Zafer Özcivan
Ekonomist-Yazar
Enflasyonla yaşamaya başladığımız Eylül 2021 tarihinden bu yana birçok ekonomi paketi, önlemler dizini en son olarak da kamuda tasarruf tedbirleri paketi açıklandı. Fakat önemli olan tedbirler veya önlemleri açıklamak değil, bunları harfiyen uygulamaktır. Bugüne kadar açıklanan hedeflere uyulmadığı bir gerçektir.
Geldiğimiz noktada faizlerin arttırılmasına geç kalınması sonucu enflasyon düşmedi hatta yükseldi. Orta vadeli planda 2024 yılı enflasyon hedefinin %38-42 arasında olacağı, mayıs ayında pik yaptıktan sonra yılın ikinci arısında düşme eğilimine gireceği ve yılsonu hedefinin tutturulacağı açıklanmıştı. Tabii ki yapılan hesaplar doğal olarak bir devlet kurumu olan TÜİK verileri baz alınarak yapılmaktadır. Ancak aylardır hatta yıllardır TÜİK rakamlarının gerçek hayatta yaşanan enflasyonla ilgisi olmadığı, verilen rakamların yaşanan enflasyon oranının neredeyse yarısı olduğu gerekçesiyle halkın bu kuruma olan güveni azaldı. Geçtiğimiz günlerde de ekonomim gazetesi yazarı Alaattin Aktaş tarafından TÜİK’in baz aldığı ürün ve hizmet bilgileri kamuoyu ile paylaşıldı. Ve gerçekle ilgisi olmadığı kanıtlanmış oldu.
Genel olarak tüm dünyada ekonomik krize giren ülkelerin krizden çıkmak için başvurduğu sistemler aşağıdaki gibidir.
- Sıkılaştırılmış pata politikası uygulanması
- KİT ürünlerine zam yapılması
- Sıkılaştırılmış maliyesi politikası
- Yeni vergilerin çıkarılması
Şimdi bunları biraz açmaya çalışalım;
- Sıkılaştırılmış para politikası, ülkemizde bir süreden bu yana uygulanmaktadır ve uygulama devam etmektedir. Burada amaç, tedavüldeki para miktarını kontrol altına alarak enflasyonun sebeplerinden biri olan iç talebi düşürmektir ve doğru bir uygulamadır. Ancak ülkemizdeki ekonomik duruma bakıldığında toplam nüfusumuzun %20 kadarı enflasyondan etkilenmeden rahat bir yaşam sürmekte, geri kalan %80 lik kesim yani yaklaşık 68 milyon kişi enflasyonu iliklerine kadar hissetmekte, hayat pahalılığından sürekli olarak etkilenmekte, alım güçleri de her geçen gün düşmektedir. Yani halkın çok büyük bir bölümü geçim sıkıntısı çekmekte, ekonomik krizden en çok olumsuz etkilenen kesimdir. Söz konusu kesimin gelir durumu son derece yetersiz olduğundan satın alma güçleri kalmamış, ihtiyaçlarını erteleme veya iptal etme durumuna gelmiştir. Hâl böyle iken sıkılaştırılmış para politikası 68 milyon kişi için zaten hayatın içindedir. Bugün en yüksek ihtiyaç olan gıda ürünlerine bile ulaşmakta zorlanmakta veya ulaşamamaktadır. Yüksek gelire sahip 18 milyon kişi için ise değişen bir şey yoktur. Çünkü istediklerini hesapsız olarak alabilmektedir.
-KİT ürünlerine zam yapılması: Devletin gelir kaynağı KİT lerin karları ve toplanan vergilerdir. KİT ürünlerine zam yapmak enflasyon anlamına geleceği için bu yol son başvurulabilecek uygulamadır.
- Sıkılaştırılmış maliye politikası ise en etkin ve ülkelerin ekonomik krizden çıkabilmesi için en verimli uygulamadır. Maliye politikası, kamu kaynaklarının yerinde kullanılması, kamuda tasarrufun ön plana çıkması gibi kriterler içerir. Geçtiğimiz günlerde ülkemizde kamuda tasarruf tedbirleri paketi açıklanmasına rağmen uyulup uyulmadığı tartışma konusudur. Kamuda tasarruf denince araç kiralama ve satın alma giderlerinin, kamuya ait binaların kirasının azaltılması ve gereksizlerin devre dışı bırakılması, gereksiz personelin en aza indirilmesi ve liyakat sistemi ile personel alımı gibi tedbirler akla gelmektedir. Ülkemizde liyakat sistemi gerçekten uygulanmamaktadır. KPSS sınavında çok yüksek puan alan gençlerimizin mülakat sırasında elendiğini, bazı bakanların özel uçakla seyahat ettiğini, maliye bakanlığının tuvaletine 24 milyar TL harcandığını, bazı şirketlerin vergi borçlarının silindiğini ve diğer olumsuzlukları yazılı ve görsel basından izlemekteyiz. Tasarruf tedbirleri öncelikle devlet kurumlarından başlamalıdır. Zaten son derece geçim sıkıntısı çeken halktan sık sık fedakârlık istenmemelidir.
-Yeni vergilerin çıkarılması: Ülkemizde gelir adaletsizliğinin yanında vergi adaletsizliğin olduğu kesindir. Vergi her vatandaşın kazancı oranında devlete vermesi gereken kutsal bir borçtur. İçinde bulunduğumuz dönemde çalışan kesim işletmelerden daha fazla vergi verdiği bir gerçektir. Demek ki işletmeler gerçek kazançları üzerinden değil, gönüllerinden kopan rakamı matrah olarak baz almaktadır. Demek ki vergi tabana değil, tavana yayılmalıdır. Son yapılan vergi düzenlemesinde esas alınacak tez; "Hedefimiz vergide adalet ve etkinliği sağlamak için vergilendirilmemiş hiçbir alan bırakmamak “olarak hazine ve maliye bakanımız Sn. Mehmet Şimşek tarafından açıklandı. Umarız gerçekleşir. Ancak, kiralardan stopaj kesilmesi, kuryelerden vergi alınması gibi önlemler kabul edilemez.
Pakette yer alan bazı başlıklar şöyle:
Kurumlar Vergisi Kanunu'nda yeni bir bölüm açılarak, çok uluslu şirketlerden asgari kurumlar vergisi (küresel asgari kurumlar vergisi) alınacak.
Başta AB ülkeleri olmak üzere 30'dan fazla ülkede yasalaşan küresel asgari kurumlar vergisinde, yıllık konsolide hasılatı 750 milyon Euro eşiğini aşan çok uluslu şirketlerin düşük vergileme yapılan ülkelerdeki şube, iştirak ve iş yerleri asgari yüzde 15 kurumlar vergisine tabi tutuluyor.
Bu şirketlerin faaliyette bulunduğu ülkede ödenen kurumlar vergisi yükü yüzde 15'ten aşağıdaysa uygulamayı yasalaştıran ülkeler, ilgili ülkenin almadığı vergi farkını tahsil edebilecek. Asgari kurumlar vergisi uygulamasına geçmeyen ülkeler, vergileme haklarını bir başka ülkeye devretmiş oluyor.
Türkiye'de nihai ana işletmesi yurt dışında bulunan 1024 grup yer alırken bunların ülkede 2 bin 134 işletmesi bulunuyor.
Kurumlar vergisi mükelleflerinin yaklaşık yarısının zarar beyan ettiği ya da hiç matrah bildirmediği halde yüksek cirolarla faaliyetlerini sürdürdüğü belirlendi. Bu konuda AB ve OECD uygulamalarını da inceleyen Bakanlık, mükelleflerin beyanları ile hasılat ve ödeme güçlerinin birbirleriyle kıyaslandığı hibrit bir model hazırladı. Ödenecek kurumlar vergisi, beyan edilen kazancın indirim ve istisnalar düşülmeden önceki tutarının belirli bir oranı ile gelir tablosundaki kazancın belli bir oranı matrah olarak kabul edilerek bulunacak vergiden yüksek olanı esas alınarak belirlenecek. Ödenen asgari kurumlar vergisi, izleyen 5 hesap döneminde işletmelerin bundan daha yüksek vergi ödemeleri gerektiği dönemlerde, ödenecek vergiden mahsup edilecek. Bazı istisnalar (iştirak kazançları, emisyon primi kazançları gibi) asgari vergi hesaplamasında kazançtan indirilerek dikkate alınacak.
Yatırım teşvik belgesi kapsamında yatırım harcaması yapan mükelleflerin hakları korunacak. Yeni işe başlayan mükellefler 3 yıl asgari vergiden muaf olacak.
Gerçek usulde vergilendirilen ticari, zirai ve serbest meslek kazançlarına da asgari gelir vergisi uygulaması getiriliyor. Gelir vergisi mükelleflerinin önemli bir kısmının zarar beyan ettiği veya beyanları ile hasılatları arasında önemli uyumsuzluklar olduğu görüldü. Bu konuda da yeni bir model kurulacak.
Buna göre, mükelleflerin beyan edecekleri kazanç, gelir ve kazanç bildirimi tablosundaki getirilerinin belirlenecek bir oranından az olamayacak.
Serbest meslek kazancı elde edenlere ise ayrıca bir çıpa planlanıyor. Bu mükelleflerin beyan edileceği kazanç brüt asgari ücretin yıllık tutarının altında olamayacak.
Hasılat üzerinden ödenen asgari vergi farkının izleyen 5 hesap döneminde mahsubuna izin verilecek. Yeni işe başlayanlar 3 yıl asgari vergiden muaf olacak.
Türkiye'nin büyük yatırımlarından elde edilen kazançlara da artırımlı kurumlar vergisi uygulanacak.
Kurumlar vergisi oranı, reel sektör için yüzde 25, banka ve finans kurumlarında yüzde 30, ihracat yapan firmalarda yüzde 20, halka açık şirketlerde yüzde 23, imalatçılarda yüzde 24 olarak uygulanıyor.
Banka ve finans kurumlarında olduğu gibi, yap-işlet-devret (YİD) modeli ile kamu-özel iş birliği (KÖİ) projeleri kapsamında faaliyet gösteren kurumların buralardan elde ettikleri kazançlarına kurumlar vergisi oranının yüzde 25 yerine yüzde 30 olması öneriliyor. Bu düzenlemenin de vergi adaletinin güçlendirilmesine ve dolaysız vergilerin payının artırılmasına katkı sağlaması hedefleniyor.
Konu ile ilgili açıklama yapan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, "Yüce meclisimizde yakında görüşülmesi beklenen pakette yer alan doğrudan vergilerin payını artırmaya yönelik düzenlemelerle vergide adaleti güçlendireceğiz" dedi.
Sonuç olarak yukarıda açıklamaya çalıştığım önlemler paketi öncelikle dar ve sabit gelirlileri olumsuz etkileyecektir. Bu sorunun çözümü başta emekliler olmak üzere asgari ücretle çalışanların gelirlerinin makul bir düzeye getirilmesidir.
Alınacak bu tedbirlerden sonra baz etkisiyle de olsa enflasyonun düşmesi epeyce zordur. Zaten son yapılan elektrik ve akaryakıt zamları yüksek orandadır ve iğneden ipliğe her ürünün fiyatının artmasına sebep olacaktır. Yılsonu için %50 enflasyon hedefi iyimser bir tahmindir.