Geleneksel üretim biçiminde yer alan işler, “kahverengi işler” olarak tanımlanıyor. Kahverengi işler, “hammaddeyi etkin kullanmayan, enerji verimliliğini hedef olarak belirlemeyen, fosil enerji kaynaklarına bağlı üretime devam eden ekolojik dengeyi ön planda tutmayan, iklim değişikliğine neden olan ve uygun iş standartları sağlamayan işler” olarak ifade ediliyor. Yeşil işler ise, “çevreye karşı duyarlı, iklim değişikliği ve ekosistemde iyileşme sağlayan, geri dönüşüm, gürültü kirliliği gibi sorunların çözümüne de katkıda bulunan işler” olarak nitelendiriliyor. Bir işin yeşil olabilmesi için, sürdürülebilir kalkınma ve yeşil ekonomi prensiplerini benimsemesi, yaşayan ve gelecek nesiller için ekonomik, ekolojik ve sosyal açıdan tehlike oluşturmayan bir nitelikte olması gerekiyor. Yeşil işler genel olarak, “enerji verimliliğini arttırma, yenilenebilir enerji kaynakları, toplu taşımacılık, geri dönüşüm, doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı ve ekolojik hizmet faaliyetlerini kapsıyor. Bu konuda yapılan tanımlamaların ortak noktası, yeşil işleri çevre üzerinde doğrudan ve olumlu etkileri olan işler olarak değerlendirmek. Yeşil iş kavramını 1994 yılında ilk kez, Marc Jacobs “Green Jobs: The Employment Implications of Environmental Policy” isimli eserinde kullanmış. M. Jacobs, “sosyal ve ekonomik değişimle beraber mevcut sanayilerin yeşil hale gelmesi ve yaşam biçimlerinin çevreye daha duyarlı olmasıyla birlikte yeşil işler kendiliğinden oluşacaktır” görüşünü ifade ediyor. Yeşil iş kavramını ekolojik sorunların çözümünde uluslararası boyuta taşıyan ilk tanım da Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından yapılmış. UNEP’e göre, yeşil işler, insanlığın karşı karşıya olduğu ekolojik sorunları azaltmayı hedefleyen işler olarak kabul ediliyor. UNEP), ILO (International Labour Organization), IOE (International Organization of Employers), ITUC (International Trade Union Confederation) tarafından hazırlanan 2008 tarihli Yeşil İşler Raporu’nda ise yeşil işler, “üretim, tarım, hizmet ve Ar-Ge alanlarında insanlığın karşı karşıya olduğu ekolojik sorunları ortadan kaldırmayı amaçlayan işler” olarak tanımlanıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün yapmış olduğu yeşil iş tanımı da, “bir iş sürdürülebilir üretime katkı sağlıyorsa, enerji ve doğal kaynaklardan tasarruf ediyorsa, yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanıyorsa, çevre ve hava kirliliğine yol açmıyorsa, biyolojik çeşitliliği koruyorsa yeşil iştir” şeklinde ifade buluyor. Diğer taraftan, Yeşil teknoloji kavramı, “üretim süreç, yöntem ve tekniklerini enerji yoğun, enerjiden tasarruf eden, ekonomik olarak uygulanabilir ve çevre dostu hale dönüştürmek için ürünlerin üretim süreç, yöntem ve tekniklerine uygulanması” olarak tanımlanıyor.
Yeşil işlerin yeşil teknolojilerle desteklenmesi gerekiyor. Zira yeşil iş modelleri ve yeşil teknolojilerinin net sıfır emisyon hedefine ulaşma noktasında kilit rol oynadığı aşikar. Bu alanda oluşacak talebin özellikle taşımacılık, enerji ve hidrojen sektörleri başta olmak üzere birçok sektörde 2030 yılına kadar yıllık 12 trilyon $'lık bir satış hacminin elde edilmesini sağlayacağı tahmin ediliyor. McKinsey uzmanlarına göre, belirlenen iklim hedeflerine ulaşılabilmesi için bu alanda faaliyet gösteren 200 ila 300 arasında değeri 10 milyar doların üzerinde olan şirketin oluşması gerektiği ifade ediliyor.
Bu açıdan değerlendirildiğinde, yeşil iş modellerine ve yenilenebilir enerjiye yönelik büyük miktarda yatırım yapılması gerekliliği ön plana çıkıyor. 2050 yılına kadar bu alandaki yatırımların 276 trilyon $'ı aşması gerektiği belirtiliyor. Bu tutarın elde edilebilmesi için yıllık kümülatif sermaye harcamasının günümüzdeki ortalama seviyesi olan 5,7 trilyon $'dan 9,2 trilyon $ çıkması gerekiyor. Bu da yıllık 3,5 trilyon dolarlık ilave bir sermaye ihtiyacı olduğunu ortaya koyuyor. 2022 yılında yenilenebilir enerji sektörü 500 milyar $ yatırım çekti. Fosil yakıtlara yapılan toplam yatırım ise aynı dönemde 450 trilyon $ olarak gerçekleşti. Bu sayede yenilenebilir enerjiye yapılan yıllık yatırım tutarı ilk defa 2022 yılında fosil yakıt yatırımlarını geçmiş oldu. McKinsey analizlerine göre net sıfır emisyon hedefine ulaşılabilmesi için yıllık yenilenebilir enerji yatırımlarının 2030 yılına kadar fosil yakıt yatırımlarının dört katına ulaşması gerektiği ifade ediliyor.
Öte yandan, küresel çapta düşük karbon emisyonlu bir ekonomiye ulaşılabilmesi için yıllık 4-6 trilyon dolar arasında ilave bir yatırım ihtiyacı bulunuyor. Toplam küresel iklim fon hacmi gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaçlarını karşılama konusunda yetersiz kalıyor. 2019 ve 2020 yıllarında bahse konu fon akışı toplam 803 milyar $ seviyesinde gerçekleşti. Bu tutar, gelişmekte olan ülkelerin yıllık finansman ihtiyacının yaklaşık üçte birine tekabül ediyor. Geçen haftaki yazımda bahsettiğim Birleşmiş Milletler Taraflar Konferansı’nda, gelişmiş ülkelerin iklim değişikliğine yönelik yıllık toplam 100 milyar $ tutarında yatırım yapmasına ilişkin alınan önceki kararın yerine getirilmediği belirtilerek, alınan bu kararı uygulama konusunda gelişmekte olan ülkelere uyarıda bulunuldu. Her zaman ifade ettiğim gibi, dünyada çevresel duyarlılığa yönelik bir dönüşümün gerçekleştirilebilmesi çok güçlü bir küresel yönetişim gerektiriyor.