Geçmiş bayramınız mübarek, Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramınız kutlu olsun. Hiç yoktan bir cumhuriyet yaratıp onun kuruluşunu sağlayarak hâkimiyetini de ‘millete’ veren Mustafa Kemal Atatürk’e ve ailemde bulunan dört istiklal madalyasının ilk sahipleri başta rahmetli büyük babam Osman Ata Ataç ve üç rahmetli amcama ve cumhuriyetimizin kurtuluş ve kuruluşunda rol alan diğerlerine en derin minnet duygularımla saygılar sunuyorum. İngiliz başbakanı Winston Churchill'in 20 Ağustos 1940'ta yaptığı bir savaş konuşmasında dediği gibi "Tarihimizin hiçbir devrinde bu kadar çok kişi bu kadar az kişiye bu kadar borçlu olmadı".
Birkaç haftadır mikro-yönetim başlığı altında sizlerle, umarım okumaktan bıkmadınız zira ben anlatmaktan bıkmayacağım, İşletme Yönetimi Sistemi (The Business Management Grid-BMG) paradigmasını paylaşmıştım. Bu çerçevede mikro-yönetim denerek amirlerin her şeye karışmaları, soluklarının çalışanların ensesinden eksilmediği yönetim biçimi olarak adlandırılan bir kişilik bozukluğundan bahsetmiştim. Yazıları kaleme almama vesile olan bir uluslararası işletmenin başkan-yardımcısı olarak çalışan birinin yeni patronunu bana “she is miro-managing” yani, mikro-yönetiyor diyerek şikâyet etmesiydi.
Mikro-yönetim diye adlandırılan şeyin neden bir yönetim felsefesi veya biçimi olmaması gerektiğine dair sayfalarca literatür var. Ben ise tek bir neden verdim. Yapılamaz da ondan. Yapılamayacak bir şeyi ille de yapacağım diye uğraşmak bırakın akıllı bir tercihi normal bile değildir. Bir işi en iyi kendinizin yapacağına inanıyorsanız buyurun siz yapın. Başkalarına “bu işi sen yap” dedikten sonra zırt vırt, olur olmaz onun işine karışıp hem elemanınızı hem de işi batırmayın.
Bu konuyu biraz açalım: Yönetimin denetim sorumluluğu. Yani, yönetim nedir? Sorusuna verdiğimiz cevapta kullandığımız tanımın üçüncü parçasına. Hatırlayacaksınız yönetimi tanımlarken “İşletme yönetimi (Business Management): Pazarlama ve üretim işlevlerinin1 görevlerinin yapılmasında hangi kaynaktan ne kadarına gereksinim duyulacağının kararlaştırılması; bu kaynakların kalitelerinin tayini; maliyetlerinin ve gereksinim zamanlarının kararlaştırılmaları (planning); bu kararların yürütmeye konulması, yani planlandığı gibi tedarik edilmesi ve gereksinim duyulan yere tahsisi (execution) ve elde edilen sonuçların verimliliği (effectiveness) ve verimliliğinin (efficiency) ölçülmesi (control) demektir2” demiştim (Bu tanımı kesip saklayın arada sırada bakarsınız ricasında bulunmuştum.).
Bu tanıma göre örgütte bulunduğunuz yere göre yirmi-altı görevin birini, bir kısmını veya hepsini yönetmek sorumlu olabilirsiniz. Yönetim (yani olabildiğince iyisinden bahsediyorum) onun için çok zor iştir.
Yönetimin son işi ‘Elde edilen sonuçların etkinliği (effectiveness) ve verimliliğinin (efficiency) ölçülmesi (control)’ olarak tanımlanmıştı. Herhangi bir girişimin etkin ve verimli olmasının ölçümü bir yerde bunların nasıl tanımlandığı ile ilgilidir. Her ne kadar işletme literatüründe her iki kavram da oldukça detaylı işlenmiş ve bu bağlamda tanımları verilmiş olsa da tekrarda fayda var.
Türkçemize effectiveness bazen etkinlik bazen de etkililik olarak çevriliyor. Effectiveness kelimesini etkinlik yerine etkililik olarak çevirenler bunu etkinliğin bazen faaliyet, çalışma, vs. anlamına gelen bir kelime olduğu için yapıyorlar herhalde.
Şu tanımlara bir bakalım. Effectiveness-Etkinlik planlanan amaçlara ulaşmanın bir ölçümü olarak tanımlanırken efficiency-verimlilik belli bir sonucun en az kaynak kullanımı ile üretilip üretilmediğinin bir ölçüsü olarak verilmektedir. Bir anlamda etkinlik ‘bir işin doğru yapılıp yapılmadığının’, verimlilik ise o işin ekonomik yapılıp yapılmadığının ölçüleridir.
Bu yazıda etkinliğin bu tanımı üzerinden yönetim nedir, ne değildir konusunu irdeleyerek mikro yönetimin neden olmayacak bir iş olduğuna tekrar değinmek istiyorum. Etkinliğin bu verilen tanımını okuduğunuzda ilk aklınıza gelmesi gereken şey bu tanımın başka bir şeyler tanımlanmadan bir işe yaramayacağı olmalıdır.
Eğer etkinlik planlanan amaçlara ulaşımın derecesiyse bu amaçların neler oldukları ölçülebilir bir biçimde tanımlanmazsa bu tanım bir işe yaramaz. Etkinlik bir işyerinde zamandan, yerden ve ölçülenden ölçülene ve ölçenden ölçene göre değişir. Sözün kısası eğer işletme yönetimi yapılması gereken yirmi-altı işin yürütülmesi ise bu işlerin amaçları belirlenmeden etkinliklerinin değerlendirilmesi mümkün değildir.
Okurlarım hatırlayacaklardır. Her görevin amacını teker teker tanımlamak olanaklı olmasa da işletme fonksiyonlarının (pazarlama ve üretim) amaçlarını daha önce irdelemiştik. Söz gelimi pazarlama fonksiyonunun dört amacını:
1) Mevcut alıcılarının daha sık ve daha çok almalarını sağlamak,
2) Rakiplerin alıcılarını şirkete çekmek;
3) Şirketin sunduğu mal ve hizmetleri kimseden almayanların almaya ve şirketten almaya başlamalarını sağlamak (doğal olarak bunların aksinin olmasını önlemek) ile bunları yaparken 4) Şirketin kısa ve orta dönem karlarını gözetmek olarak sıralamıştım.
Üretim fonksiyonunun amaçları ise işletmenin pazara sunmayı planladığı ürün ve hizmetlerin 1) Arzulanan miktar ve özelliklerde;
2) Planlanan zamanda;
3) Planlanan maliyette
ve
4) planlanan kalitede üretilmesi ve sunulması,
olarak sıralamıştım. Yani, pazarlama ve üretim fonksiyonlarının yirmi-altı görevinin dörder dörder sekiz amaca hizmet etmesi gerektiğini irdelemiştik3.
Bu amaçların hepsi ölçülebilir biçimde tanımlandıklarından bir işletmede etkinliğin ölçülmesinde kullanılabilirler. Ancak önemli olan bu amaçlarla işletmenin başarısının ilişkilendirilmesidir. İşte burada da iş tanımı ve strateji tanımları devreye girer ki bu da yöneticiliğin neden bu kadar zor iş olduğunu ve mikro yönetim denen şeyin neden bu denli saçma olduğunu anlatmaya yeter.
Bu konuyu kapatmadan mikro-yönetimin zaman zaman gözden kaçırılabilecek iki sakıncasına ki buna sonuçları da diyebilirsiniz, değinmek istiyorum: Mikro-yönetimin hâkim olduğu hastalıklı örgütlerdeki ‘personel kalitesi’ ve ‘işletmede denetim’. Bu iki kavramı daha sonra irdelemeyi umuyorum.
Kontrol hastası yöneticiler önce yaratıcı, iş bilen, gerekli deneyim, bilgi ve üretken kişiliklere sahip elemanları tabiri amiyane ile ‘hasta ederler’. Yani, bıktırırlar, usandırırlar. Bu durumda iki şey olur. Ya bu elemanlar hiç olmazsa bir süre için yapabilecekleri kalite ve hacimde iş yapmaktan vazgeçerler, ya da çeker giderler. Hiç olmazsa bir süre için diyorum çünkü örneklerini defalarca gördüğüm gibi yaratıcı, iş bilen, gerekli deneyim, bilgi ve üretken kişiliklere sahip elemanlar yapabilecekleri kalite ve hacimde iş yapmamayı kendilerine layık görmezler ve bu onlara her salataya maydanoz patronlarla uğraşmaktan ağır gelir. Bu nedenle de mümkün olan en kısa süre sonra gemiyi terk ederler. Geriye iş bilmez, deneyimsiz, bilgisiz ve üretken olmayan, çoğunlukla sallabaşını al maaşını tipinde elemanlar kalır ki bunun faturasını eninde sonunda işletme şu veya bu şekilde öder.
Bir de gelelim denetim konusuna. Bir işletmede yöneticiler mikro-yönetim hastalığına tutulmuşlarsa elemanların performanslarının değerlendirilmeleri de keyfi eksersizlere dönüşür. Netice de elemanlar kendi başlarına iş yapmaya izin verilmemelerine karşın sorumluluk altında bırakıldıklarından eleştiri karşısında söyleyecekleri tek şey ‘ben bana söyleneni yaptım’ şeklinde bir müdafaadır ki bu müdafaada da haklıdırlar. Maalesef bazı kötü niyetli ve yeteneksiz yöneticiler bu belirsizliği severler. Bu tür her şeye karışma ortamında kötü sonuçlardan kendileri sorumlu oldukları halde kabahati bir elemana yıkıp “Defalarca uyardım bir türlü istenilen verimi alamadım” şeklinde suçlamalarda bulunmayı yeğlerler. Bu tür ortamlar onlara hem her şeye karışma fırsatı verir hem de işler sarpa sarınca “ne yapsam fayda etmedi” safsatasına sığınma olanağı sağlar. Eninde sonunda bu tür örgütlerde elemanlar orada iş yapmanın riskli iş yapmamanın emniyetli olduğunu anlarlar ve ona göre hareket ederler.
Siz böyle yapmayın. Bunun faturası ağır olur.
Sağlıcakla kalın.
Dipnot
1-Pazarlama ve üretim işlevlerinin toplamda yirmi-altı işi tanımlanmıştır. Dr. Osman Ata Ataç, “Mikro-yönetim 3”, İşletmecilik Sohbetleri, Dünya Gazetesi, 12 Mayıs 2021.
2-İbid (1)
3-Dr. Osman Ata Ataç, “Özet”, İşletmecilik Sohbetleri, Dünya Gazetesi, 19 Ekim 2011.