Geçen hafta dünyada merkez bankalarının karar haftasıydı. Aşağı yukarı hepsi aynı şeyi yaptı; aynı mesajı verdi. Bir tek Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası farklı davrandı; farklı mesaj verdi.
Sadece ABD, İngiltere ve Avrupa merkez bankaları değil, birçok merkez bankası faiz arttırdı. Mesela; Norveç Merkez Bankası politika faizini beklendiği yüzde 2,25'e yükseltti. Böylece faiz 2011'den beri en yüksek seviyeye çıktı. Banka faizlerin muhtemelen Kasım'da da artabileceğini bildirdi. İsviçre Merkez Bankası politika faizini eksi yüzde 0,25'ten yüzde 0,50'ye çekti. Böylelikle ülkede 8 yıldır süren negatif faiz dönemi kapanmış oldu. Banka karar metninde öngörülebilir gelecekte faiz artışlarının devam etmesi olasılığının da masada olduğuna işaret etti. Filipinler Merkez Bankası beklentiler dahilinde faizi 50 baz puan artışla yüzde 4,25 seviyesine çıkardı. Endonezya Merkez Bankası politika faizi olan 7 günlük ters repo faizini 50 baz puan artışla yüzde 4,25 seviyesine yükseltti. Tayvan Merkez Bankası politika faizini beklendiği gibi 12,5 baz puan artırarak yüzde 1,625'e çekti. Banka böylece enflasyon endişeleriyle bu sene 3. kez faiz artırdı...
Artan enflasyon karşısında dünya merkez bankaları faizi arttırarak ve parayı sıkarak yanıt veriyorlar. Enflasyonun ulaştığı katılaşmanın boyutu nedeniyle sadece faiz artırmakla yetinmiyorlar, aynı zamanda artışın devam edeceğinin mesajını veriyorlar. Atılan adımlar ve verilen mesajlar bugüne kadar ders kitaplarında anlatılanlara uygun. Akıllara hemen “Bizim merkez bankamızın yaptığının kitapta yeri var mı?” sorusu geliyor. Aslında var ama ….
2008 yılındaki küresel krizi sonrası durgunluk ve deflasyon ile karşılaşan gelişmiş ekonomilerde geleneksel yöntemler işe yaramayınca ortaya Neo-Fishercilik gibi yeni akımlar çıktı. Fishercilik beklenen enflasyon arttıkça nominal faizin de aynı oranda artacağını, böylece reel faiz değişmeyeceğini söylüyordu. Burada nominal faiz oranlarının yüksek enflasyon oranlarıyla yükseltileceği ve düşük enflasyon oranlarıyla düşürüleceği sonucunu çıkarıyordu. Tayvan’dan İngiltere’ye kadar birçok ülkenin merkez bankasının yaptığı da bu.
Ancak 2008 krizinden sonra sıfır büyüme ve sıfır enflasyonla uğraşan gelişmiş ülkelere faizi düşürmek yerine yüksek tutmaları önerildi. Fed Minneapolis Başkanı Kocherlakota 2010 yılında gecelik faiz oranının düşük tutulmasının sürekli ve düşük düzeyli deflasyona yol açacağını söyledi. Yeni Fisherci akıma göre merkez bankaları düşük olan enflasyonun hedeflenen seviyeye yükselmesini nominal faiz oranını yükselterek sağlayabilirlerdi. Bu görüşe göre merkez bankaları faizleri ısrarla belli bir seviyede tutarlarsa enflasyon eninde sonunda o seviyelerde istikrar kazanacaktır. Diğer bir deyişle nominal faizlerdeki kalıcı bir artış halinde enflasyon uzun vadede aynı oranda artacaktı.
Böylece enflasyonsuzluk sorunu aşılırken, ekonomideki üretim seviyesi de düşmemiş olacaktı. Japonya ve ABD örneklerinden çıkılarak yapılan bu teorik tartışma Türkiye örneğinde tersine çevrilerek, “faizlerin ısrarla düşük tutulması halinde enflasyonun uzun vadede faiz seviyesine doğru gerileyeceği” şeklinde yorumlandı ve uygulanmaya başlandı. Bizde aylardır denen de budur. Deney başarılı olur mu? Şüpheliyim. Şu ana kadar başarılı olamadı. Bundan sonra da olması zor görüyor. Çünkü yeni Fisherci akımlar düşük ya da eksi enflasyon ile boğuşan ekonomilere yönelik bir reçeteydi. Enflasyonun hiper olduğu bir ekonomide bunu denemek metastazlı kanser hastasını yoga ile tedavi etmeye kalkışmaya benzer. 2008 krizi sonrası gelişmiş ekonomiler için “Nominal faiz oranı yükseldiğinde enflasyon yükselmekte, öyleyse nominal faiz oranı düştüğünde enflasyon düşer” demek ile yüzde 80 TÜFE ve 145 ÜFE enflasyon ile boğuşan 2022 yılı Türkiye’sinde aynı şeyi demek mümkün değildir.