Fatih Ceylan
Emekli Büyükelçi-Ankara Politikalar Merkezi Başkanı
31 Mart’ta gerçekleşen yerel seçimlerin sonuçları Türk siyasetindeki dengeleri derinden etkiledi. Yabancı ülkelerdeki yansımaları itibarıyla da dışarıdaki olumsuz Türkiye imajında bir değişim sürecinin başlamasına kapıyı araladı. Ana muhalefet partisi CHP’nin yerel seçimlerdeki büyük başarısının önümüzdeki dört yıllık sürede iç politika açısından yeni bir soluk getireceği şüphesizdir. Bu bağlamda, CHP’nin yerelden aldığı güçle, 2028’deki Başkanlık ve Genel Seçimlere çok daha iddialı ve kapsamlı bir tarzda hazırlanması beklenmelidir. İktidar çevrelerinin ise, seçimlerdeki ciddi siyasî kayıplarını olabildiğince telâfi etmek üzere seçim sonuçlarının ayrıntılı bir tahliline girecekleri ve kendilerine yeni bir rota belirleyebilecekleri öngörülebilir.
An itibarıyla seçimlere dair analizlerin, doğal olarak, iç politika odaklı bir çerçevede yapıldığı gözlenmektedir. Bu durumun en azından önümüzdeki kısa dönemde sürmesi doğal olacaktır.
Ortaya çıkan sonuçların Türk dış politikası açısından olası sonuçları analistlerin dikkatini şimdilik pek celb etmemektedir. Diğer yandan, madalyonun dışa dönük yüzünü de ele almak önemli, hatta kaçınılmazdır. Küreselleşmenin tüm hatlarıyla çöküntüye uğramadığı, ancak büyük yara aldığı kesindir. Bu tabloya ek olarak büyük güçler arasındaki rekabetin derinleştiği, bunun dünyada ve çeşitli bölgelerdeki değişimleri tetiklediği, yereli ve yerel paydaşları da kapsayan bir çehreye büründüğü de görülmektedir.
Yerelin gücünü dış dünya görmezden gelemez
Ana muhalefetin, geçmiş seçimlerde olanın aksine, bu kez sadece Türkiye’nin kıyılarına sıkışmaktan kendini kurtardığı, dolayısıyla Anadolu’nun karasal kütlesine ve burada yaşayan toplum kesimlerine doğru siyasî anlamda etki icra etmeye başladığı yadsınamaz. Keza ana muhalefet partili yerel yönetimlerin idaresinde yaşayan nüfusun ülke nüfusunun yarısından fazlasına tekabül ediyor olmasının da dikkat çekici bir veri olduğu ortadadır. Ortaya çıkan bu gerçekliği dış dünyanın görmezden gelmesi de mümkün değildir. Bu itibarla, mevcut ortamda ve Türk siyasetinin gelecekte dönüşebileceği olası siyasî yapılanmaya bağlı olarak yerel seçimler ertesinde ana muhalefetin elde ettiği yerel gücün bölgesel ve küresel anlamda şekillendireceği dış politika dinamiklerini şimdiden mercek altına almakta yarar bulunmaktadır.
Ana muhalefetin Türkiye genelinde kazandığı büyük başarı karşısında dış aktörlerin geleceğe dönük olarak kendi ulusal çıkarları doğrultusunda gardlarını alacakları; bu bağlamda yerelde güç kazanan ve ön plana çıkan siyasî şahsiyetlerin söylem ve eylemlerini yakından değerlendirecekleri şüphesizdir.
31 Mart seçimlerinde İstanbul’un, başta iktidar tarafından olmak üzere ana odak noktası yapıldığı şüphesizdir. Bu çerçevede, Büyük Şehir Belediye Başkanlığı’na daha güçlü bir oy tabanıyla yeniden seçilen Ekrem İmamoğlu’nun yerelden hareketle dış politikaya yönelik söylem ve tutumlarının yakından izleneceği bilinmelidir. Nitekim İmamoğlu 2 Nisan’da sosyal medya hesabında yayımladığı bir mesajda özetle, İstanbul yerel seçimlerinin sadece İstanbul için değil, Türk demokrasisi açısından da önemli bir anı teşkil ettiğini, demokrasimizde gözlenen çöküşün sona ermekte bulunduğunu, ortaya çıkan sonucun otoriterlik karşısında demokratik değerlerin dayanıklılığının bir kanıtını oluşturduğunu ve yeni durumun baskıcı rejimler altında yaşayanlara özgürlük ve eşitlik vizyonuyla esin verdiğini vurgulamıştır.
Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş yurtdışında da gündem yarattı
Mansur Yavaş’tan şimdilik benzer bir çıkış gelmemekle birlikte yerel seçimlerin ulusal, bölgesel ve küresel yansımaları bağlamında İstanbul’a benzer bir gözlemi Ankara’da rekor oy alan Yavaş için de yapmak gerekir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Genel Başkanlık görevini üstlendikten sonra yapılan ilk seçimlerde partisini birinci parti konumuna getirme başarısı göstermiş olması da dış dünyanın göz ardı edemeyeceği bir gerçekliktir.
Bu gözlemleri esas aldığımızda, söz konusu üçlünün sadece iç politika bağlantılı değil, dış politikaya ilişkin söylem ve yaklaşımlarının yabancı aktörlerin radarlarına önümüzdeki dönemde daha derin izlerle gireceğini öne sürmek yanıltıcı olmayacaktır.
Yerel yöneticiler olarak gerek İmamoğlu’nun, gerek Yavaş’ın bu konumlarının gereği sorumluluklarını yerine getirme çabalarını sanki ikinci plana attıkları şeklinde geçmişte ileri sürüldüğüne tanık bulunduğumuz eleştirilere mahal vermeksizin, esasen büyük metropol kentlerin uluslararası ölçekte de yankı bulan sorunlarına ilişkin görüşlerini hem ulusal, hem de uluslararası düzeyde dile getirmeleri; bunu yaparken dış politikayı da ilgilendiren bölgesel ve küresel konulara (iklim değişikliği, göç, toplumsal dayanıklılık başta olmak üzere) değinmeyi ihmal etmemeleri önem taşıyacaktır. Uluslararası görünürlüklerini artıracak faaliyetlere aktif biçimde katılmalarının yollarının (İmamoğlu’nun iklim değişikliği COP 26 Glasgow toplantısına katılımı örneğinde olduğu gibi) bu yeni dönemde daha fazla ve sistematik biçimde değerlendirilebileceği öngörülebilir. Hâsılı, yerel ölçekten bölgesel ve küresel düzleme geçişte yerelin gereksinim ve önceliklerinin arka plana itildiği izlenimi verecek söylem ve tasarruflardan kaçınılmasına özen göstermeleri gerekecektir.
Bu noktadaki asıl soru, politik gelişmelerin seyrine bağlı olarak ileride liderlik bağlamında ortaya çıkabilecek olası siyasî rekabet bir yana koyulacak olursa, seçimler ertesinde CHP’nin yerelde elde ettiği fizikî ve moral üstünlüğü dış politikayı etkilemede nasıl ve ne yönde kullanacağıdır.
Günümüz dünyasında yerel aktör ve kurumlar da küresel siyasetin ayrılmaz ve önemli birer bileşenleridir. Dünyanın önemli başkentlerini ve/veya kentlerini yöneten siyasî figürlerin hem bölgesel hem küresel anlamda oynayacakları rolleri bulunmaktadır.
Gelişmiş demokrasilere sahip yabancı ülkelerin, Türkiye’yi ve dış politikasını doğal olarak iktidar cephesi yönüyle takip ederken, etki alanını ve tabanını geniş tutan ve yerel seçimlerden başarıyla çıkmış yerel yöneticileri dikkate almaları kaçınılmazdır. Bu çerçevede, son yerel seçimlerde muhalefette öne çıkan üç siyasi oyuncunun (Özel, İmamoğlu ve Yavaş) dış politikaya bakışlarının dış aktörlerce daha yakından irdeleneceğine kuşku yoktur.
Bu gerçeklikten hareketle CHP liderlerinin, yerel-bölgesel-küresel çerçeveyi kaynaştıran, bunların kesişme noktalarına açıklık getiren, küresel düzene dair yaklaşımlarına berraklık kazandıran, bu çerçevede çağdaşlık hedefinden sapmaya izin vermeyen bir anlayış temelinde Türkiye’nin gelecekteki rol ve konumu için nasıl bir çerçeve öngördüklerini ortaya koyan yeni bir söylem ve program geliştirmeleri ve bunu kamuoyuyla paylaşmaları gereklidir.
Başlayan bu yeni dönemde CHP’nin parti programının dış politika bölümlerinin
gerekli ölçülerde yeniden ele alınması ve bunların toplum tarafından anlaşılması kolay söylemler eşliğinde kamuoyuna ilân edilmesi üzerinde durulmalıdır.
Dış politikada hâlihazırda mevcut darboğazların nasıl aşılacağı öncelenmeli
Programın dış politika bölümlerinin, bölgesel ve küresel değişimleri gözeterek,
CHP’nin kuruluş değer ve ilkelerinden sapmaya meydan vermeksizin geleceğe dönük daha vizyoner, gerçekçi ve uygulanabilir bir anlayışla gözden geçirilmesi düşünülmelidir. Dış politikada hâlihazırda mevcut darboğazların nasıl aşılacağına, bölgemizdeki çatışmalar ve istikrarsızlıklara ne yönde çözümler getirileceğine, Karadeniz, Doğu Akdeniz, Ege, Kıbrıs, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya-Orta Asya kuşaklarında neleri hedeflediklerine, “Küresel Güney”le hangi yönde ve ölçüde ilişki kurulacağına dair bir vizyon geliştirmeleri öncelenmelidir. Küresel ölçekte ABD-Rusya-Çin üçlüsünün, yereli de kapsayan çerçevede kendi aralarındaki stratejik rekabetin seyrini dikkate alacak ve bu rekabette Türkiye’nin yön ve konumunu kuşkuya mahal bırakmayacak bir bütüncül çerçeve içinde belirleyecek net, açık ve anlaşılabilir bir yol haritası ortaya koymaları icap edecektir. Söz konusu yol haritası kapsamına alınabilecek bileşenleri şöylece toparlamak mümkündür:
- Türkiye’nin, Cumhuriyetle birlikte harcı atılan başta demokrasi olmak üzere çağdaş değerlerden uzaklaşmakta olduğu görüntüsü yaygınlık kazanmıştır. Dolayısıyla, ana muhalefet partisi yerelden aldığı güçle çoğulculuğa dayalı demokrasi, sivil özgürlükler ve hukuk devleti değerlerini sadece ulusal ölçeğe değil, bölgeye ve ötesine yansıtacak beceriyi sergilemelidir. Bu değerler üzerine inşa edilecek yumuşak gücünü yeniden ve sürdürülebilir bir çerçevede devreye almalıdır.
- Dış ve güvenlik politikaları elbette ulusal çıkarlara dayalıdır. Ana muhalefet partisi, ulusal çıkarları koşullar gereği yeniden tanımlamalı, bu bağlamda çıkarlar-değerler denklemini yerel, bölgesel ve küresel düzlemlerde belirlemek üzere kurumsal akla ağırlık kazandıracak yolları araştırmalıdır. İzlenecek diplomasiyi bu temele dayandırmalıdır.
- Sadece yerelde değil ülke çapında “demokrasi muhafızlığı” rolünü üstlenmeli, bu tutumunu dış politikada da ispat etmelidir. Buna bağlı olarak demokrasinin sadece sandıktan ibaret olmadığını ortaya koymalıdır.
- Her geçen gün derinleşen stratejik rekabet karşısında hazırlıklı ve dayanıklı olmak için erken Cumhuriyet döneminde olduğu gibi yakın coğrafyasında barış, huzur, istikrar ve refahı öne alan her türlü girişime önderlik yapmalı, gerektiğinde bu hedefleri pekiştirecek bölgesel ve küresel girişimler içinde başından itibaren yer almalıdır.
- Dış politikayı mezhebi / itikadî kalıplardan azâde edip, ulusal çıkar temelli kulvara sokacak çözümleri şimdiden belirleyip, kucaklayıcı bir anlayışla kamuoyunun dikkatine getirmelidir.
- Doğu dünyasıyla olan bağlarını ulusal çıkarlarını ve önceliklerini zafiyete uğratmadan ilerletmeye; Batı âlemiyle olan ilişkilerinde ortaya çıkan bozulmaları, karşılıklı çıkarlar temelinde, tamir etmeye; “Küresel Güney”le olan temaslarında ise yenilenecek imajını ve yumuşak gücünü etkin olarak kullanmaya dayalı bir yaklaşımla hareket etmelidir.
- Türkiye’nin Batı çıpası önemlidir; çıpanın Batıda olması kadar insanlığa mal olmuş Batı değerlerine atılması daha da önceliklidir. Bu çerçevede, temel insan hak ve hürriyetlerini, hukuk devleti normlarını esas alarak toplumun her kesimine ayrımsız yaymaya, bu değerlerin toplum tarafından özümsenmesini sağlamaya ve bunları pratikte uygulamaya dayalı bir tutumun, ana muhalefet partisinin elini güçlendireceği gibi, Türkiye’ye dış politikasında yeni ufuk ve alanlar açacağı öngörülmelidir.
Son yerel seçimler tabiatıyla her şeyi bir günden ötekine değiştirecek sihirli değnek değildir. Öte yandan, bu seçimlerin ileride doğuracağı etkiler bağlamında kritik bir siyasî sürecin başladığı yadsınamaz. Başlayan sürecin olası sonuçlarının iç siyasetle sınırlı kalmayacağını, bu itibarla dış politikaya da uzantıları olacağını şimdiden öngörmek ihtiyat gereğidir. Meseleye bu açıdan bakıldığında, an itibarıyla öne çıkan ana muhalefetin sürükleyici liderlerinin söylem ve düşüncelerini paylaşırken, geleceğe dönük dış politika vizyonlarını, mevcut yönetimsel durumun aksine, dar iç siyasî hesaplar uğruna zafiyete uğratmayacak yönde belirlemelerinin daha sağlıklı ve tercihe şayan bir seçim oluşturacağı şüphesizdir.