Yine işsizlik (1)

Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ

Ülkemizde tartışma bol Allah’a şükür. Biz herhalde yüzlerce sene tartışmanın yasaklandığı, daha doğrusu birkaç konu hariç yasaklandığı, bir ortamdan cumhuriyetle çıkar çıkmaz her konuda tartışır olduk. Bir konu bulun ki millet ikiye üçe bölünüp “Öyledir” ve “Hayır öyle değildir” veya “Öyle de olur böyle de olur” diye tartışmasın. Sık sık bu tartışmaları aşırıya taşıyıp birbirimize girmek için kullandığımız da sık görülür.

Sık kullandığım bir tanımım vardır. Ben tanımın benim önerdiğim bir tanım olduğuna inanırım. Eğer öyle değil ise tanımı ilk verenden özür dilerim. Hep derim ki bir toplumun aydınları o toplumda işlerin yapılması ve yürütülmesine ait statükoyu beğenmeyen, o işlerin daha iyi nasıl yapılabileceğine, yürütülebileceğine dair alternatifler üretebilecek motivasyon, bilgi ve tecrübe ile donatılmış, ürettikleri seçenekleri savunabilecek, açıklayacak ve kabul ettirebilecek beceri ve cesaretle donanmış kişilerdir.

Yani benim tanımıma göre sırf eleştiren, seçenek üretecek donanımdan yoksun ve fikrini müdafaa edecek cesaret sahibi olmayan insanlara aydın denemez. Özetle aydın insan eleştirir, seçenek üretir ve ürettiği seçeneği savunur. Toplumumuzun eleştirme ve kendi fikrini savunma konusunda bir sıkıntısı yok görünüyor Allah’a şükür. Sanki eleştiriyi anlatma ve seçenek üretme konusunda çok başarılı değiliz gibi geliyor bana. Bana en basit konularda bile neyin tartışması yapıldığını anlaması zor geliyor. Belki de geçtiğimiz Pazar günü 75. Yaşıma bastığım ve yaşlandığım için bana öyle geliyordur. Söz gelimi ülkemizde bir işsizlik tartışması var. Bir kısım insan “İş yok” diye bağırırken bir diğer kesim “Yalan! İş var, Çalışacak insan yok” diyerek ünlüyor. Bu arada “iş var” diyen etkili ve yetkili ağızlar “İş yok” diye bağıranları neredeyse vatan haini ilan edecekken, onlar da etkili ve yetkili ağızları yalancılıkla suçluyorlar. Böyle gidiyoruz işte.

Yahu! İşsizlik ya vardır ve de bir sorundur ya da yoktur yani sorun da yoktur. Bunun tartışması olur mu? Bizde olur. İşsizliği ölçmekle yükümlü Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) son açıklamalarına göre Türkiye’de ağustos ayında işsizlik oranı yüzde 12,1 imiş. Bu oran Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde ise yüzde 6,8 kadarmış. Buna göre işsizlik sıralamasında İspanya yüzde 14 ve Yunanistan yüzde 13,2 ile Türkiye’nin üstünde yer alıyormuş. Ancak, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) verilerine göre hesap yapan DİSK-AR ise 'Türkiye'deki gerçek işsizlik oranının yüzde 28.8'a çıktığını' duyurmuş. Etmeyin tutmayın arkadaşlar. %12 ile %29 arasında çok fark var.

Bu farka bakanlar TÜİK’in iktidara yaranmak için işsizlik rakamlarını aşağı çektiğini, iktidar sempatizanları ise Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi DİSK-AR’ın muhalefet olsun diye yukarı ittirdiğini ileri sürüyorlar. DİSK-AR’a göre dar tanımlı işsiz sayısı Mayıs 2021’de 4 milyon 237 bine yükselmiş. Geniş tanımlı işsiz sayısı 9,7 milyon, geniş tanımlı kadın işsizliği yüzde 33,7, 15-34 yaş grubu genç işsizliği yüzde 34,7 iken 15-24 yaş grubu genç işsizliği yüzde 42,4 mış. Ben Dünya’nın birçok ülkesinde, üniversitelerde senelerce araştırma metodolojisi dersleri verdim. Ölçülen şey aynı şeyse bu kadar sapma hayatta olmaz. Ya aynı şeyi ölçmüyorlar ya da biri alenen ve resmen üfürüyor. Ya ILO ya da TÜİK. Burada şaşılacak şey bu tür bir tartışmanın devam etmesi. Bu kadar ‘bilimsel’ kurumu, üniversiteleri, araştırmacısı olduğu söylenen Türkiye’de hala böyle bir tartışma var. Bir Allah’ın kulu da otoritesini ortaya koyup “Efendiler! İş şudur, İşsizlik şu demektir, böyle ölçülür, Türkiye’deki ölçümler de şöyledir” demiyor.

Bir de bunların üstüne tüy diken[1] “İşsizlik olmadığı gibi işçi eksikliği var millete iş beğendiremiyoruz” iddiasında bulunanlar var. Bu ilginç iddiayı kimin başlattığını bulamadım. Çok aramadım ama bulduğum en eski referans 2012 yılında Torbalı İŞ-KUR ilçe müdürü Mehmet Nayman’ın “Asıl sorun işsizlik değil, mesleksizlik ve iş beğenmeme” demesi. Nayman “Maalesef işsizlerimize iş beğendiremiyoruz. İnsanlar, yüksek maaşlı ve rahat iş arıyor” diye konuşmuş. Sn. Nayman haklı. İnsanlar iş aramıyor İŞ arıyorlar. Hoca ne diyorsun demeden ben iş deyince ne anlıyorum onu anlatayım da neden iş aramıyorlar İŞ arıyorlar dediğim anlaşılsın. İŞ elbette içinde maaş da olan bir büyük pakettir. Paketin içinde ne olduğunu anlamak için işten ayrılanların neden işlerinden ayrıldıklarını[2] bilmek yeter. Buna göre insanların bir işe girdiklerinde aralarında maaş/ücretin de bulunduğu bir sürü beklentileri var. Bu hafta ben başlıklar halinde bu beklentilerin bir listesini vereceğim (onun için yazının başlığını Yine İşsizlik-1 olarak attım) gerekirse Yine işsizlik-2 der haftaya açıklamalı sohbetini yaparız. İnsanlar iş ararken veya işlerinde kalıp kalmamaya karar verirken aşağıdaki şeylere bakıyorlarmış:

  1. Yöneticileri tarafından takdir edilmek;
  2. Örgüt tarafından takdir edilmek;
  3. Örgüte aidiyet duygusuna sahip olmak;
  4. İş hayatı ve özel hayat arasında denge kurmak;
  5. İş arkadaşlarınca önemsenmek ve güvenilmek;
  6. Örgütte yükselebilme potansiyeli bulmak;
  7. Yaptığı işi sevmek;
  8. Altından kalkılamayacak bir iş yüküne sahip olmamak;
  9. Yeterli maaş/ücret almak;
  10. Esnek çalışma koşullarına sahip olmak;
  11. Ailesi ile ilgilenebilecek olanaklara sahip olmak;
  12. Daha iyi iş seçeneklerini kolayca bulmak;
  13. İş ve çalışma koşullarının güvenli olması;
  14. Çalışma koşullarında diğerleriyle olumsuz ve gergin ilişkilerin olmaması;
  15. İş yerinde kendini geliştirme olanaklarının bulunması;
  16. Yaptığı işin önem ve anlamının hem kendisi hem örgütü tarafından anlaşılması;
  17. Bağımsız çalışabilme olanaklarının bulunması;
  18. Rakip şirketlerin elemana ilgisinin fazlalığı;
  19. Yaptığı işte teknolojinin olanaklarının kullanılamaması;
  20. İstenilen/beğenilen bir yerde yaşama olanağının bulunmaması;
  21. Kendi işini kurma arzusunun ve olanağının bulunması.

Şimdi, gördüğünüz gibi maaş/ücret yukarıda sıralananlardan sadece biri. Yani maaş veriyoruz iş beğenmiyorlar deyip milleti eleştirmemek, realite dışı ithamlarda bulunmamak lazım. Bir işi beğenmemek için sürüyle neden olabilir.

Kendimden örnek vereyim. Ben büyük bir arzuyla üniversite öğretim üyesi oldum. Üniversite öğretim üyesi olmak şimdi nasıl bilemiyorum ama o zamanlar zor işti. Söz gelimi, lisans, yüksek lisans ve doktora dereceleri gerekiyordu. Ben lisans derecemi ODTÜ İdari İlimler Fakültesi işletmecilik bölümünden, yüksek lisans derecemi yine ODTÜ Fen Fakültesi Matematik bölümünden aldıktan sonra doktoramı da ABD’de Chapel Hill’deki Kuzey Karolina Üniversitesi’nden aldım. Diplomalarım elimde! İsteyene gösteririm. On yılım okullarda geçti. Orada da bitmedi. Asistanlık imtihanına girdik düzinelerle adayla rekabet edip kazandım. Orada da durmadı. Tez yaz, araştırma yap, yabancı dil sınavını geç, jüri karşısında otur sözlü sınava alsınlar falan. Şimdi bakıyorum da… Neler duyuyor, okuyoruz. Neyse birkaç örnekten genelleme yapıp ne kendimin ne sizin canınızı sıkmayayım. Yeteri kadar can sıkacak iş var. Özetle öğretim üyeliği işini hak edene kadar çok uğraştım. Yani tatmin edici bir maaş almamama rağmen diğer bir sürü nedenden işimi seviyordum. Ama ülkede 1980’lerde her şeyi bilen (veya bildiğini iddia eden) birileri yönetime el koyunca ‘işimi beğenmemeye’ başladım. Burada detaylarını anlatmaya yer ve gerek olmayan nedenlerden istifa edip mesleğime ABD’de devam kararı aldım. ABD’de işime severek devam ederken ve bu sefer tatminkâr ücret alırken bu kez de yüksek eğitimin felsefesi değişti.

Hep ürünlerim olarak gördüğüm öğrencilerin müşterilerimiz olduğu söylenmeye başladı. Yukarıda sıraladığım nedenlerden (maaş hariç) mesleğimi orada da beğenmemeye başladım ve bıraktım. İşte böyle herkesin geçinmeye ihtiyacı var ama ‘tatminkâr’ maaş veya ücret, onlar her neyse, bu sunulan her işi beğenmek için yeterli gerekçeler değillerdir.

Sağlıcakla kalın

Kaynaklar:

[1] Deyimin kökeninin Fransa sarayında tuvalet olmaması ve dolayısıyla saray mensuplarının büyük abdestlerini ortalığa yaptıktan sonra kuruyunca kaldırıp taşımak için üstüne bir tavuk veya kaz tüyü saplamaları olduğu söylenmekle beraber Anadolu'nun bazı yerlerinde tezeklerin kuruduktan sonra bir yerden diğerine kolaylıkla taşınması için tezeklerin üzerine bir çubuk veya tüyün batırılmasından kaynaklandığı da söylenir.

[2] McKinsey&Company, ‘Great Attrition’ or ‘Great Attraction’? The choice is yours,” 8 Eylül, 2021.

Tüm yazılarını göster