Yüksek enflasyonun bedeli: Herkes gevşetirken biz sıkmak zorunda kalıyoruz

Servet YILDIRIM Ekonominin Halleri

Merkez Bankası zorunlu karşılıkları iki puan artırdı. Bu demektir ki, bankalar bundan sonra topladıkları mevduatların ve fonların daha fazla bir kısmını Merkez Bankası’nda tutacaklar ve dolayısıyla daha az bir kısmını kredi olarak kullandırabilecekler. Atılan bu adım Banka’nın kasım ayından bu yana sürdürdüğü para politikasını sıkılaştırma süreci ve TCMB Başkanı’nın kamuya yaptığı açıklamalar ile uyumludur.

“Dünya parasal gevşemeye giderken biz neden sıkıyoruz?” sorusu akla gelebilir. Cevabı her aybaşında açıklanan enflasyon oranlarındadır. Dünya enflasyon diye bir sorun yaşamazken, hatta aksine bazı ülkeler enflasyon çok düşük kaldığı için yükseltmeye çabalarken, biz uzun bir süredir dünyanın en yüksek enflasyon oranına sahip ve fiyat istikrarı hedefine ulaşamayan birkaç ülkesinden biriyiz. Nitekim Merkez Bankası’nın dünkü zorunlu karşılık açıklamasından da, “Fiyat istikrarı temel amacı doğrultusunda, parasal aktarım mekanizmasının etkinliğinin artırılması için” değişiklik yapıldığı belirtilerek fiyat istikrarına vurgu yapılıyordu.

Zorunlu karşılıklardaki artış ile bankaların maliyetleri artmıştır. Her ne kadar Merkez Bankası bu karşılıklar için ödediği faizin oranını da artırarak maliyeti sınırlandırsa da, bankalar için dolaylı ve doğrudan bir maliyet artışı olacaktır. Bankaların kendilerine gelen yükleri eninde sonunda bir şekilde müşterilerine yansıttıkları gerçeğinden hareketle zorunlu karşılık oranlarındaki artışın kredi maliyetlerine yansıyacağını öngörmek zor olmamalı. İki puanlık artışla piyasadan 25 milyar liralık bir likidite çekileceği için bankacılık sisteminin Merkez Bankası fonlamasına olan ihtiyacı da o tutarda artacaktır. Sadece kredi değil mevduat faizlerinde de daha düşük oranlı bir yükseliş yaşanabilir.

Son birkaç aydaki sıkılaştırma adımlarına rağmen bazı göstergelerdeki hareketlerin henüz Merkez Bankası’nın istediği boyutta olmadığı görülüyor. Faiz artış oranına rağmen kredi artış hızı yüksek seyrediyor. Sıkılaştırmanın da etkisiyle geçen yılki kamu destekli anormal kredi artış oranlarına göre bu yıl daha düşük bir artış hızı var, ancak şubatta bir önceki aya göre artıyor olması dikkat çekici. Galiba henüz “Faizler o kadar yüksek ki kimse bu oranlardan kredi kullanmaz” denilecek noktasında değiliz. Eğer otoriteler bir ekonomide kredi hacmindeki artıştan rahatsızlık duyuyorlarsa en dolaysız yol zorunlu karşılıkları yükselterek krediye gidecek miktarı azaltmak ve kredinin maliyetini artırmaktır. Daha önce de defalarca denenmiş, oldukça geleneksel bir yöntemdir. Dünkü adım banka kredilerindeki artış oranını sınırlayacaktır. Kredi artış oranının yanı sıra finansal istikrar açısından yakından takip edilen ithalatın ve cari işlemler açığının artış eğilimi de ekonomi yönetimine rahatsızlık veriyor olabilir.

Merkez Bankası zorunlu karşılık oranlarını artırmak yerine faizlerde ölçülü bir artırım yapsa daha iyi olur muydu? Olabilirdi ama faiz gibi zorunlu karşılıklar da merkez bankalarının aktif politika aracı olarak kullandıkları imkanlardandır. Kredi büyümesine bağlı oluşabilecek finansal riskleri önleyebilmek ve Türk lirası likiditesini kontrol edebilmek amacıyla Merkez Bankası zorunlu karşılık oranlarını artırabilir. Bu yolla faizde aksiyonun etkinliğini de artırabilmektedir. Ayrıca bankaların yükümlülüklerinin belirli bir oranı kadar rezervi merkez bankasında risksiz varlık olarak bulundurmaları sektörün riskini sınırlandırır. Ani likidite şoklarının ortaya çıkması halinde tampon görevi görür. Bu nedenle zorunlu karşılık artırımını faiz artışının bir alternatifi değil de tamamlayıcısı olarak görmek daha doğrudur.

Tüm yazılarını göster