı tahribatı, ithalatı, ürün bazında değerlendirmeleri, gıda, GDO, organik tarım, hayvancılık, kooperatifçilik, iklim değişikliğinin etkileri gibi çeşitli konulardaki gelişmeleri yazdım.
Tarım ve gıdayla ilgilenenler, üretici, tüketici kısacası herkes için temel kaynak niteliğinde bir kitap olduğuna inanıyorum. Beğeneceğinizi ve yararlanacağınıza inanıyorum. Kitapla ilgili görüş ve önerilerinizi bekliyorum. Yeni çalışmalarımıza ışık tutacaktır.

Deprem acısı

Elazığ ve Malatya'da can kaybına neden olan deprem, ülkeyi yasa boğdu. Canlarımızı yitirdik, yüreğimiz yanıyor.

Depremlerin önüne geçemeyiz, depremleri engelleyemeyiz. Ancak, bilimin ışığında gerekli önlemler alınırsa can kayıpları olmaz. Çocuklar öksüz kalmaz. Anneler, babalar evlat acısı yaşamaz.

Bilim insanları yıllardır depremin kaçınılmaz olduğunu, riskli bölgelerde deprem olacağını ve önlemler alınması gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Marmara, Gölcük, Van ve diğer depreminden ders alınsaydı, Elazığ ve Malatya'da can kayıplarımız olur muydu?

Tarım ve Orman Bakanlığı'nın Elazığ ve Malatya'da çiftçilere tarımsal destekleri daha erken ödemesi, hayvanlarını kaybedenlere yeni hayvan verilmesi ailelerin ekonomik olarak yaşamlarını sürdürmesi açısından önemli.

Depremde yaşamını yitirenlere Allah'tan rahmet, sevenlerine başsağlığı dilerim. Ülkemizin başı sağ olsun.

Tüm yazılarını göster