Seçimlerde adından en fazla bahsedilen seçmen kitleleri kadınlı erkekli ‘gençler’ ve nedense yaş belirtilmeden genel olarak ‘kadınlar’ olarak adlandırılan gurup. Yani bir genç erkek ve kadınlar var bir de herhalde yaş almış kadınlar var sanki. Siyaset bilimciler neden böyle bir tasnif yapmışlar bilinmez ama onlar en iyisini bilir deyip şu gençlere bir bakalım. Öyle ya önümüzdeki onlarca yılın müşterileri onlar olacaklar. Hafife almamak gerekiyor. Önümüzdeki dönemin hedef kitlesi olan bu ‘gençler’ bazı ülkelerde nüfusun önemli bir yüzdesini oluşturuyorlar. Genellikle, kuşaklara gençler, yaş almışlar falan demek yerine hemen hemen uluslararası bir teamülü takiple, doğum tarihlerine göre daha nazikane tasnifler de yapılıyor.
Kesin tarihler üzerinde herkes aynı fikirde olmamakla beraber teamül, 3-5 senelik sapmalarla, 1945 öncesi doğanları gelenekçiler, 1946-1964 arası doğanları Baby Boomers, 1965-1976 arası doğanları X kuşağı, 1977-1995 arası doğanları Y nesli, 1996-2012 doğumluları Z kuşağı, 2013 sonrası doğanları da Alfa nesli olarak adlandırıyor.
Şimdilerde herkesin dikkati Z kuşağında. En yaşlısı 30’una merdiven dayamış, en genci henüz 10 yaşını yeni geçmiş bu nesil sayıca kalabalık olmalarının yanı sıra önceki nesillerden, söz gelimi X ve Y kuşaklarından oldukça farklı özellikler gösteriyorlar. Bunların başında onlara ‘dijital yerliler’ adının verilme nedeni olan çevrim içi kalmakta harcadıkları zaman geliyor.
Benim neslimden sağ kalanların çoğu (baby boomers) artık torun sahibi. Torunların çoğu da Z kuşağından. Onların anneleri babalarının çoğu Y kuşağından. Dedeler-büyükbabalar, anneler ve babalar ‘dijital yerli’ ne demek hemen anlamışlardır. Bazen torunları direkt, analarını babalarını dolaylı olarak eleştirirken torunların enselerini suratlarından daha iyi tanıdığımı söylerim. Çünkü kafaları hep eğik ya bilgisayar ya da akıllı telefon ekranına bakıyorlar. Bu arada, akıllı telefona odaklanarak bakmanın bir başka kullanımını da geçenlerde bindiğim metroda gördüm. Malum yaşımız; ak saçlarımızdan ve surat kırışıklarımızdan hemen belli oluyor. Genellikle de metrolarda oturacak yer pek bulunmuyor. Gençlerin göz teması yapıp da “kalkayım da şu ihtiyara yer vereyim” arzusuna mâni olmak için hiç kafalarını kaldırmadan telefonlarına odaklanmış gibi görünmeleri bir anlamda eğlenceliydi doğrusu.
Neyse, bu kuşak ulusal sınırlar tanımaksızın yiyecek-içecek dahil alışverişini Internet’ten yapıyor, çevrim içi çalışıyor, sevgili arıyor ve buluyor, arkadaşlıklar kuruyor ve oyunlar oynuyor. Bir araştırmaya göre Asya’daki Z kuşağının akıllı telefonlarında harcadıkları zaman günde altı saati aşıyormuş. Z kuşağı haberlere de çevrim içi ulaşıyor, herhangi bir konuda harekete geçmeden önce Internet’te araştırma yapıyor, sosyal medya denilen şeyi delicesine kullanıyor. Bu nedenle de oldukça akışkan davranışları var. Sayfadan sayfaya, üründen ürüne, tedarikçiden tedarikçiye, markadan markaya geçmeleri saniyeler içinde oluyor.
Çevrim içi video paylaşımı rekorlar kırıyor. Söz gelimi, TikTok denilen sosyal medya uygulamasının, yüzde altmışını Z kuşağı kullanıcılarının oluşturduğu, bir milyar kullanıcısı var. Bu uygulama daha yedi yaşında. Pekin merkezli, Çinli bir İnternet teknolojisi şirketi başlatmış. Kurulduğu tarih de yeni: 2012. Mesela, Z kuşağından olan yeğenim Zeynep’in odası K-pop resimleriyle dolu. K-pop, Güney Kore kökenli bir pop müzik türü imiş. Çok popüler bir sayfa. O kadar ki Güney Kore hükümeti K-pop’u Kore’nin yumuşak gücünü (soft power) başka ülkelerdeki gençlere göstermek için kullanmaya karar vermiş. En azından Zeynep ikna olmuşa benziyor.
Z kuşağı onlardan önceki kuşaklara oranla hem talihli hem de talihsiz olarak tanımlanıyor. Bilişim teknolojisindeki akıl almaz ilerlemeler ile görülmemiş bir ‘öğrenme’ olanağına sahip olan bu nesil aynı zamanda öğrendiklerinden de rahatsızlık duyabiliyor. Salgın hastalıklar hala belleklerinde. Uluslararası çekişmeler, dövüşmeler ve huzursuzluklardan neredeyse anında haberdar oluyorlar. Savaşları günlük izliyorlar, tabii afetler her an ekranlarında, mali krizler, riskler, belirsizliklerden haberdar oluveriyorlar. Eğitim sistemlerinden memnun değiller. Nasıl olsunlar ki. Ben bile memnun değilim. Söz gelimi, hala 16. yüzyılda Akdeniz’in bir Türk gölü olduğunu anlatan aynı yıllarda Pasifik ve Atlantik okyanusunda olup bitenleri ve neleri ıskaladığımızı anlatmayan bir müfredatımız var. Kaldı ki çocuklar olup bitenleri ve ıskaladıklarımızı da kendileri kolaylıkla öğrenebiliyorlar. İklim değişiklikleri ve bunun getirdiği, getireceği riskleri düşünüyorlar. Kendilerinin gelecek refahları konusunda ciddi şüpheleri var ve birkaç örnek ülke haricinde giderek zayıflayan ve yer yer yok olan sosyal devlet garantilerine ulaşabileceklerinden endişeleri var. Daha şimdiden, genç yaşta emeklilikleri konusunda endişeleri olan z kuşağı gençleriyle bizzat karşılaştım. Eskiden fıkra olarak anlatırlardı. İşe başvuran yirmili yaşlardaki gencin işveren temsilcisine “Emeklilik planınız nasıl?” sorması latife konusu olurdu. Şimdi gerçekçi bir soru. Nasıl olmasın? En azından ülkemizde emeklilerin hali belli.
Velhasıl-ı kelam hasıl-ı meram önümüzdeki dönemlerin işletmecileri, teknokratları, siyasileri ve tüketicileri işte bu kuşaktan olacak. Şimdi iş başında olanlar kurumlarını bu kuşağı istihdam etmek ve verimli kullanmak, onlar tarafından yönetilmek için hazırlamak, işletmeciler de bu kuşağa mal ve hizmetlerini kabul ettirmek için gerekli önlemleri şimdiden almak zorundalar. Bunu herhalde anlamayan ve öngörmeyen yok. Yok ama bu hazırlıklar nasıl yapılacak sarih bir fikir de yok. Defalarca yazdım. Hele benim neslimin bu nesle verecek tavsiyelerim huysuz ihtiyar şikayetleri ve nostaljik yakınmaların ötesine nadiren geçiyor.
Yukarıda özelliklerini yalap şap da olsa sıralamaya çalıştığım Z kuşağının bu özellikler ışığında işletmelerin sunduğu mal ve hizmetlerden tatmin olmaları kolay gözükmüyor. Hemen hemen her konuda kolaylıkla bilgi sahibi olabilecek, alternatif mal ve hizmet sunumlarından haberdar, çevreye duyarlılık gibi eskiden gündemde olmayan konularda hassas, ekonomik-sosyal ve sağlıkla ilgili geleceklerini garantiye almak konularında endişeli bu kuşak, günümüzün, ki büyük çoğunluğu bu kuşaktan yaşlıdır, klasik işletmecilik uygulamalarıyla tavlanabileceğe benzemiyor.
Söz gelimi, işletmelerin ‘müşteri memnuniyeti’ çalışmaları. Bu kavram ne zaman ortaya çıktı bilmiyorum. Bildim bileli öneriler aynıdır. Müşteri memnuniyeti ölçümünde yirmi kural, on tavsiye, beş ilke falan hiç değişmedi. Oldum olalı zaten bu magazin yayınlarında sevgiliniz sizi seviyor mu? Beş gösterge” veya “Kinci misiniz-On soru” falan gibi prefabrik listelere alerjim vardır. Bu tür menüler herhalde karşınızdaki çalışanın, müşterinin, iş ortaklarının, vs. hiç değişmediği varsayımıyla benim öğrencilik yıllarımdan beri değişmedi. Ne kadar geçerli oldukları şüpheli.
Ancak hala geçerli olan bazı ilkeler de yok değil. Söz gelimi, müşteri özellikleri ne olursa olsun işletmeler ‘tüketici memnuniyeti’ çabalarının işletme amaçlarına ulaşımla (pazarlamada mevcut müşterilere daha fazla ve daha sık satmak, rakiplerin müşterilerini işletmeye kaydırmak, pazara yeni girenleri işletmeye çekmek, bunların tersinin olmasını engellemek ve tüm bunları kar edecek şekilde yapmak; üretimde işletmenin ürün ve hizmetlerini planlanan miktar-özellik, kalite, maliyet ve zamanda sunabilmek) nasıl ilişkilendiğini hem açıkça belirlemeli hem de tüm çalışanlara onların içlerine sinene, uygulama ve anlayışta fikir birliği oluşana kadar anlatmazlarsa ‘akademik’ bir araştırmaya boşu boşuna kaynak harcamış olurlar. Veya ‘müşteriniz tanımadan onların memnuniyetini sağlayamazsınız’ ilkesi gibi. Gerçekten de Z kuşağını iyi tanımadan yöneticilik yapmak çok zor olacak. Bu “muhatabınızı iyi tanımadan işe kalkışmayın” kuralı da değişmez. Değişmez ama bana “Sen torunlarını ne kadar tanıyabildin?” diye soracak olursanız, “Doğru söze ne denir?” derim.
Sağlıcakla kalın.