Yüzyıl ortasında net sıfır emisyon

Dr. S. Armağan VURDU DEVR-İ ÂLEM

İktisat, bilim olarak kabul edildiğinden beri insanların sınırlı kaynaklarla nasıl mücadele ettiğini çalışır ve kaynaklar üzerindeki en önemli baskının doğa ve bilgiden yansıdığını kabul eder. Doğa yaşadığımız şartları dikte eder ve bilgi bu şartları yönetme becerimizi tanımlar. Bu kritik öneme rağmen, doğa ve bilginin pazarları ve davranışları nasıl etkilediğine dair iktisadi çalışmalar nispeten kısıtlı. Şu anda iklim değişikliğinin ekonomiye etkileri üzerine tartışırken birçok ülke gezegenimizin kıt kaynaklarının sürdürülebilirliğinin sağlanmasının öneminin farkında. Bu yüzyılın ortasında net sıfır emisyon durumuna geçmek hedefleniyor ki mevcut ve gelecek nesiller arası refah takası olmasın.

Sürdürülebilir ekonomik büyümeye ilişkin çalışmaları ile 2018 yılında Nobel Ekonomi Ödülü alan William Nordhaus, bu alandaki çalışmalarına 1970’lerde bilim insanlarının fosil yakıtların neden olduğu küresel ısınma ve iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden endişelendiği dönemde başlamıştı. Nordhaus geleneksel büyüme teorisini geliştirerek karbon salınımı kaynaklı küresel ısınmanın yayılma etkisiyle genişletti. İnsan aktiviteleri ve iklim arasındaki çift yönlü geri besleme döngüsünü disiplinler arası geniş bir yelpazede inceleyerek fizik, kimya ve iktisadın basit teorilerini ve deneysel sonuçlarını bir araya getirdi. Bütünleşik, dinamik ve nicel küresel ekonomik iklim sistemi modelini tasarlayan ilk kişi oldu. Model, ekonomi ve iklimin gelecekte birlikte nasıl evrileceğini simüle etmemize olanak sağlıyor.

Model 3 modülden oluşuyor. Bunlar; karbon dolaşım modülü, iklim modülü ve ekonomik büyüme modülüdür. Karbon modülü, modelin kimyayla ilgili kısmı; küresel karbon salınımının atmosferdeki karbondioksit yoğunluğuna katkısını ve karbonun doğadaki dolaşımını açıklıyor. İklim modülü, modelin fizikle ilgili kısmı;  atmosferdeki karbondioksit ve diğer sera gazlarının yoğunluğunun enerji akış dengesini ve dünyayı nasıl etkileyeceğini açıklıyor. Ekonomik büyüme modülü ise enerjiyi, sermaye ve emeği girdi olarak kullanarak mal üreten küresel pazar ekonomisini ve karbon kredisi ve vergi gibi politikaların ekonomiyi ve salınımı nasıl etkilediğini açıklıyor.

Dışsallığın küresel işbirliği ve devlet müdahaleleri ile yönetiminin gerekliliğini, Nordhaus’un modeli üzerinden izah edebiliyoruz. Her yeni bir birim karbon salınımı, onu üreten veya satın alan biz olmasak da bizim mevcut halimizi ve geleceğimizi etkiler. Bu yayılma etkisi iktisatta dışsallık olarak ifade edilir. İklim değişikliği-ekonomi ilişkisini çalışırken çevre kirliliği ve karbon salınımı negatif dışsallıkların en bilinen ve bizi en çok ilgilendiren örnekleri olarak ifade edilebilir. Kirlilik derken de aslında içine su kirliliğini, çevre kirliliğini ve karbon salınımını da içine alan genel bir çerçeveden bahsediyoruz. Bunda endüstriyel üretimin payı büyük ve üretim süreci kaynaklı kirliliğin topluma etkisi de bu dışsallığın sosyal maliyeti olarak ifade edilebilir. Buradaki sosyal maliyetler insan sağlığına zarar verme, vahşi hayatı tahrip etme ve rekreasyon olanaklarını azaltma şeklinde görülebilir. Bir pazarda kirliliğe karşı ya da bu salınıma karşı hiçbir kısıtlama olmaması demek, firmaların atıklarını sıfır maliyetle atması demek. Bu nedenle üretim süreçlerinde ortaya çıkan salınım ve kirlilik mutlaka denetime tabii olmalı ve sosyal maliyetin firmalar tarafından telafi edilmesini sağlayacak şekilde önlem alınmalı. Kontrolsüz pazarlarda oluşabilecek verimsiz sonuçlar için Nordhaus’un modeli de devlet müdahalesini gerektiriyor.

Diğer taraftan, özel sektör konunun oldukça farkında olsa bile 3. Sanayi Devrimi olarak tanımlanan bu değişim sürecinde gezegenimizin sürdürülebilirliğini sağlamak için yüzyılın ortalarında net sıfır emisyon hedeflenirken çeşitli standartlara uyum için üretim metodu değişimi, inovasyon, yeni teknoloji ve altyapı yatırımları ciddi bir finansman gerektirecek ve bu firmaların tek başına altından kalkabileceği bir meblağ olarak görünmüyor, bu sebeple kamu-özel sektör işbirliği önemli.

Konunun negatif dışsallığı nedeniyle gelişmekte olan ülkelere finansman desteği de elzem görünüyor. Nitekim Paris Anlaşması kapsamında kurulan yeşil iklim fonu (Green Climate Fund-GCF) vasıtasıyla gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere 100 milyar dolarlık finansman sağlanması hedefleniyor. ABD’nin, AB’nin, G20’nin münferit fonları ve teşvik mekanizmaları da ifade ediliyor.  İklim değişikliğini artık ekonomilere bir kısıtlama değil, tam tersine uzun vadeli dinamik ve yoğun işbirliğine dayalı bir büyümenin itici gücü olarak görmek gerekiyor.

Tüm yazılarını göster