Tarihe tanıklık ettiğimiz bir dönemden geçiyoruz. Herkes Ukrayna’ya yönelik Rusya saldırısına odaklanmışken, Ortadoğu’da yeni ittifaklar kuruluyor.
Brüksel’de Batı cephesinin aynı gün NATO, Avrupa Birliği ve G-7 zirvesini yaptığı dönemde, Ortadoğu’da da bir dönem hayal bile edilemeyen zirve toplantıları gerçekleşti. Mısır’da Devlet Başkanı Sisi geçen hafta İsrail Başbakanı Bennett ile Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayed’i ağırladı. Ortadoğu bu haftaya ise, İsrail’de dört Arap ülkesinin İsrail ve ABD Dışişleri Bakanları ile yaptıkları toplantıyla başladı.
Öncelikle İsrail’deki toplantının yerinden bahsetmek gerek;
Abraham anlaşmaları ile İsrail’le ilişkilerini normalleştiren, ancak henüz -İsrail Devleti’nin iddialarının aksine - Kudüs’ü “Başkent” olarak tanımayan Arap ülkeleri ile toplantı için Negev kentindeki Sde Boker seçildi.
Sde Boker’in özelliği, İsrail’in kurucu Başbakanı David Ben Gurion’un ikametgah olarak kullandığı yer olması. Ben Gurion’u on yıllarca “en büyük Siyonist” olarak anan ve kınayan Arap bakanlar için Sde Boker’de ağırlanmak, Ortadoğu’daki müthiş değişimi göstermek açısından sembolik önemde. Nitekim İsrail basınında da bu yönde yorumlardan geçilmiyor.
İsrail Dışişleri Bakanı’nın ev sahipliğindeki Negev zirvesine, ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın yanısıra Arap dünyasının kasası konumundaki Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Arapların liderliğini kimseye bırakmayan Mısır ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın “Kudüs komitesi” Başkanlığını yürüten Fas katılıyor. Gözler elbette Suudi Arabistan’ı da arıyor, ancak henüz Suudiler İsrail’le resmen barışmadığı için toplantıda yok. Yerine, Suudi Arabistan’ın “yancısı” diyebileceğimiz Bahreyn’in Dışişleri Bakanı katılıyor.
Negev zirvesinin Ortadoğu’nun yeni görünümü açısından sembolik değerinin yanısıra, konuşulan konular da bölgenin geleceği açısından kilit önemde.
Ana gündem maddesi İran;
ABD’nin Viyana’da İran’la yürüttüğü dolaylı nükleer görüşmelerdeki uzlaşma umudu, Tahran’daki yönetimi “can düşmanı” olarak gören İsrail’in yanı sıra, Şii yayılmacılığından muzdarip Sunni Arap ülkelerini de rahatsız ediyor. Hele Washington yönetiminin İran’la anlaşmak için, İran Devrim Muhafızları’nı Trump döneminde dahil ettiği “terör örgütleri listesinden” çıkarabileceği bilgisinin sızmış olması, Ortadoğu coğrafyasındaki pek çok başkentte ABD’ye karşı kaşların kalkmasıyla sonuçlandı.
Şimdilerde Araplarla İsrail bir olup, ABD’yi böyle bir karardan vazgeçirmenin yolunu arıyorlar. Negev zirvesinde de Blinken’ın karşılaştığı işte böyle bir Arap-İsrail cephesi.
Zirvede konuşulan ikinci gündem maddesi olan enerji konusu da aslında İran meselesiyle dolaylı olarak bağlantılı.
Ukrayna savaşıyla Rusya’nın Avrupa enerji ihtiyacı için arz listesinden çıkmaya başlaması, Washington’u ciddi alternatifler aramaya itti. İlk akla gelen elbette Arap ülkeleri. Ancak gerek BAE’nin, gerek Suudi Arabistan’ın Ukrayna konulu BM oylamalarında takındıkları ikircikli tavır, hatta Suudi Kraliyet ailesinin olağan uygulamaların dışına çıkarak ABD Centcom Komutanı McKenzie’ye randevu vermemeleri, Washington’u alarma geçirmiş durumda. Araplar, ABD’nin açık çağrıları ya da kapalı kapılar ardındaki telkinlerinin aksine, Avrupa’ya gaz/doğalgaz akışını arttırmak için kıllarını kıpırdatmadı. Bunun tek istisnası Katar.
Blinken Negev zirvesinde Körfez Araplarıyla olan kırgınlığı da aşmaya çalıştı. Ancak henüz bu konuda somut bir ilerleme olmadığı da aşikar.
Ancak Arap ülkeleri ABD’nin istekleri hilafına Avrupa’ya ektra gaz/ petrol göndermek konusunda ayak sürürken, İsrail Mısır’a gönderdiği doğalgaz miktarını sessiz sedasız yüzde 50 oranında arttırma kararı aldı. İsrail Mısır’a, Sina yarımadasından iki ülkeyi birbirine bağlayan doğalgaz boru hattı aracılığıyla 2020’den bu yana yıllık yaklaşık 5 milyar metreküp gaz gönderiyordu. Akdeniz’deki Tamar ve Leviathan sahalarından çıkarılarak Mısır’a iletilen bu gaz miktarının yüzde 50 oranında arttırılması kararlaştırıldı.
Bu gazın bir de “görünmeyen alıcısı” olma ihtimali de mevcut; Mısır’ın da İsrail’den aldığı gazı Ürdün ve Suriye üzerinden geçen ancak halen atıl durumdaki boru hattı ile enerji konusunda büyük bir kriz yaşayan Lübnan’a göndermesi söz konusu. Böylece bir anlamda “sağ kulağı sol elle tutarak”, İsrail gazı Lübnan’a ulaştırılacak, ancak bu ülkedeki güçlü Hizbullah yapılanmasının olası itirazları da by-pass edilebilecek. Ortadoğu’nun herşeyi gibi, enerji planlaması da karma karışık. İsrail’in ayrıca Mısır’a denizden geçecek ikinci bir boru hattı kurma planları da yok değil; Bu da elbette en çok, İsrail gazının Avrupa’ya iletilmesi için birbiriyle itişmekte olan Türkiye-Kıbrıs Rum Kesimi-Yunanistan üçlüsünü ilgilendiriyor.
Gaz konusu önümüzdeki dönemde ilginç ittifak değişimlerine yol açabilecek kadar sıcak.
Negev buluşmasının pek üzerinde durulmayan gündem maddesi ise Kuzey Afrika ülkelerinde Ukrayna savaşı nedeniyle yaşanan buğday kıtlığı;
Mısır tükettiği buğdayın yaklaşık yüzde 85’ini Ukrayna ve Rusya’dan ithal ediyordu. Keza Cezayir ve Fas’ın durumları da benzer. Yaşanmakta olan savaş, bu ülkelerde ciddi bir buğday sıkıntısı yarattı. Bunun da ekmek fiyatlarına yansıması kaçınılmaz.
Arap Baharı’nın fitilini ateşleyenin ekonomik güçlük içindeki Tunuslu bir seyyar satıcı olduğu düşünüldüğünde, ekmek fiyatlarının artmasının Kuzey Afrika’daki ülkelerine refah getirememiş rejimler için önemi ortada.
Nitekim Amerikan Dışişleri B akanı Blinken’ın Negev’de Mısırlı ve Faslı mevkidaşları ile görüştükten bir sonraki durağının Cezayir olması, ABD yönetiminin de olası yeni bir “Arap Baharı”na karşı önlem almaya çabaladığının göstergesi.
Kısacası, Ortadoğu’da bir dönem İsmet İnönü’nün “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de burada yerini alır” sözünü anımsatan gelişmeler yaşanıyor.
Tek farkla;
Ortadoğu’da gerçekten “yeni bir dünya” kurulmakta. Ancak Türkiye henüz bu fotoğrafta pek yok.
AK Parti hükümetinin NATO zirvesinin yapıldığı Brüksel’de çok uğraştığı Biden-Erdoğan görüşmesi gerçekleşmedi. Amerikan Dışişleri Bakanı Blinken’a Ankara tarafından yapılan Ortadoğu’ya mevcut seyahat turu çerçevesinde Türkiye’ye de uğraması telkinleri de sonuç vermedi.
Belli ki AK parti hükümetinin önce BAE, ardından İsrail’le barışması yeterli değil.
Seçim kampanyası sırasında AK Partili yetkililerin yerden yere vurdukları ABD Başkanı Biden’la buzlar erimeden;
Mısır’da AK partili yetkililerinin “katil” ya da “darbeci” sıfatlarıyla andıkları Sisi ile barış olmadan;
Kaşıkçı cinayeti sonrasında bulunduğu “Veliaht” mevkisinden düşürülmeye çalışılan Muhammed Bin Salman da Ankara’da “turkuaz halılarda” ağırlanmadan;
Türkiye yeni Ortadoğu fotoğrafına giremeyecek...