Geçen haftaki yazımda Türkiye’de iktidarların “ne pahasına olursa olsun büyümeyi körüklemek” olarak özetlenebilecek bir yaklaşımla ekonomiyi yönettikleri iddiasında bulunmuştum. Ve bu büyüme çabaları çoğunlukla bilinçsizce, plansızca, popülistçe ve kısa vade ve ranta odaklı olarak yapılınca da istenen sonuçların elde edilemediğine vurgu yapmıştım. Bu tip bir büyüme stratejisinin ürettiği en istikrarlı sonuç “enflasyon” olmaktadır. Böyle bakıldığında da Türkiye’de yüksek enflasyon olgusu istisnai bir durum değil, kalıcı bir durum olarak görülebilir. Piyasalar sıkıştığında, ekonomi daralmaya başladığında ilk feda edilen ekonomik hedef enflasyon olmakta. (Açıkçası, aksi yöndeki beyanlara rağmen bugün de durumun farklı olduğunu hiç düşünmüyorum.) Öte yandan, burada iktidarlar açısından şöyle de bir çelişkili durum ortaya çıkmakta: Her ne kadar ekonomiyi rahatlatmak amacıyla faizler düşürülse, krediler canlandırılsa, kamu harcamaları artırılsa bile, enflasyon artarken popülaritesini uzun süre koruyabilmiş bir iktidar yok.
Geçen hafta açıklanan TÜFE beklentilerin oldukça altında geldi. Şahsen aylık enflasyonun 0.89 değil, 50 baz puan daha yukarıda olmasını bekliyordum. Ancak gelen bu rakam Türkiye için enflasyonda en kötünün geride kaldığı anlamına hiç gelmiyor. Yapılan yorumlara göre TÜFE’nin düşük kalma sebebi tamamen Mayıs’taki kapanma nedeniyle bir çok üründe sağlıklı veri alınamamış olmasından kaynaklanıyor. Yanlışlıkla açıklanan 1.44 oranı ise ay ortalaması değil de, ay sonu verileriyle yapılan hesaplamayı gösteriyor. Bu rakam 0.89’dan oldukça yüksek olduğu için Haziran’da normalin üzerinde gelecek bir enflasyon oranına şimdiden hazırlıklı olmakta fayda var.
TÜFE’nin gidişatı açısından 2 önemli veri kurların seviyesi ve üretici fiyatlarındaki gelişmeler. Bu 2 verinin de enflasyona geçişkenliği ile ilgili pek çok çalışma var. Ancak, bu geçişkenlik katsayıları genel konjonktüre, ekonomideki arz-talep dengesine, artış yüzdelerine ve sıklıklarına bağlı olarak değişebiliyor. Mayıs sonu itibarıyle yurt içi üretici fiyatları artışı 38.3’e yükselmiş bulunuyor. İki seri arasında bu kadar büyük bir farkı 2018’de görmüştük, ve o dönemde TÜFE yüzde 25.2 ile tepe yapmıştı. Ancak bu duruma sebep olan o zamanki kur artışının Rahip Branson krizi kaynaklı olduğunu ve kur seviyesinin 3 ay kadar kısa bir sürede geri geldiğini görmüştük. Bu seferki ise TL’de daha uzun zamanlı ve birikimli ve bir zayıflama üzerine gelen bir enflasyon. Ayrıca TL’nin kısa zamanda yeniden değerleneceği konusunda da şu anda hiçbir emare yok.
Buradan Dünyadaki enflasyon endişelerine gelirsek. Evet, gelişmiş ekonomilerde giderek artan bir enflasyon tehdidi oluşmaya başladı. Ancak bu enflasyon bizde yaşananlardan oldukça farklı. Birincisi Batıda oluşan enflasyon kötü ve pervasızca büyüme odaklı ekonomi stratejilerinden kaynaklanmadı. 2009 krizi veya pandemi sonrasında piyasaya sürülmek zorunda kalan anormal boyutlardaki likidite sonucu da yaşanmadı. İkinci olarak en kötümser analistler bile oluşabilecek enflasyonun tepe noktasının yüzde 5’in üzerinde olmayacağını (yani, bizim 20 senedir hedefleyip de bir türlü düşürmeye başaramadığımız enflasyon seviyesi) düşünüyorlar. Son olarak da, Batıda yaşanan veya yaşanmakta olacak olan enflasyon her halukarda “geçici” bir enflasyon olacak.
Batıda enflasyon büyük ölçüde verilen kovid mali desteklerinin doğrudan mal talebine yansıması, ancak aynı zamanda küresel tedarik zincirlerinde meydana gelen kopuklukların arz tarafında kesintilere sebep olması, bir de ekonomilerin kapanmasıyla anormal ölçülerde gerilemiş bulunan emtia ve enerji fiyatlarının normalize olmaya başlamasından kaynaklanıyor. Bunların hepsi devamlılık arz etmeyecek olan “geçici” etkiler, ve rahatlıkla 1-2 sene sonra yeniden gelişmiş ekonomilerde enflasyon değil, deflasyon probleminden konuşmaya başlayabiliriz.