Dünya ekonomisi, son on yılda küresel GSYH’nin yüzde 323’üne denk gelen ve 255 trilyon dolara ulaşan istikrarlı bir borç birikimi yaşadı. Bu borcu dünya nüfusuna böldüğümüzde kişi başına yaklaşık 32.500 dolarlık bir borç yükü çıkıyor.
Küresel ekonomi 2007/2008 krizi sorası yeni bir borç dalgalanması/krizi yaşadı. Şimdi yeni bir dalga bekleniyor. Bundan önceki dört borç dalgasında dünya ekonomisinde büyüme oranı ciddi oranlarda gerilemişti.
Bazı çalışmalarda göz ardı edilse de son yüzyılda borç dalgalanmasının ilki 1929 krizinde yaşandı. 1929 krizinde hane halkı ve şirketlerin borçlanma oranları yüksekti. Kriz öncesi özellikle ABD ekonomisinin üretim patlaması borçlanma oranını artırmış, ancak talebin düşmesi ve fiyatların gerilemesiyle birlikte şirket bilançoları adeta ters yüz olmuştu. Sonunda meşhur 24 Ekim 1929’da ‘Kara Perşembe’ ile (New York borsasının çökmesi) ilk balon patlamış oldu.
Borç dalgalanmasının ikincisi 1980’lerin başında oldu. Hükümetlerin bilançolarını önemli ölçüde genişletmelerini sağlayan on yıllık düşük borçlanma maliyetlerinden sonra, faiz oranları yükselmeye başladı ve borçlanma giderek sürdürülemez hale geldi. İlk olarak Meksika 1982’de ABD’ye ve Uluslararası Para Fonu’na borçlarını geri ödeyemeyeceğini bildirdi, yani moratoryum ilan etti. Bunun hemen ardından domino etkisi devreye girdi ve önce 16 Latin Amerika ülkesi ardından da 11 gelişmekte olan ülke borçlarının yeniden yapılandırılmasını istedi.
1990’ların başında faiz oranları tekrar düştü, küresel borçlanma bir kez daha yükseldi. Bu defa çöküş 1997’de, Endonezya, Malezya, Güney Kore ve Tayland dahil olmak üzere hızlı büyüyen ancak finansal açıdan yetersiz Doğu Asya ekonomilerinde ortaya çıktı. Büyüme oranları hızla düştü, döviz kuru yükseldi. Kriz Asya’da başlasa da daha sonra tüm dünyayı etkiledi.
Son kriz 2008 yılında tüm dünyayı etkisi altına aldı. Küresel borçlanma oranı yüzde 200’ler düzeyindeyken birden bire hızla artmaya başladı. Krizin ana nedeni finansal serbestleşme ile birlikte deregülasyon politikaları oldu. Krizin tetiği yine ABD’de çekildi. ABD bankalarının türev ürün tuzağına düşmesi ile artan kredi hacminin, subprime (eşik altı) noktasına ulaşması kredi balonun patlamasına neden oldu. İnsanlar “subprime”nin ne anlama geldiğini anladıklarında, ABD yatırım bankası Lehman Brothers çöktü ve Büyük Buhran’dan bu yana yaşanan en ciddi krizin ve durgunluğun içine düşüldü.
Şimdi küresel finansal örgütler (Bu veriler Dünya Bankasını bile endişelendirdi ki, Aralık ayında konuya ilişkin bir kitap yayınladı. Kitabın ismi küresel borç dalgaları, Global Waves of Debt. Kitap bugüne değin dünya ekonomisinin içine düştüğü borç krizlerini analiz ediyor) yeni borç dalgalanmasından korkuyorlar. Bu dalgadan özellikle gelişmekte olan ülkelerin etkileneceği yönlü görüşler öne çıkmakta. Bu korku öyle çok güçlenmeye başladı ki, Dünya Bankası tsunamiden söz etmeye başladı.
Türkiye bu tsunaminin içinde yer alır mı? Şu anda kıyısında durmakta. Ancak kamu harcamalarındaki tercihler bu yönde devam ederse (Kanal İstanbul gibi) tsunaminin tam da göbeğinin içine düşeceğini söyleyebiliriz. Bunun bedeli sadece yeni bir finansal kaos değil, aynı zamanda yüksek enflasyon olur.