Hafta başında kaleme aldığım yazıda sizlere, millete koalisyonu, enflasyonu, devalüasyonu, …manipülasyonu bitirecek sihirli bir formül olarak takdim edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin ekonomi karnesini anlatmıştım. O yazıdan bu yana Kasım ayı enflasyon rakamı açıklandı. Buna göre yıllık enflasyon %61,98’e ulaştı. IPSOS’un Ekim 2023 Ekonomi Dosyası raporuna göre, insanımızın yüzde 68’i dövizin artacağını; yüzde 78’i enflasyonun yükseleceğini söylerken, yüzde 76’sı da alım gücünün azaldığından şikayetçi. İstanbul Ekonomi Araştırma Kasım 2023 Türkiye Raporuna göre katılımcıların yüzde 56’sı ekonominin bir yıl içerisinde “daha kötü” veya “çok daha kötü” olacağına inanıyor.
Ekonomi cephesi böyle. “Peki siyaset?”, dendiğinde açıkçası muhalefet siyaseti dağınık bir manzara arz ediyor. İktidar tarafında ise muntazam bir görüntü var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar dönüşünde kullandığı ifadeyle Cumhur İttifakı'nda “sağlıklı çalışma şartları” mevcut. Erdoğan, iktidar bloğunun, “bu sağlıklı gidişi herhangi bir sıkıntıya fırsat vermeden devam ettireceğini” söylüyor. Doğrusu şu an itibariyle seçmenin bu söylemi inandırıcı bulmamak için görünür bir nedeni de yok.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin ekonomiyi ilgilendirdiği kadarıyla Türkiye’nin sorunlarına deva olmadığına, hatta ağırlaştırmak dışında bir sonuç üretmediğine, dair veriler apaçık ortada. Öte yandan siyasi konumlama, söylem ve inandırıcılık meselesini ekonomiden ayrıştırdığınızda Cumhur İttifakının, sistemin gerektirdiği tavrı almak bakımından, çok daha derli toplu bir resim verdiği inkâr edilemez.
Peki, son yazının sonuna konu ettiğim bambaşka alem nerede? Anlatayım.
Bu noktada, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açılır açılmaz MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından hızla kapatılan “yüzde 50+1” tartışmasının doğasına bakmak lazım. Ne tarif etmişti Erdoğan? Partileri “yanlış yollar”a sevk eden; “Kimin eli, kimin cebinde belli” olmayan; “Yok altılı, yok on altılı masa…”lardan mâlûl bir sistem ve bu mâlûliyetin müsebbibi “yüzde 50+1”. Buradaki tez şu olmalı: Aslında memleketi kurtaracak mucize formülü teşkil ettiği halde, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi “%50+1” şartı nedeniyle gerektiği kadar etkin işlemiyor. Zira, “50+1 mecburiyeti”nin partileri sevk ettiği “yanlış yollara” veya “kimin eli”nin “kimin cebinde” olduğunun “belli” olmamasına dair referanslardan yola çıkarsak, bu sistemde Cumhurbaşkanı seçmek için gerekli olan ittifaklar, sıkıntılı, zaman kaybettirici, verimsizliklere yol açan pazarlıklara kapı ve yol açıyor.
Aziz dostlar anlayacağımız bu mevcut sistem etkileri bakımından parlamenter sistemin koalisyonlarından farklı bir netice çıkarmamış! Öte yandan Devlet Bahçeli’nin şu sözlerine dikkat çekmek gerek: “[H]er yönetim sisteminin bir özü, hukuki ve ahlaki meşruiyetini sağlayan demokratik bir özelliği vardır ve bunun tartışılması da öngörülemez sorun ve sıkıntılara yol açma riski taşımaktadır.” Yine Devlet Bahçeli’ye göre bu sistemin “demokratik meşruiyet temeli yüzde 50+1’dir”; zira “milletvekili, belediye başkanı, muhtar” değil “Cumhur’un bütünü teşkil edecek cumhurbaşkanı seçiyoruz”. Üstelik, partili, apaçık ki taraflı, mevcut durumda partisine “beşinci çocuğum” diyecek kadar bağlı, bir cumhurbaşkanı. Bana sorarsanız verili şartlarda, kuvvetler ayrımının bu düzeyde göz ardı edildiği bir sistemde, Devlet Bahçeli’nin sözleri doğrudur. “50+1” mevcut sistem bakımından asgari meşruiyet eşiğini temsil etmektedir. Bu ifadeye elbette, mevcut sisteme dair tüm eleştirilerim ve mevcut Cumhurbaşkanı dışında sürdürülebilirliğine dair bütün şüphelerim saklı kalmak kaydıyla, diyerek bir şerh de düşmek durumundayım.
İşin koalisyon boyutuna gelince. Daha önce de belirttiğim gibi, meselenin adını doğru koymak lazım; koalisyonlara son vereceği iddia edilen bu sistem ittifakları zaruri kılarak tersten aynı sonuca ulaştı. Koalisyon seçimden sonra yapılan pazarlıklarla, ittifak ise seçimden önceki pazarlıklarla kurulur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hatta şu son hafta İYİ Parti lideri Meral Akşener’in de, sıkıntısını beyan ettiği, kimin eli kimin cebinde belli olmayan, pazarlıklarla…
Bu pazarlıkların, pazarlık değil, müzakere, hatta istişare, adıyla daha şık kavramsallaştırmalarla, yürüyor olması yapılmadıkları manasına gelmez. İşin doğrusu, “altılı, on altılı masa” meselesinin matematiği açıktır: Bu son seçime, Erdoğan adaylığında birleşen Cumhur İttifakı da Kılıçdaroğlu adaylığında birleşen Millet İttifakı da 6’şarlı masalar olarak girdi. Yani eskinin ünlü banka reklamında dendiği gibi: “Yoktur aslında birbirimizden farkımız ama biz …”, durumu. Evet “gizli ortak”, “dışarıdan destek” vs. lafları havada uçtu. Ama iş Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin siyasetine dair nesnel bir tartışma yapmaksa “ha Ali Veli, ha Veli Ali.”
İttifaklar tersten kurulan koalisyonlardır derken şunu da belirtmek gerek; tersten gitmenin ilk anda göze çarpmayan mahzûrları olabilir. Bunlar bugün görünmüyor ama hususi şartlar ortadan kalktığında iş öyle olmayacaktır. Hususi şartlardan kastım Devlet Bahçeli’nin “hasbi” ve “harbi” olarak nitelediği Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilişkilerinin doğası. Teslim etmek gerekir ki iktidar bloğu, bugüne kadar, “ittifak siyaseti” zaruretini yönetmek konusunda muhalefet bloğundan çok daha derli toplu bir görüntü verdiyse burada Erdoğan ve Bahçeli etkileşiminin etkisi büyük. Fakat burada bir paradoks söz konusu. Kabul etmek gerekir ki görüntü yapay değil gerçek. Ancak görüntünün zaafı yapaylığında değil, tam tersine doğasından kaynaklı gücünden kaynaklanıyor. Zira bahsi geçen güç kanaatimce yapısal olmaktan daha ziyade hususi, konjonktürel, değişkenlere bağlı.
Dilerseniz ne demek istediğimi bir sonraki yazıda açayım.