Yeni’nin yürüyüşü: Vizyon – İrade – İcraat

Burak DALGIN Dünya Penceresi

BURAK DALGIN

İZMİR İKTİSAT KONGRESİ

Haziran 1992.

Vatandaşlarımızın yarısı henüz doğmamış. Türkiye’nin nüfusu 57 milyon. Kişi başı gelirimiz 2 bin 500 dolar. Yıllık ihracatımız 15 milyar dolar.

Soğuk savaş yeni bitmiş. Doğu Avrupa ülkelerinin ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin nasıl ilerleyeceği meçhul. Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ülkeleri Avrupa Birliği (AB) adıyla birleşmeye karar vermiş. Internetin Türkiye’ye gelmesine henüz bir sene var. Cep telefonunu kimse bilmiyor. Amazon deyince akla alışveriş sitesi değil nehir ve orman geliyor.

Böyle bir ortamda İzmir İktisat Kongresi toplanıyor. Tema tam isabet: “21. Yüzyıla Doğru Türkiye”

Cumhurbaşkanı Turgut Özal, vizyoner konuşmasını tarihe geçen cümlesiyle tamamlıyor: "Ciddi hatalar yapmazsak, 21. yüzyıl Türkiye'nin yüzyılı olacaktır."

O gün ben ortaokul öğrencisiydim. Bugün oğlum liseye gidiyor. İki kongre arasında tam bir nesil var. Peki, bu süreyi nasıl geçirdik?

Elbette büyüdük. Nüfusumuz 1.5 katına çıktı. Kişi başı milli gelirimiz 12.500 doları gördükten sonra şimdi 9.500 dolar seviyesinde. 30 sene önce bir yılda yaptığımız ihracatı, şimdi bir ayda yapıyoruz.

Öte yandan, dört alanda karnemiz pek parlak değil.

- Birincisi, dünyadaki durumumuz. 1992’deki kongreye giderken dünyanın 20. büyük ekonomisiydik. Bugün aynı yerdeyiz. Dünya ekonomisindeki payımız yüzde 1’di. Şimdi bunun bile altındayız.

- İkincisi, rakiplerimize göre halimiz. Kişi başına milli gelirde 30 sene önce Polonya ile aynıydık. Bugün bizim iki katımızlar. 1992’de Çin’in kişi başına milli geliri yedide birimizdi. Bugün bizden yukarıdalar.

- Üçüncüsü, hedeflerimizi tutturma performansımız. Meşhur 2023 hedeflerinin o kadar uzağındayız ki... Milli gelirde hedef 2 trilyon dolardı. Yarısından bile düşük seviyedeyiz.

- Dördüncüsü, kaçan fırsatlar. Mesela elimizden kayıp giden demografik fırsat penceresi. Çalışma çağındaki nüfusumuzun toplamdaki payı artık düşmeye başlıyor.

Bir Çin atasözü ”Değişim rüzgârları esince, bazıları duvar örer, bazıları yel değirmeni yapar” diyor.

İlk temel kavramımız olan vizyon, tam da bu. Dört büyük meydan okumaya yaklaşımımız, yarınlarımızı şekillendirecek.

- Birincisi, teknolojik dönüşüm. 1992’deki İzmir İktisat Kongresi yapıldığında Türkiye’de kaç internet kullanıcısı vardı? Sıfır. Bugün? 70 milyon…. Cobot’un yani insanla robotun beraber yapacağını konuşuyoruz. Hem açık veri ve bulut bilişimden yararlanmaya çalışıyor, hem de siber savaştan tedirgin oluyoruz. Bunlardan korkmak da mümkün... Teknolojik sıçrama odaklı bir kalkınma stratejisi kurgulamak da...

- İkincisi, orta direğin erimesi. Milletimizin çimentosu; demokratik hukuk devletinin güvencesi; güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı kalkınmanın dinamosu orta direk, göz göre göre eriyor. Orta sınıfın çöküşüne ağlamak da bir seçenek... Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında yeni bir toplumsal mukavele ile orta direği ayağa kaldırmak da...

- Üçüncüsü, küreselleşmenin ve tedarik zincirinin yeniden şekillenmesi. Malların serbest dolaşımı büyük fırsatlar yarattı. Pazarlarımızın daralmasından endişe etmek de bir seçenek... Dünyanın önde gelen üretim ve ihracat üssü haline gelmek de...

- Dördüncüsü, yeşil mutabakat. Sürdürülebilirlik artık sadece bir iyilik alanı değil. Risk yönetimi ve stratejinin ana konusu. Bunlara lüks veya ilave maliyet olarak bakmak da bir seçenek... Enerjide arz güvenliğini sağlama, cari açığı azaltma, yepyeni teknolojilerin önünü açma ve Avrupa Birliği ile ilişkileri derinleştirme fırsatı görmek de...

Uzun tespitlerle ve kimsenin itiraz edemeyeceği genelgeçer temennilerle bir yere varamayız. Dört alanda kolları sıvamamız gerekiyor:

- Birincisi, restorasyon, yani onarım. Kurumsal mimarimizi bir an önce yeniden inşa etmeliyiz. Bununla beraber, demokraside, hukukun üstünlüğünde, basın özgürlüğünde dünya 100. ve gerisinde olma halimize son vermemiz lazım.

- İkincisi, entegrasyon, yani bütünleşme. Büyük ülke olmak milletin birlik ve beraberliğinden geçer. Toplumu mikro-gruplara bölen kimlik siyasetine ve nefret diline cepheden karşı çıkmalıyız. İçeride bütünleşme yetmez, dünya sisteminin parçası olan, dünyayla yarışan bir ülke de olmalıyız. Bunun için Eurovision’dan olimpiyatlara, gümrük birliğini güncellemekten Silikon Vadisi’ne büyükelçi atamaya uzanan her alanda ilerlemeliyiz.

- Üçüncüsü, mobilizasyon, yani seferberlik. Üç gencimizden birini ‘ne işte ne okulda’ halde bırakamayız. Çalışma çağındaki 10 kadından 3’ü çalışırken gelişmiş ülke olamayız. Engellileri eve mahkum ederek vicdanımıza hesap veremeyiz. Bunun için evrensel kalitede yaşam boyu eğitim; bunun için yaygın yaşlı ve çocuk bakım merkezleri; bunun için internet ve teknolojik cihazlara ucuz erişim; ve bunun için güvenli sokaklar.

- Dördüncüsü, transformasyon, yani dönüşüm. Kalkınma seferberliğimizin merkezine rant yerine üretim, yatırım ve istihdamı; ucuzculuk ve fasonculuk yerine katma değer ve markalaşmayı; kontrol-kumanda ekonomisi yerine hür teşebbüsü; çıkar lobileri yerine KOBİ’leri koymaya mecburuz. Güçlü üretim için sağlam altyapıyı; artan yatırım için uygun finansmanı; büyüyen istihdam için ara değil aranan elemanları; şahlanan ihracat için açılan pazarları ve yüksek katma değer için yaygınlaşan yenilikçiliği sağlamalıyız.

Tüm yazılarını göster