TÜİK Eylül ayı enflasyonunu bugün saat 10’da açıklayacak. Merkez Bankası Başkanı, 8 Ağustos’ta enflasyon raporu sunumunda aylık enflasyon oranları için bir çıta koydu: “Mevsimsellikten arındırılmış ortalama aylık enflasyonun yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 2,5 civarına, son çeyrekte ise yüzde 1,5’in bir miktar altına gerileyeceğini öngörüyoruz.” Konuşma yapıldığında Temmuz enflasyonu biliniyordu. Mevsimsellikten arındırılmış değeri yüzde 4,3 civarındaydı. Ağustosta ise yüzde 3,3 oldu. Üçüncü çeyreğin ortalama aylık arındırılmış enflasyonunun ortalama yüzde 2,5 olması için, bu durumda (arınmış) Eylül enflasyonunun yüzde 0 civarında kalması gerekiyor.
Konuşmayı böyle yorumlamak hoş olmayabilir; gelin geçmişi bir tarafa bırakıp Eylül’de arındırılmış enflasyonun yüzde 2,5 civarında gerçekleşmesinin beklendiğini düşünelim. Bu durumda, yarın açıklanacak (arınmamış) enflasyon değerinin yüzde 2,3’e yakın bir düzeyde olması gerekiyor. İTO, İstanbul için Eylül enflasyonunu yüzde 3,9 olarak açıkladı. Arınmış olarak yaklaşık yüzde 3,3. Bu değer dikkate alındığında, söylediğim düzeyde bir Eylül enflasyonu ile karşılaşmanın olasılığı düşük gibi görünüyor.
Enflasyon açısından işler yolunda gitmiyor. Oysa enflasyonun en önemli belirleyicisi döviz kurundaki artış, yılbaşından bu yana bakıldığında enflasyonun oldukça altında. Ek olarak, dış koşullar enflasyonu düşürmek açısından elverişli bir ortam sunuyor. Ham petrol fiyatları, İsrail’in Lübnan’a girmesi ve ardından İran’ın gönderdiği füzeler nedeniyle son günlerde yükselmesine rağmen, 2023 ortalamasının altında seyrediyor. Küresel finans sistemi açısından önemli merkez bankaları faiz indirme sürecindeler.
Uzun bir süredir uygulanan programın oldukça eksik bir program olduğunu söylüyorum. Asıl olarak para politikasına dayanıyor çünkü. Bir ölçüde de yüksek olan bütçe açığının daha fazla artmaması için önlem alınıyor. Böyle olunca, yapısal sorunların hiçbirine el atılmamış olunuyor. Ne hukuk sistemindeki ne ihale yasasındaki ne TÜİK’in kurumsal yapısındaki ne eğitimdeki ne de özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin verimlilik sorunları çözmeye yönelik somut politikalar var. Bunlar ağırlıklı olarak orta-uzun vadeli sorunlar. Öteledikçe Türkiye zaman kaybediyor. Ama bırakın orta-uzun vadeli sorunları çözmeyi, bütçe açığını enflasyon üzerinde baskı oluşturmayacak biçimde çözmeye yönelik kısa vadeli adımlar da gereğince atılmıyor. Yüksek gelirli gruplardan daha fazla vergi almaya yönelik bir gelişme duymadık. Keza kamu-özel işbirliği projeleri çerçevesinde verilen gelir garantilerinin gözden geçirileceği de ‘müjdelenmedi’.
İş böyle olunca ne beklentileri istenildiği ölçüde olumluya çevirmek mümkün oluyor ne de ekonominin daralmasını önlemek. Korkarım, 2024 sonuna doğru asgari ücret ve maaş artışları gündeme geldiğinde kabak yine dar gelirli grupların başına patlayacak. Baksanıza, ilk izlenimde sağduyulu gibi görünen “sanayide işler iyi değil ama programı yarıda kesmek olmaz; biraz sabır gerekiyor” mealindeki açıklamaların arasına ‘gelirler politikası’nın gerekliliği sokuşturulabiliyor. Ayrıntısı açıklanmadığı için tam olarak bilmek mümkün değil ama sanıyorum kastedilen ücret artışlarının hedeflenen enflasyon kadar olması. Unutulan şu: Gelirler politikası, toplumsal bir uzlaşma çerçevesinde, sadece ücretlerin değil, kur ve fiyat artışlarının da hedeflenen enflasyon kadar olması demek. Başka bir yazıda açarım.