Doğrusu tuhaf zamanlardan geçiyoruz. Ekonomik konjonktürün tansiyonu bir alçalıyor bir yükseliyor.
Ekonomik konjonktür deyince aklımıza birçok nedenin birbirine bağlı olarak meydana getirdiği ekonomik dalgalanmalar’ gelir. Konjonktür ekonominin kader kavşağıdır. Çünkü ekonomik gidişat az ya da çok herkesi etkiler. Olumlu konjonktür yüzleri güldürür, ekonomiyi büyütür. Konjonktür rüzgarı kesilmek üzereyse yeni projeler rafa kaldırılır.
Sözlükler ‘konjonktür’ kelimesini belirli bir olayı, belirli bir zamanda çerçeveleyen ve etkileyen koşulların tümü’ olarak tanımlıyor. Üretim, tüketim, para dolaşımı ve yatırım gibi çok sayıdaki ekonomik değişken ve bunları etkileyen tüm sosyal psikolojik olgular, belirli bir dönemdeki konjonktürü oluşturur. Siyasi konjonktür hem ekonomiyi etkiler, hem ekonomiden etkilenir.
Dış ticaret açısından bakınca konjonktür geçen yıl Türkiye’nin lehine gelişti. Dünya çapında tedarik zincirlerinde ortaya çıkan hasar Türkiye için bir fırsat penceresi oluşturdu. Coğrafi konumumuz ile bu toprak üzerinde inşa ettiklerimiz siparişlerin Türkiye’ye yönelmesine neden oldu.
Peki ya 2022? Öyle ya yeni bir takvim yılına giriyoruz. Yeni yıl neler getirecek? İhracatımız aynı şekilde artmaya devam edecek mi? Dünyada olup bitenler bize nasıl yansıyacak?
Ya da büyüme açısından bakalım... İhracatımızın da net katkısıyla 2021’de yüzde 10 civarında bir büyüme kaydetmemiz hiç kimseyi şaşırtmayacak. Muhtemelen 2021’i Hindistan’dan sonra ikinci en hızlı büyüyen ülke olarak kapatacağız. Peki ya 2022’de büyüme performansımız nasıl seyredecek?
Bu soruların yanıtlarını tahmin etmek kolay değil. Tabii ki, ekonomik göstergelerin yardımına başvurabiliriz. Ekonomik göstergeler, konjonktürün yönünü belirlemek isteyenler için çok yararlı araçlardır. Fakat bugüne kadar ki deneyimlerimiz gösteriyor ki, yüzlerce göstergeyi tek tek incelesek ve bunları tek bir modelde birleştirip en güçlü bilgisayarların olanaklarıyla analiz etsek de gelecek hakkında kesin tahminler yapamıyoruz.
Nedenleri belli. Bir kez, ekonomik olaylara yön veren toplum psikolojisi, rakamlara, formüllere dökülemiyor. Doğal olaylar da öyle. Bir kaç günlük, hatta haftalık hava durumunu tahmin etsek bile bütün bir yıla hakim olacak hava koşullarını önceden tahmin etme imkanı yok. Keza doğal afetleri de... Siyasi krizleri, çatışmaları ve savaşları tahmin imkanı da hayli kısıtlı. Kısacası beklenmedik doğal, ekonomik ve sosyal olaylar konjonktür rüzgarının yönünü aniden değiştirebiliyor.
Aynen Covid-19’un etkilerinde olduğu gibi. Ancak bu etkileri tespit etmek de tek başına yeterli değil. Bir örnek vereyim.. Geçenlerde dünyanın önde gelen çip üreticilerinden Microchip Technology Başkan Yardımcısı Nuri Dağdeviren ile konuşurken kendisine ‘Bu çip krizi ne zaman bitecek?’ diye sordum. Dağdeviren 25 yıldır bu işin tam merkezinde. Kaliforniya’da hem çip tasarlayan hem de üreten bir firmanın en üst düzey yöneticilerinden biri. Dedi ki, “Biz bu çip krizinin ne zaman biteceğini bilmiyoruz. Çünkü bu krizin neden çıktığını da bilmiyoruz.” Tabii, bu yanıt karşısında hayli şaşırdım. Öyle ya işin tam merkezindeki bir uzman, işi yöneten üst düzey bir kişi dahi, krizin ne zaman sona ereceğini söyleyemediği gibi, neden ortaya çıktığını da anlamadığını söylüyor. Dağdeviren, sözünü şöyle tamamladı: “Ne zaman biteceğini söyleyemem. Ancak bu çip krizinin ne zamandan önce bitmeyeceğini söyleyebilirim. 2022 sonundan önce bitmez!”
İzninizle sayın Nuri Dağdeviren’in bu saptamasının detaylarına bu yazıda girmeyeyim. Fırsatçılıktan jeopolitik çekişmelere kadar hayli kapsamlı bir içeriği var konunun. Vurgulamak istediğim şey şu: Çip krizi gibi tedarik darboğazlarını, kur dalgalanmalarını, navlun oynaklıklarını, dünyanın büyük güçleri arasındaki hegemonya çekişmelerini bundan böyle uzunca bir süre ‘yeni normal’ olarak yaşayacağız.
Bunların ötesinde geleceği tahmin etme işi şu sıralar iyiden iyiye zorlaştı. Bunda ‘değişim’ dediğimiz şeyin büyük etkisi var. Değişim her alanda her zaman geçerli. Ama bugünkü değişimin ana eksenini dijitalleşme ve yeşil dönüşüm oluşturuyor. Dünya ikisinin birbirini desteklemesi ve beslemesi nedeniyle dijital-yeşil dönüşüm diye adlandırabileceğimiz yeni bir faza ilerlerken, belirsizlikler de artıyor. Dijital-yeşil dönüşüm sadece maliyetlerimizi değil, işimizi, sektörümüzü de değiştiriyor.
Yani mesele sadece ürün tedarikinde yaşanan zorluklar, fiyatlama güçlükleri gibi konjonktür ile sınırlı değil. Dünya aynı zamanda bir paradigma değişiminin de sancılarını yaşıyor. 2023’ten sonra örneğin Avrupa raflarında mallarımız olacaksa, ‘Yeşil Mutabakat’ uyulması gereken bir çerçeve artık.
Değişim denilen şey bizden bağımsız değil. Bir yerlerde bizden bağımsız değişen bir hayat ya da bir ticaret yok. Ne değişecekse bizim de yaptıklarımıza bağlı olarak değişecek. O zamana kadar da belirsizliğin, karmaşıklığın esas olduğu bir dönem yaşayacağız. Bir anlamda hayat bundan sonra bir süre aritmik olacak.
Şu anda hala bizim alışık olduğumuz ritim planlar, programlar üzerinden şekilleniyor. İnsan zihni alışmış belirlilik arıyor. İş planları, iş düzenleri, modeller... Gelin görün ki, şimdi o modeller üzerinde yeniden düşünmek zorundayız.
Nereden ve nasıl tahmin ederdik ki, demir-çelik sektörümüzün üretim yapısı gün gelecek bir tür avantaja dönüşecek...
'Ne demek istiyorsun' derseniz, anlatayım:
Türkiye demir-çelik üretimini dünyadaki genel eğilimin aksine büyük ölçüde hurda ile yapıyor. Mesela Avrupa'da demir-çelik üretiminin yüzde 75'i demir cevherinden yapılıyor. Türkiye'de ise bu oran neredeyse tam tersi. Şimdi değişen koşullar, komşuyu komşunun külüne muhtaç hale getirdi. Döngüsel ekonomiyi öne çıkardı. Hurdadan demir-çelik üretimi demir cevherinden üretime göre yaklaşık sekizde bir daha az enerji kullanımına, dolayısıyla daha az karbon salınımına neden oluyor.
Yani demem o ki, belki 10 yıl öncesinde dahi akla gelmeyen konular, şimdi geldi gündemin en tepesine yerleşti. Ne oldu: Eleştirilen üretim yapısı demir-çelikte Türkiye'yi bir anlamda avantajlı hale getirdi.
Ama yarın karşımıza ne gibi gelişmeler çıkacak, herkes hurdanın peşine düşeceği için hurda fiyatları daha da mı artacak? Bilemiyoruz.
Yoksa şu anda hiç farkında olmadığımız, beklemediğimiz başka gelişmelerle mi karşı karşıya kalacağız?
Aman bu sözlerimden 'Hiç bir planın, programın kıymeti kalmadı, stratejiyi filan boş verelim, nasıl olsa hiç biri tutmaz' diye bir sonuç çıkarmayın. Esas plan, program şimdi lazım. O ayrı...
Ama çok belli ki, bu dönemde 'siyah kuğulara' rastlama şansımız iyice arttı. Belirsizlik ve karmaşıklık yükseldi.
O zaman gelelim bu noktada sorulması gereken soruya. Belirsizlikler en azından bir süre daha esas olacaksa, piyasalardaki oynaklıkların dalga boyu artıyorsa, gelişmeleri tahmin etmek giderek zorlaşıyorsa, ne yapacağız? İşimizi yaparken neye güveneceğiz?
Söyleyeyim; en başta belirsizlikler altında yönetme becerimize...
Hani, Irak sınırında şoför değiştirip, TIR’ın yola devam etmesini sağlayan, konteyner krizi işlerine engel olmaya başlayınca, makarnasını ihraç etmek için gemi satın alan o yönetim kabiliyetimiz. Şimdi o kabiliyetimizi mümkün olduğunca kurumsallaştırırsak, o yeteneklerimizi olabildiğince şirketimizin her birimine ve bütün çalışanlarımıza yayabilirsek, dünyanın aritmisine karşı durabileceğiz. Dahası, bu kabiliyetimiz dünyanın bu yeni normalinde, rekabet gücümüzün de artmasına neden olacak.
Ve bu gücümüzle, her gün, her ay, her yıl, bir öncekinden daha üretken olmak durumundayız.
Yeni yılda da, mücadeleyi bir an dahi bırakmayacak, rekabeti ikinci doğamız haline getireceğiz.
Mazeret üretmeden var gücümüzle koşacağız. Tökezlesek de düşmeyecek, yolumuza devam edeceğiz.
Ülkemize, insanlarımıza ve kendimize güveneceğiz.
Hem yeşil-mavi gezegenimizi korumak için üstümüze düşeni yapacağız, hem de ihracatımızı artırmak için gidmedik yerini bırakmayacağız.
Binlerce gence iş kapılarını ihracat için üreteceğimiz yeni projeler, bulacağımız yeni pazarlar açacak.
Muhakkak başaracağız.
Başarmaya mecburuz.
Hepinize sağlık ve başarılarla dolu yeni bir yıl diliyorum.