Yolsuzluk (1)

Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ

Bu ve bundan sonraki yazının konusu yolsuzluk. Yolsuzluk kelimesini ‘yolunu bulamamak’ yani züğürt kalmak anlamıyla tartışacak değilim. Bir gazete haberine göre dört kişilik bir aileye ayda 2,652 TL girmiyorsa açlık 8;638 TL girmiyorsa yoksulluk sınırının altındasınız. Yani, ailecek ya aç ya da fukarasınız ama sonuçta yolsuzsunuz. Benim değinmek istediğim yolsuzluk kelimenin öbür anlamı. Yani, yakışıksız işler.

Eminim siz yolsuzlukla karşılaşmamışsınızdır, elemanlarınız, meslektaşlarınız arasından da yolsuzluk işlerine karışan kimseyi belki bilmiyorsunuzdur ama eğer damarlarınızda asil Türk kanı dolaşıyor hatta ne kanı dolaştığını düşünüyorsanız fark etmez o kan ve bu ülkede yaşıyor ve çalışıyorsanız yolsuzluk lafını yeter sayı ve yerde duymuş dedikodularından haberdar olmuşsunuzdur.

Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin ‘Yolsuzluk Algı Endeksine göre ülkemiz 180 ülke arasında 100 üzerinden 40 puan toplayarak 2012’den 2020’ye dokuz sıra gerileyerek 180 ülke arasında 86. sıraya oturmuş. İlk üç sırada sırasıyla 88 puanla Yeni Zelenda, yine 88 puanla Danimarka ve 85 puanla Finlandiya var. Bizimle aynı sırada, yani 86. sırada olan ülkeler Fas, Hindistan, Burkina Faso, Trinidad Tobago, Doğu Timor ve Ekvator. Sizin anlayacağınız eğer “Uluslararası Şeffaflık örgütü ne diyor vız gelir tırıs gider. Bu aleyhimizdeki dedikodular hep kıskançlıktan” diyenlerden değilseniz pek övünülecek bir yerde değiliz.

Düz hırsızlık için birçok kelime üretmiş olan Türkçemiz yolsuzluk konusunda o kadar da yaratıcı değil. Yolsuzluğun tam bir tanımı da yok. Hırsızlık için araklama, badem etme, yürütme, çalma, iç etme, yengen etme, cep etme, cukka etme, yutma, kaldırma kelimelerini türetmiş kültürümüz yolsuzluğa gelince nedense o kadar yaratıcı olamamış. Açıkçası yolsuzluğun ne olduğu açıkça belli değil. Halbuki yolsuzluğun ne olup ne olmadığını iyi anlarsak belki konuda daha dikkatli olur, en azından kendi işletmelerimize sokmayız diye düşünüyorum. Onun için defalarca konferanslarımda yer verdiğim bu konudaki bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Yolsuzluk mesela rüşvet ile iş yapmak bizim kültürümüzde tarihi bir realitedir. 1534 yılında Osmanlı sarayına Bağdat fatihi Sultan Süleyman’a onu övecek kasideler yazmak için dokuz akçelik maaş karşılığı giren Fuzuli maaşı ödenmeyince bürokrasiyi, rüşvetçiliği ve yozlaşmayı yeren kafiyeli nesir tarzında Şikâyetnâme adlı bir eser yazmıştır. Bu eserin en bilinen satırlarında Fuzuli şöyle demiş:

“Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar. Hüküm gösterdim faydasızdır diye mültefit olmadılar"

Anlaşılan adı kanuniye çıkan Sultan Süleyman’ın zamanında bile rüşvet o kadar norm haline gelmiş ki selam bile eğer rüşvet olarak verilmiyorsa alınmıyormuş. Sizin anlayacağınız yolsuzluk kültürümüze eskiden girmiş hastalıklardan biri. İş hayatının kenarından köşesinden geçmiş olsanız bile bu acı gerçeği gayet yakından bildiğinizi biliyorum. Dolayısıyla bizi 180 ülkenin tam ortasına oturtan yolsuzluk algı endeksine şaşmamak, kızmamak lazım. 

Ne yalan söyleyeyim ilk yolsuzluk fırsatı kapımı çaldığında ben ne halt edeceğimi şaşırmıştım. Yirmili yaşlarımda ODTÜ matematik bölümünde yüksek lisans yaparken rektörlükte bir ‘yolsuzluk’ ortaya çıktı. Adı dış teknik yardımlar müdürlüğü olan bir birimin başındaki, şimdi adını hatırlamadığım, müdür bey zimmetine yüklüce bir miktar para geçirerek Almanya’ya kaçmış. Paraları iç edip kaçması bir şey değil bir sürü işi de yarım bırakıp gitmiş. O sıralar US AID ODTÜ’ye 4 milyon dolar hibe etmiş. İki milyon doları üniversitenin laboratuvarlarına iki milyon doları da kütüphaneye harcanacak. Kütüphane kendi işini kendi halledecek. Geriye kalan iki milyon dolarla üniversitenin laboratuvarlarına her türlü gereç ithal edilecek. Bunun için 122 tane şartname hazırlanmasına başlanılmış. Tam bu esnada müdür beyin kaçacağı tutmuş. Bu epizodun detaylarını Yöneterek Yönetilerek Yaşamak[1] başlıklı kitabımda anlatmıştım. İthalat US-AID yardım şartları gereği ABD’li işletmelerden yapılacak. İthalat yaptığımız her şirketin Türkiye’de temsilcisi var. İhaleleri takip için sık sık ofisime geliyorlar. Genellikle laflayıp gidiyorlar. Onlardan biri bir gün sonraları klasik olduğunu anladığım “Osman Bey sizde kazanırsınız bizde” mealinde bir konuşmayla miktarı şimdi tam aklıma gelmeyen ama maaşımın 20 katından fazla olduğunu üzerindeki bandrolden anladığım bir parayı masamın üstüne bıraktı. Suratımın kıpkırmızı olduğunu, masamdaki sekreter zili düğmesine telaşla basışımı ve odaya giren sekretere “Bak beyefendi bir şey söylüyor. Sen de duy istedim” dediğimi hatırlıyorum. Masanın üstündeki parayı elindeki çantaya aktaran ziyaretçim “Yok hanımefendi önemli değil” diyerek meseleyi kapatmıştı. O gün bugün önüme çok ‘yolsuzluk’ fırsatı geldi ama artık talimliydim. Ne afalladım ne de kabul ettim. Bu ve bundan sonra gördüğüm, duyduğum örneklerden, tartışmalardan, makalelerden, analizlerden öncelikle yolsuzluğun tanımının iyi yapılmadığına karar verdim[2].  

Birçok ülke tanım yerine neyin yolsuzluk sayıldığının listelerini vermeyi yeğlemiş. Söz gelimi, rüşvet alınması, zimmete geçirme, nüfuzu yersiz kullanma, yetki suiistimali, haksız zenginleşme, kara para aklama, adaletin önlenmesi yolsuzluk örnekleri olarak verilmiş ve kanunlarla adi suç olarak ülkeden ülkeye farklı farklı da olsa tanımlanmış ve yasaklanmıştır. Bu yasağa rağmen birçok ülkede yolsuzluğun önlenmek bir tarafa arttığı gözlenmektedir. Bu nedenle konuyla ilgili araştırma yapanlar yolsuzluğun önlenmesinde yasal yaptırımların rolünü inkâr etmemekle beraber çözümü tamamen suçun cezalandırılmasına bağlamamaktalar. Dediğim gibi yolsuzluk kültürel bir olgudur. Dolayısıyla neyin yolsuzluk olacağının iyi tanımlanması ve insanlarımızın sosyalizasyonlarında tanıtılması gerekir.

ABD’de doktora çalışmalarımı bitirdikten sonra askere gittim. Bir bayram izninde Çanakkale’den Ankara’ya giderken ciddi bir trafik kazası geçirdim. Kendime geldiğimde Gülhane Askeri Hastanesindeydim. Kafamda sekiz dikiş iki gün yarı komada kaldıktan sonra uyutulmamak kaydı şartıyla eve gönderdiler. Bir hafta izin bitti. Bitti ama kafam Osmanlı kavuğu gibi sarılı. İzni uzatmak Ankara Garnizon komutanının yetkisinde. O da “Ben görmeden hiçbir yedek subay adayının izin uzatma isteğine cevap verilmeyecek” diye emir vermiş. Sonrada çekmiş izne gitmiş bir hafta yok. Yerine kimseyi de bu konuda yetkilendirmemiş. Sizin anlayacağınız Çanakkale’ye dönemiyorum. Ankara’da kalırsam da kaçak durumuna düşeceğim. Çanakkale’deki tugay komutanına ulaşmak da mümkün değil. Bu arada Ege ordu komutanı 1936 Harp Okulu mezunu yani rahmetli babamın sınıf arkadaşıymış. Lafı uzatmayayım Annem bunu nereden öğrendiyse öğrenmiş babamdan sınıf arkadaşını arayıp benim için bir hafta izin uzatma istemesini söylemiş. Benim kafamdaki kavuk gibi sargıya rağmen tepem attığı için Ankara garnizondan çıkar çıkmaz otogara gidip ilk bulduğum otobüsle Çanakkale’ye gidince annelik içgüdüsüyle öfkeden köpürüp babama neden bir telefon edip de izin almadığını sormuş. Aldığı cevabın “Yakışık almaz” olduğunu da öfkeyle anlatmıştı.

Babama göre benim halk arasında ‘torpil’ denilen bir araçla izin almama vesile olmak ‘yakışıksız’ bir şeydi. Ortada rüşvet yok, zimmete geçirme yok, nüfuzu yersiz kullanma yok, yetki suiistimali de yok, haksız zenginleşme konu değil, kara para aklama mevzu dışı, adaletin önlenmesi mevzu bahis değil. Yani ortada bir suç yok bir ayıp bir kusur bile yok. Yok, ama Babam o telefonu yakışıksız olacağı için yapmıyor.

Yakışıksız Türkçemizde uygunsuz, çirkin, münasebetsiz tavır, hâl, söz anlamında kullanılan bir sıfat. Yani babam sınıf arkadaşına bir telefon edip “Benim oğlan sana bağlı Çanakkale’deki tugayda. Bir trafik kazası geçirdi. Şu an Ankara’da. Oradaki garnizon komutanı yerinde olmadığı için iznini uzatamamış. Çanakkale’deki tugay komutanından bir hafta izin alabilir misin?” derse bunun neden uygunsuz, çirkin, münasebetsiz bir talep olduğunu anlayabilir ve anlatabilirsek belki yolsuzluğun bir tanımına da ulaşabiliriz.

Babam rahmetli olduğu için ona sorma olanağım yok ama yıllardır bu konuda yazdığım ve konuştuğum için onun ne düşündüğünü anladım sanıyorum. Bunu anlamamda en büyük yardımcım UNC’de doktora yaparken sosyoloji bölümünden aldığım derslerin büyük faydası oldu. Bir kere bir şeyin yolsuzluk olması için ille de bir kanunun ihlali ve bir suçun işlenmesi şart değildir. Babamın deyişiyle yakışıksız şeyler de yolsuzluk sayılabilirler. Çoğu kez de sayılmalıdırlar. Nelerin yakışıksız olduğuna bir bakarsanız nelerin yolsuzluk sayılması gerektiğine de karar verebilirsiniz.

Haftaya yakışıksız şeylere bir bakarız.

Sağlıcakla kalın.

Dipnot:

[1] Dr. Osman Ata Ataç, Yöneterek Yönetilerek Yaşamak, Efil Yayınevi, 2012, Ankara
[2] Bu konuda birçok bilimsel araştırma, kitap ve makale vardır. Yolsuzluğun faydalı bir işe yarayacağı tezleri bile ortaya atılmıştır. Meraklılara bu konuda ilk tez yazarı olduğunu sandığım rahmetli sınıf arkadaşım Prof. Ümit Berkman’ın Yolsuzluğun Etkileri ve Sonuçları başlıklı makalesini tavsiye ederim.

Tüm yazılarını göster