Büyük bir ekonomi inşa etmek istiyorsak, büyük aydınlarımız olmalı. Global filozoflar çıkartamayan bir ülke, global markalar çıkartabilir mi? sualini sormaya devam edelim. Türkiye’de bir aydın krizi yaşanıyor. Kendi alanında otorite ve ilişkili alanlarda dünyanın kabul ettiği eserler vermiş entelektüelimiz nicel olarak zaten az, ama daha vahimi; eylemci aydınımız neredeyse hiç yok. Böyle bir kısırlıkta değişim mümkün mü? Kendi manifestosunu dahi yazamayan bir değişim hareketi olabilir mi? İdeolojisinin ne olduğundan bağımsız tüm siyasal kadrolarda oldukça sınırlı sayıda gerçek aydın var. Partilerin logolarını ve bazı sözcükleri kaldırdığınızda aynı şeyleri konuştuklarını görebilirsiniz zaten.
Tüm büyük değişim hareketlerine baktığımızda arkalarında önemli bir fikri sermaye vardır. Kadrosuz ve felsefesiz büyük bir dönüşüm olamaz. Sosyal ve siyasal hareketlerin sahada koşturacak aktivistlere ihtiyacı olduğu gibi düşünce insanlarına da ihtiyacı var, fakat en makbulü; ikisini kendisinde cemetmiş aktivist aydınlardır. Amerikan Anayasasının yazan ve ülkenin iskeletini çıkartan kurucu babalar; meydanlardan/cephelerden gelen filozoflardır. Mesela La Boetie, Montaigne, Machiavelli, Voltaire, Rousseau yetiştirmeden siyasal kırılmalar nasıl olacak? Descartes, Spinoza, Kant, Hegel olmadan aydınlanma mümkün mü? Onlarsız rasyonalizmi konuşabilir miyiz? Lock, Mill, Hume olmadan özgürlüğü tartışabilir miyiz? Çok uzaklara gitmeyelim, Osmanlı aydınlanması ve kurtuluş döneminde pek çok eylemci münevver yetiştirmiştir bu ülke. Cumhuriyet aydınları Batılılaşma, bilim ve medeniyet gibi ortak düsturlarda birleşmiştir ama metot, yol ve yöntemlerde ciddi fikri münakaşalar ve münazaralar yaşanmıştır. Kemalizm, komünizm, faşizm sıkı şekilde tartışılmıştır. Örneğin Fatih Rıfkı Atay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi isimler ekonomi politikalarının da dahil olduğu Kemalizm şeklinde evrensel, cumhuriyetçi, vatansever ve laik bir ideoloji inşa etmeye çalışmışlardır. Cumhuriyetin fabrikalar açması, bankalar kurması, demiryolları yapması, karma modeller denemesi ne kapitalizm ne sosyalizm, üçüncü bir yol olarak sunulmuştur. Yunus Nadi’nin Cumhuriyet’i, Fatih Rıfkı Atay’ın Yeni Mecmua’sı, Yaku Kadri’nin Kadro’su, Türk Ocakları, Halkevleri önemli isimler yetiştirmiştir. Türk İhtilali’nin Düsturları adlı eseri yazan Mahmut Esat Bozkurt gibi İttihat ve Terakki’nin sol cenahına yakın aydınlarımız olduğu gibi, Ziya Gökalp gibi Türk milliyetçiliğinin babası, Peyami Safa gibi muhafazakâr cumhuriyetçiler, Halide Edip Adıvar gibi aktivistlerimiz, Kadro yazarları gibi milliyetçi materyalistlerimiz vardı.
Bugün Türkiye’de sokak sokak halkıyla diyaloğa giren, onların dertleri ile hemhal olan, ortak bir ülkü sunan aydın tipolojisi yok olmak üzere. Aydın olduğunu iddia eden seçkinci bir tip zevat, yazlıklarda ve sofralarda memleket kurtarıyorken; diğer bir tip ise ana akım ekranlarda sabah akşam aynı ezber cümleler ile dünyalığının peşinde. Memleket meseleleri, kendi insanının can yakan dertleri, 300 lira montu alamadığı için ağlayan gencecik kızın gözyaşları, hastanede ölüm döşeğinde “canım et istiyor” diyen yaşlısının hüznü ne kadar umurunda tartışılır. Roller, meslekler, uzmanlıklar karışmış durumda. Sınırlı düşünce hazneleri ile sosyal medya fenomenleri siyasete yön vermeye çalışırken, gazeteci olduğunu iddia edenler akil insan rolüne soyunmuş durumda. Görevi; aktarmak, anlatmak, fikirlerin çarpışması için zemin oluşturmak olan gazeteciliği bazı malum mensupları ideolog işlevi görüyor. Akademimizin durumu da vahim. Profesörlerimiz popüler olma yarışında. Yaptıkları bilimsel çalışmalar, kitaplar ve yayınlar ile ün kazanması gerekirken polemikler ve safsatalarla gündem olmaya çalışıyorlar. Bilim insanları kanılarla değil kanıtlarla konuşur. Ezoterik hikayeler anlatmaz. Geniş kitlelerin hoşuna gidiyor diye komplo teorileri pazarlamaz. Gerçek bir bilim insanının popüler olma gibi bir gayesi yoktur. Onun tek derdi, gerçeği bulmak ve literatüre yeni bilgi eklemektir. Popülerlik derdi olanlar akademiyi bırakıp sahnelere çıkmalı. Türkiye televizyonları “kitlesi var” zannıyla halka aynı yüzleri dayatmadan bıkmadı. Kendi yarattığımız illüzyonu gerçek sanıyoruz bir süre sonra. Sizler gerek tembellikten gerek özel ilişkilerden sürekli aynı isimleri çıkarttığınız için onların bir kitlesi oldu. Yoksa ne bilimleri ne de eylemleri ile halkta bir karşılığı olan insanlar. Ortaçağı, Yakınçağı bırakalım; 20. Yüzyıl Fransız entelektüel dünyasını konuşacak olursak, bir çırpıda Camus, Sartre, Foucault, Derrida, Bourdieu, Lacan, Deleuze gibi dünya çapında düşünürleri sayabiliriz. Bu isimlerin birçoğu aktivisttir aynı zamanda. Biz ise böyle isimler yetiştirmek yerine onların felsefelerini bilenlerle yetinmeye çalışıyoruz. Asıl üzücü olan, ekranları dolduranların çoğu bilmiyor bile.