Tek kutuplu küresel düzenden, çok kutuplu düzene geçişte Ortadoğu'ya da "biçilmiş bir rol" vardı elbette; İsrail ile pek çok Arap ülkesini barıştıran Abraham anlaşmalarının itici gücü ABD oldu. Keza, İsrail ile Suudi Arabistan normalleşme çabalarında da bizzat ABD Başkanı Biden devreye girdi. Çok kutuplu dünyadaki asıl yükselen "rakibe" odaklanmak isteyen ABD, belli ki öncelikle Ortadoğu'yu "nizama sokmak", sonra da gönül rahatlığıyla güçlerini Çin'e yönlendirmek istedi. Hamas'ın İsrail'e yönelik saldırıları işte tam da bu "normalleşme" sürerken gerçekleşti.
Dış politika oluştururken ülkelerin "her duruma uygun" farklı planlarının olması elzemdir. ABD gibi uzun süre uluslararası düzende tek söz söyleyici konumunu yürütebilmeyi başaran bir ülkenin de, değişen/bozulan planları "yedeklemeden" yola çıkması pek mümkün değil. Nitekim, Suudi Arabistan İsrail arasındaki normalleşme süreci, Ortadoğu'da Hamas'ın İsrail'e saldırısıyla "donmuş" da olsa, Washington'daki karar vericiler elbette "yeni durumdan, yeni fırsatlar" çıkarmanın peşine düşeceklerdir.
Rusya'ya karşı Ukrayna, İran'a karşı İsrail mi?
ABD, son dönemdeki popüler söylemi olan "Amerikan askerinin ayağı savaş alanına değmeden düşmanı yenmek" doktrini çerçevesinde, bir başka rakip Rusya'yı Ukrayna üzerinden gün be gün zayıflatmaya devam ediyor. Şimdi de sıra İran'ın, yine Amerikan askerinin ayağı yere değmeden, İsrail ordusuyla güçten düşürülmesine gelmiş gibi. İsrail'de hakkında onlarca yolsuzluk davası olan, bu çerçevede kendini kurtarmak adına İsrail'in ulusal çıkarları önüne koymaktan çekinmeyecek bir Başbakan, Netenyahu, planların işlemesi açısından oldukça yararlı. Netenyahu ve kurduğu aşırı sağcı hükümet işbaşında oldukça, İsrail'in "barış masasına oturmasını" hayal etmek bile güç değil mi?
Hedef; İran'ın vekil güçleri
Bu açıdan bakınca, ABD'nin iki savaş gemisini Doğu Akdeniz'e göndermesi, Washington'un bu adımını hemen İngiltere'nin de kendi gemilerini aynı bölgeye göndererek takip etmesi tesadüf değil. ABD'nin Ortadoğu'da "çıbanbaşı" olarak gördüğü İran'ı doğrudan hedef almasa da, bölgedeki "vekil güçlerinin" kolunu kanadını kırarak, etkisizleştirmesi en akla gelen senaryo. Lübnan gibi çökmüş bir devlette İran desteğiyle sivrilen Hizbullah, Suriye'de giderek güç kazanan İran destekli milisler, Yemen'de Suudi ordusuna kök söktüren İran bağlantılı Husiler, Irak'ta Tahran'ın sözünden çıkmayan Haşd-i Şabi yapılanması, ilk akla gelen vekil güçler. İsrail Filistin'de yine İran'ın desteklediği Hamas'ı yok ederken, belli ki ABD-İngiltere de İran'ın vekil güçlerine, İsrail'e destek vererek odaklanacak.
Türkiye'nin oynayabileceği rol önemli; ama...
Tüm bu kargaşa içinde Türkiye'nin takınacağı tavır önemli.
Ankara'daki mevcut AK Parti hükümeti eğer, yaklaşan yerel seçimlerin gölgesinde ülkedeki sert İslamcı kesimlerin Hamas lehine propagandasına yenik düşer, söylemini "taraf olacak" kadar keskinleştirirse, bunun kimseye faydası olmaz. "Ümmet" kavramını öne çıkaran hamasi nutuklar seçim öncesinde kulağa hoş gelse de, Türkiye'nin "taraf" olarak algılanması, çatışmaları bitirmek, özellikle de Gazze'deki Filistinli sivillerin korunması yönünde oynayabileceği olumlu rolü baltalar.
Ancak bu olumlu rolü oynarken, aşırıya kaçmak, mesela Mısır'ın kabul etmediği Gazze'deki sivillere- tıpkı Suriye'deki iç savaşta yapıldığı gibi- açık kapı politikası uygulamaya kalkmak, Türkiye'yi altından kalkamayacağı yeni bir yükün altına sokar. Bu unutulmamalı.
Zaman, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını öne alıp, sağduyuyla "yatıştırıcı" rol oynama zamanı. Yoksa bu savaş, herkesi yakar...