Fitch, Türkiye’nin kredi not görünümünü “durağan”dan “negatif”e çevirirken gösterdiği gerekçelerden biri “döviz rezervlerinin azalması”ydı. Fitch’e göre rezervlerin azalması ve para politikasının itibarındaki zayıflama dış finansman risklerini artırıyor. Ülkeye döviz girişleri yavaşlayınca Türkiye bir süredir rezervlerden yemeye başladı. 2019 sonunda 81.2 milyar dolar olan döviz rezervi geçen hafta 45.4 milyara indi. Bu rezervin ne kadarının kullanılabilir olduğu ayrı bir tartışma konusu. “Tanım gereği rezervlerin tümü kullanılabilir durumdadır” diyerek tartışmaya nokta koysak da döviz rezervinden daha geniş bir kavram olan ve gelecek bir yıl içindeki hareketleri de dikkate alan döviz likiditesi durumun o kadar rahat olmadığı görülüyor. Haziran sonu itibariyle 45.8 milyarı döviz, 39.1 milyarı altın ve 1.3 milyarı SDR olmak üzere toplam 86.3 milyar dolarlık brüt rezervimiz vardı. Buna karşın gelecek 12 ay içinde 54.4 milyarı swaplar olmak üzere toplam 80.1 milyar dolarlık önceden belirlenmiş çıkış bulunuyor. Şarta bağlı yükümlülükler ise çoğunluğu bankaların yabancı para ve altın cinsi zorunlu karşılıkları olmak üzere 28 milyar. Rakamlar bıçak sırtı bir dengeye işaret ediyor. Konuya ilgi duyanların döviz rezervi kadar döviz likiditesini de düzenli izlemesinde fayda var.
Biz yine dönelim rezerv meselesine...
Merkez bankaları para ve kur politikasını desteklemek; piyasalara güven vermek; kamunun döviz borçlarını vadelerinde ödemek ve gelecekte karşılaşacağı her türlü dış şoka karşı kullanmak için rezerv tutarlar. Rezervin ideal oranı konusunda ise farklı ölçüler var. Kimi aylık ithalatın belli bir katını tutar. Dış destek olmadan mevcut rezerv ile ülkenin ihtiyacı olan mal ve hizmetleri ne kadar süreyle sağlayabileceğini öngörür. Genelde rezervin en az 3 aylık ithalatı karşılaması istenir. IMF de bunu tavsiye ediyor ama en güvenlisi 6 ay olarak görülüyor. Mesela Güney Afrika 6 aylık ithalatı karşılayacak düzeyde olmasını hedefliyor. Aylık ithalatımızın 15-16 milyar olduğu düşünüldüğünde 6 aylık ithalatı karşılamak için en az 80 milyarlık döviz tutmamız gerekiyor. O da bizde yok.
Diğer bir ölçüt ise kısa vadeli dış borçlar. Dış borç imkanının tamamen kapanması halinde ülkenin bir yıl içinde vadesi dolacak borçlarının ne kadarını ödeyebileceğini gösterir. Bu yaklaşımda rezervin kısa vadeli dış borca oranının en az 1 olması, yani bir yıl içinde vadesi gelecek olan döviz cinsi borç anapara ve faiz ödemelerini karşılamaya yetecek düzeyde olması istenir. Bu oranın yüksekliği dış şoklar karşısında dayanıklılığı da gösterdiğinden ülke risk primini etkiler. Türkiye’nin gelecek bir yıldaki döviz ihtiyacı 165 milyar dolar dolayında. Bunun bir kısmı kriz dönemlerinde bile sorunsuz yenilenebilen borçlar. Bunlar çıkarıldığında geriye 80-90 milyar dolar kalıyor. Bazı ülkeler rezervin beklenen cari açık ve borç ödemelerini karşılayacak düzeyde olmasına dikkat ediyor. Polonya kısa vadeli borçlar ile portföy yatırımlarındaki olası çıkışın karşılanmasına çalışıyor. Geniş para arzına oranlamak da mümkün. Bu içeriden gelecek döviz talebini de dikkate almak demek. Aynı zamanda bankaların yükümlülüklerinin ne kadarının rezervler tarafından desteklendiğini göstermektedir. En az yüzde 20 olması iyidir. Kısa vadeli borç ödemeleri ile M2 para arzına göre oran belirlemek diğer bir yol. Bu oran ekonomi daraldığında, ani bir duruş olduğunda ya da riskten kaçış başladığında ne olacak sorusunun cevabıdır. Hangi ölçütü seçerseniz seçin oran ne kadar yüksekse ülkenin piyasalardaki risk algılaması da o kadar iyi olur. Oranlar düştükçe ülkeye dair soru işaretleri artmaya başlar, risk primi yükselir. Gerçi rezerv taşımanın da bir maliyeti var. Ülke bir yandan dış borçlar için faiz öderken, merkez bankası rezervleri genellikle daha düşük bir getiri ile değerlendirir. Ama biz bu getirileri karşılaştırıp “bu kadar yüksek rezerv tutmaya gerek yok” diyecek noktadan çok uzağız. Rezerv merkez bankasının itibarıdır. Eğer merkez bankası ülkedeki “son borç verme merci” ise gelebilecek döviz taleplerini karşılayacak bir rezerv yönetimi yapması gerekiyor. Fitch gibi Moody’s de geçen yıl notumuzu düşürdüğünde nedenlerden biri olarak döviz rezervlerindeki zayıflamayı göstermişti. Kısacası, rezerv belirli seviyelerin altına inerse not düşüşlerine, dış saldırılara ve sermaye kaçışlarına daha açık ve davetkar hale gelirsiniz. Başımıza sık sık geldiği için artık bunu en iyi bilen ülkelerden biri olmalıyız.