Bu hafta sonu restoranlardaki fiyat artışlarından şikayet eden büyük bir kitle dışarıda yemeğe çıkmayı protesto etti. Son yıllarda ve özellikle de yakın dönemde sizler de ya bizzat restoranlardaki fiyatlardan rahatsız oldunuz, ya da olanların eleştirilerini dinlediniz.
Dört kişilik bir ailenin çorba, pide ve ayrandan oluşan mütevazı bir yemek menüsü 2. ve 3. sınıf lokantalarda ortalama 1500 TL tutuyor. Porsiyon döner fiyatı 350 TL civarında. Dönerin beşiği Türkiye’deki bu fiyat, Almanya’da en pahalı döner fiyatının da üzerinde.
Dışarıda yemek, giderek bir lükse dönüştü. Özellikle 2021 sonunda başlayan ultra gevşek para politikası döneminde yemek fiyatları ve yemek harcamalarında artış hızlandı. TCMB verilerinde 2015 yılını 100 kabul edildiğinde, Mart 2024 itibarı ile toplam harcamaların 27 katına, yemek harcamalarının ise 44 katına çıktığını görüyoruz.
Kredi kartı ve banka kartı ile yapılan harcamalarda yemek harcamalarının payı 2015 başında yüzde 3 civarında iken, geçtiğimiz aylarda yüzde 6’ya ulaştı, Mart ayında ise yüzde 5’e geriledi.
Yemek fiyatlarındaki rahatsız edici artışın birden çok nedeni var. Her şeyden önce Türkiye’de gıda fiyatları son derece yüksek. Et, süt, yumurta, bal üretiminde dünyada ilk sıralarda gelmemize rağmen bu ürünlerin perakende satış fiyatlarında da ilk sıralarda geliyoruz. Benzer şekilde meyve sebze fiyatları da diğer ülkeler ile kıyaslandığında ucuz değil.
İkincisi, 2021 sonunda politika faizinin enfl asyonu altına çekilmesi; kur ve enfl asyondaki sıçramaya rağmen faiz indirimlerine devam edilmesi, tüketimin görülmemiş bir şekilde artması ile yaşanan süreç. Giderek bir tüketim toplumu haline geliyoruz. Zor kazanılan parayı kolayca harcıyoruz.
Son yıllarda kafe ve restoran sayısındaki artış sizin de dikkatinizi çekiyor olmalı. 2022 sonu itibarıyla TÜİK verilerine göre Türkiye’de yiyecek-içecek hizmeti veren 286 binden fazla işletme var. TÜİK’te daha güncel bir veri yok ama TOBB’un her ay açıkladığı kurulan-kapanan şirket verilerine göre 2022 ve 2023’te konaklama ve yiyecek sektöründe kurulan (gerçek-tüzel) şirket sayısı rekor düzeye ulaştı.
Diğer yandan yine son birkaç yılda gayrimenkul fiyat ve kiralarının hızla artması, işgücü ve enerji maliyetlerinin yükselmesi de işletme maliyetlerini yukarı çekti. Üçüncüsü, gelir dağılımındaki bozulma. Toplumun bir kesimi ciddi yoksulluk yaşarken, harcama düzeyi yüksek olan bir kesim de var ve bu kesim fiyatlar yükselse de harcamalarına devam ediyor.
Dördüncüsü israf. Çoğu restoran ve kafede, yemeğin yanında ek bedel talep edilmeden sunulan ve çoğu zaman geldiği gibi geri dönen, çöpe atılan önemli miktarda salata, pilav, meze, vb. yan ürünler var ve bunlar işletme maliyetlerini yukarı çekiyor.
Beşincisi işletme sahiplerinin suiistimali. Kabul edelim ya da etmeyelim; ülkemizdeki pek çok restoran ve kafede astronomik fiyatlar var. Bir bardak çayın 50, bir fincan kahvenin 100 liraya satıldığı ve kesinlikle lüks sınıfına girmeyen binlerce işletme türedi. Mercimek çorbasını 40 liradan sunan lokantalar varken 200 liraya satanların sayısı da az değil.
Beş maddede özetlemeye çalıştığım bu nedenlerin sayısı artırılabilir. Bunların ilk üçü tüketicilerin ve işletme sahiplerinin çözemeyeceği yapısal sorunlar. Son ikisi ise işletmeler ya da tüketiciler tarafından yönlendirilebilir, iyileştirilebilir. Ancak, Ticaret Bakanlığının bu sektörde fiyat denetimi yapması, fiyat tavanı koyması gibi önerilerin hem mantık dışı hem de uygulanamaz olduğunu söylemeliyim. Evet Türkiye’de bu alanda çok büyük bir denetim eksikliği var ama fiyat konusunda değil; hijyen, iş güvenliği ve sağlığı, kayıtdışı istihdam ve vergi konusunda.