Yumuşak güç

Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

1990’larda SSCB’nin çözülüşüyle birlikte sadece ‘tarihin sonu’ veya ‘tek kutuplu dünya’ tezleri öne sürülmemişti. Elbette son derece kalıcı olacağı bugünlerde iyice anlaşılan ‘medeniyetler çatışması’ tezi de vardı ama bunların yanı sıra el ele giden iki akademik iddia söz konusuydu. Ekonomide bir tür bakış değişikliğine yol açabilecek olan birincisi ABD enflasyonunun fethedildiğini, kalıcı olarak düşürüldüğünü ve bunun iş çevriminde dalga boyunun küçülmesiyle birlikte gittiğini ampirik olarak savunuyordu. Yani kapitalizm artık derin krizlere girmeyecekti; normal iş çevrimi küçük piyasa dalgalanmaları şeklinde seyredecekti. Hem enformasyon çağına girmiştik: artık “yeni ekonomi” vardı. Merkez bankaları çok etkiliydi. Para politikasında Nirvana’ya ulaşılmıştı.

Ekonomi tezinin eki siyasi bir tezdi: savaşlara gerek yoktu çünkü karşı taraf havlu atmış, kuracağını iddia ettiği toplum tasavvurunun hatalı olduğunu bizzat kendisi kabul etmişti. “Yumuşak güç” her şeyi hallederdi. Gerçi savaşların frekansı pek düşmemişti ama bunlar yöresel çatışmalardan ibaretti. Dünyada 175 tane ülke ve binlerce etnik-dinsel grup olunca böyle şeyler kaçınılmazdı. 1991 Birinci Irak savaşını SSCB dağılırken yapılan bir kerelik bir güç gösterisi sayan bu modelde suçu bol bol propaganda yaparak tamamen Saddam’a yükleyen açılış vakası tabii ki önemli sayılmıyordu. Nasıl olsa tekrar etmeyecekti: Tanklar Bağdat’a 17 km kala durdurulmuş ama “diktatör” dersini almıştı. Her yerde pıtrak gibi liberal demokrasiler yeşerecek, milyarlarca insan adım adım piyasanın dayanılmaz önemini kavrayacak,  Amerikan yaşam tarzının tek tarz olduğuna ikna olacaktı. Kendisi böyle yaşayamasa da tarihin yeni amacı, sonu –sosyalizm başarısız olduğuna göre- olsa olsa bu olmalıydı.

Yugoslavya dağılıp iç savaş çıkınca hemen tuzla buz olması gereken bu vizyon daha yeni yeşeren bir vizyondu. Yeni yeşeren paradigmalar henüz momentum kazanırken ortaya çıkan karşı örnekleri önemsiz sayarlar. Ancak gerek 1998’de ortaya konan ve internete asılan neo-con manifestosu gerekse 2000 Florida seçimleri bu “soft power” meselesinin masal olduğunu ortaya koyuverdi. Nitekim ilk neo-con döneminde ABD’deki yeni ekonomi modeli çöktü, resesyona girildi, faizler 13 kere ardı ardına düşürüldü, kulelere uçak çarptı vs. Bir bakıldı ki ABD yine Irak’ta ve Afganistan’da. Yine “hard power” sahnede ve Stiglitz gibi Nobel ödüllü ama heterodoks ekonomistler “kaba güç kullanımının” 3 trilyon dolarlık maliyeti olduğunu, tersinden bakarsak 3 trilyon dolarlık harcama vaat ettiğini kaleme alıveriyorlar. Yine enerji arzının dolayısıyla taşımasının ve fiyatının kontrolü, yine silahlanma, yine artan askeri harcamalar, yine “sert güç”. 2004 Patriot Act çok da bir şey değişmediğinin habercisiydi.

Şimdi yeni bir safhaya geçiliyor. 2008 sonrası geri planda teknoloji hızla ilerlerken sahnede belki de son 30 yılını yaşayan fosil yakıtlara yatırılmış sermayenin getirisini sonuna kadar elde etmek var. Enerji işin özü tabii ama mutlaka petrol veya doğal gaz olması gerekmiyor. Gerekmiyor ama alternatiflerin geniş ölçekte kullanımı bile sonuçta bunlara bağlı kalmaya devam ediyor. Petrol olmasa da doğal gaz 21. Yüzyılın büyük bölümüne damgasını vurabilir. Bütün bunlar olurken SSCB sonrası dünyanın ilk dönemi –1991-2022, yani 30 yıl- krizler, savaşlar, işgallerle dolu da olsa henüz bir alıştırma dönemi, bir başlangıç gibi görünmeye başlıyor. Ukrayna ile beraber 21. Yüzyıl belki de yeni başlıyor. Teknolojik ilerleme bir yanda jeopolitik güç ve enerji kontrol savaşları, eski usul “hard power” diğer yanda.

Peki, “soft power” sadece masal mı? Batı hiç “soft power” kullanmayacak mı? Elbette kullanacak. Mesela en büyük etki imkânı medya olduğu için bunu belki de on yıllarca kullanacak. Ukrayna bu konuda da bir dönüm noktası, daha önce ulaşılamayan bir “embedded” olma halinin şahikası olabilir. Buna karşın çeşitli bölgeler ve milletler –örneğin Hindistan- pek de kolay ikna olmayacaklar.

Tüm yazılarını göster